• İstanbul 19 °C
  • Ankara 24 °C

D. Mehmet Doğan: “Ulu mihrabında yazılar gördüm”: Kadı Baba’yı ararken Gazi Baba’yı kaybetmek!

D. Mehmet Doğan: “Ulu mihrabında yazılar gördüm”: Kadı Baba’yı ararken Gazi Baba’yı kaybetmek!
Üsküb’ü zihnimize kaybolan bir şehir olarak yerleştiren büyük şairimiz Yahya Kemal’dir. O da bir Üsküplüdür.

Şiiri dikkatli okursak, şehrin kaybolduğunu, ama yok olmadığını anlarız! Rumeli’de birçok şehir vardır, fakat bir şairin dokunuşu Üsküb’ü ön safa çeker. Bizim için Rumeli’nin kaderi Üsküb’ün kaderidir…

“Kaybolan Şehir”le yüz yüze ilk tanışıklığımız 2007’dedir. Fakat Osmanlı sonrası aykırı şehri, yani teferruatı geçip gerçek Üsküb’e vardığınızda tanışıklığınızın tarihinin hayli eskilere gittiğini fark etmeye başlarsınız; çok değerli bir yitiğinizi bulmanın hüzünle karışık sevinci hücrelerinize yayılır ve Yahya Kemal’e rahmet okumak vazgeçilmez bir arzu olur.

İşte bu arzu bizi 2008’de, “50 yıl sonra Yahya Kemal Üsküp’te” bilgi şölenine götürür. Âdeta Yahya Kemal yıllarca sonra şehrine, ana yurduna; annesine dönmüştür. Şehrin sokaklarında onun resimleri görülür, onun şiirleri okunur, günlerce ondan konuşulur ve bestelenmiş şiirleri bu vesile ile Türkiye’den gelen TRT Ankara Radyosu Ahmet Hatiboğlu Tasavvuf Müziği topluluğu tarafından icra edilir. Çarşı’nın kalbindeki Murat Paşa Camii’nde Yahya Kemal mevlidi Anadolu ve Rumeli mevlidhanlarının hoş bir rekabetine sahne olur. Koca şaire gözyaşları içinde rahmet okunur…

Ya Fettah!

Bu defa Üsküb’e bir hâfıza tazelemesi için gidiyoruz… Üsküp ziyaretimizde dostlarımızdan en çok duyduğumuz isimlerden biri, hatta birincisi Fettah Efendi’dir. Onunla ilgili kırık dökük bilgiler, şehrin yahut da Rumeli’nin Osmanlı sonrasının gerçek tarihini araştırma arzusu uyandırır. Bir 20. yüzyıl menkıbesi ile karşı karşıyayızdır. İsminden başlıyarak, dâvası, mücadelesi, ıztıraplarla geçen ömrü…Bir dirilişi hak ediyordur.

Konuşanlar onun eserleri üzerinde fazla bir şey söyleyemiyordu, parça bölük mısralar, beyitler duyuyorduk. Şiirlerinin yekûnu hakkında telaffuz edilen rakamların yüksekliği kolay ve çok yazan, dert sahibi bir şahsiyete işaret ediyordu.

Bizim daha önceki saferlerimiz Türkiye’deki bir Üsküplü içindi. Bu defa dâvet Üsküp toprağına karışmış bir Üsküplüden geliyordu…

Dâveti onun adına yaptığından şüphe etmediğimiz Sevba Abdulla’ya (Abdullah’a) meşru mazeretler kataloğundan bir hayli okuduk; kâr etmedi. Salgın döneminde sadece bir defa İstanbul’a gitmiş, havalimanından toplantı salonuna, oradan tekrar uçağa ve Ankara’ya dönmüştüm. Bir de hızlı tirenle Konya’ya gidip gelmiştik…Menhus taçkıran (kovid) salgını ikinci yılını doldururken hâlâ her yerde hükmünü yürütüyordu.

Yola bu düşüncelerle ve hayırlı bir başlangıç yapmak niyetiyle çıkıyorduk.

“Yol” ve “düşünce” kelimeleri ard arda gelince yine Yahya Kemal, yine onun bir şiiri dilimizden dökülüyor.

Yahya Kemal’in “Yol düşüncesi”ni hatırlamalı mıydım? İlk mısraı okuyunca hafızamın bana bir oyunu ile karşı karşıya olduğumu düşünmeden edemedim:

Bu defa farkına vardım ki ihtiyarlamışım…

Bu mısra zihnimde bir nakarata dönüştü; ne kadar tekrarlandı, bilmiyorum. Yahya Kemal bu şiiri kaç yaşında iken yazmıştı? 73 yaşında vefat ettiğine göre, daha erken bir yaşta olmalı.

Yoldayız ve Yahya Kemal’in son yolculuğuna çıktığı yaşı geride bırakmışız…Öyleyse, peşi sıra gelen mısraları da okumalıyız:

Hayatı bir camın ardında gösteren tılsım

Bozulmuş, anlıyorum, çıktığım seyahatte.

Cihan ve ben değiliz artık eski hâlette.

Ne dünya eski hâlinde ne de biz! Şair kendisine şevk ve heyecan veren şeyleri peş peşe sıralar. Dünyayı gezmiş, her türü zevki, hazzı, heyecanı tatmıştır. Dünyanın son sınırı görünmüştür. Şair tam da bu noktada vatan düşüncesine döner. Cihan, yani bu dünya vatandan ibaretdir. Bazı yer isimleri sayar, sonra eserlerimiz, halkımız, askerimiz, cedlerimiz… der ve mûsıkîde karar kılar; Tekbir’den, Nevakâr’dan, İtrî’den bahseder.

Ölüm yabancı bir âlemde bir geceyse bile,
Tahayyülümde vatan kalsın eski haliyle.
Vatan atalarımızın kabirlerinin olduğu yer değil midir? 
Üsküp’te bu defa iki kabir ziyareti ile başlıyacağız, Abdülfettah Efendi’nin mezarı ve Üsküb’ün fethi ile bir büyük ilim ve edebiyat adamının hatırasını birleştiren Kadı Baba/Gâzi Baba’nın türbesi…
Bir gün ben ölürsem!
 
Önce dâvet sahibinin, Abdülfettah Efendi’nin kabrinin yolunu tuttuk. Butel kabristanındaki mezarını Sevba bulmakta güçlük çekmedi. Mütevazı bir mezar, çok bakımlı sayılmaz. Asıl söyleyeceğimiz bu değil, “kitabe-i seng-i mezar”ı Osmanlı harfleriyle yazılmış. Abdülfettah Rauf 1963’te vefat etmiş. Türkiye’de olsa idi, o tarihde Osmanlı harfleriyle bir mezar taşı yazdırmak imkânsızdı, fakat o komünist ülkede bu mümkün olmuştu! O yıllarda Üsküp’te bu harfleri en güzel şekilde yazacak kalem sahibi ve mermere kazıyacak hakkak de vardı demek ki…
Baştaşı yazısı Fettah Efendi’nin dilinden, “birgün ben ölürsen” diye konuşmaya başlıyor:

Bir gün ben ölürsem…

Kabrim dilerim sîne-i yârânda kazılsun

Her derdliye hemdem (arkadaş)

Bir merd-i vatandı (vatan adamı) diye kalblerde yazılsun

Ta’mîm-i  ‘ulûma (ilimlerin yayılmasına)

Gündüz gece çırpındı ve heyecân ile koştu

‘Âşıktı ‘umûma

‘İrfân dedi hiç durmadı Allâh dedi coştu

Parlardı zekâsı

Çöllerde kalan millete yıldızdı mübârek

Susmazdı bükâsı (ağlaması)

Dolgun yüreği gözlerine oldu hem-âhenk (uyumlu)

Gözyaşları çağlar

Dağ başları yırtar koca bir seldi bu vicdân

Ölünce mezarının dostlarının sinesinde kazılmasını istiyor, Fettah Efendi…  Her dertliyle dost, bir vatan adamı olarak kalblerde yazılmasını, ilimleri yaymaya gece gündüz uğraştığının ve heyecanla koştuğunun bilinmesini istiyor…Dikkat edilirse, Fettah efendinin ağzından konuşan metin, belli bir yerden sonra üçüncü şahıs ağzıyla konuşmaya devam ediyor. Ayak taşında da aynı ağızdan devam ediyor:

             Allâh içün ağlar

Gözsüzlere göz elsize sağ eldi bu insan

Ağlar idi her ân

Gülmüşse eğer pür-derdinin âmâline (emellerine) güldü

En sonra perîşân

Kurbân-ı vazîfe (vazife kurbanı) olarak zevk ile öldü

Müderris Abdulfettâh Efendi ibn-i Abdürrezzâk

 

Lillâhi'l-Fâtiha

24 Nisan 1963

Biz yazıların üstündeki dökülmüş boyaların yanılsamaları ile boğuşurken birlikte olduğumuz Emre Aracı, kitabeyi akıcı bir şekilde okuyor. 
               “Harab mâbed”
Şimdi yolumuz Üsküb’ün manevî sahibi Gazi Baba veya Kadı Baba’ya doğru. Üsküp’te şehre hâkim ormanlık bir tepe üstünde, uzaklardan seçilebilen bir türbe. Önceki gelişlerimizde niyetlendiysek de görmek mümkün olmadı; kısmet bugüne imiş. Belli bir noktadan sonra yürüyerek gitmek gerekiyor. Mevsim yürüyüşe müsait, çok uzun olmayan bir yürüyüşten sonra türbe görünüyor… Bu manzarayı görmeye, daha önce uyarıldığımız için hazırlıklıyız. Zihnimiz Rıza Tevfik’in Harab Mâbed şiirini çağırıyor:
Vardım eşiğine yüzümü sürdüm,
 
Etrafını bütün dikenler almış.
 
Ulu mihrabında yazılar gördüm,
 
Kim bilir ne mutlu zamandan kalmış!
Batan güneşlerin ölgün nigâhı
 
Karartıp bırakmış o kıblegâhı
 
Mazlum bir ümmetin baht-ı siyahı
 
Viran kubbesinde gölgeler salmış.

Bu türbe ve etrafı, Üsküb’ün yüzlerce yıllık tarihî mezarlığı imiş… “Gâzi Baba” fetih günlerinin menkıbevî bir şahsiyetini çağrıştırıyor. Fakat buraya “Kadı Baba” da deniyor. O zaman efsanevi Üsküp kadısı Âşık Çelebi hatıra geliyor. Pir Mehmed Âşık Çelebi kadı ama şair ve gelmiş geçmiş en ayrıntılı şuara tezkiresi olan Meşairü’ş-şuara’nın müellifi. Onun Tuna kasidesi klasik Osmanlı zihnini anlamamıza yardımcı olacak büyük metinlerden biri.

Gâh gönlüm gibi cûşan u huruşandır Tuna

Gâh göğsüm gibi nâlân ü grivandır Tuna

Yarlardan atılıp taşlara urur başını

Âşık-ı divane vü Mecnun-ı uryandır Tuna

Kişver-i kâfirden îmân ehline akup gelür

Kıbleye tutmış yüzini bir müselmandur Tuna…

Tuna bazen onun gönlü gibi coşan ve çağlayandır, bazen de göğsü gibi inleyen ve bağırandır. Tuna, yarlardan atılıp başını taşlara vuran bir divane âşık ve çıplak Mecnun’dur. Tuna, kâfir ülkesinden iman ehline akıp gelen, kıbleye yüzünü tutmuş bir Müslümandır!

Osmanlı dağlar, ovalar, nehirler derken bütün coğrafyayı müslümanlaştırmıştır!

Âşık Çelebi Üsküp kadısı olarak ömrünü tamamlar. Evliya Çelebi, Âşık Çelebi’nin mezar taşında devrin şairlerinden Cinânî’nin, “Âşık sefer eyledi cihândan” tarih mısraının yazılı olduğunu kaydeder.

Kadı ile gâzi kelimelerinin eski harflerle yazılışlarına bakarak bir ses benzerliği olduğu çıkarılabilir. Kadı (قضی, ﻗﺎﺿﻰ) dad harfiyle yazılır ve d ile z arasında bir ses verir. Kadı böylece kazı, kaazı gibi okunabilir. Gâzi ise zı harfiyle yazılır غازی. Bu farklı ze harflerinin karışıklığa veya tam tersine benzerliği yol açtığını düşünebiliriz!

Gâzi/Kadı Baba'nın türbesinin türbedarı varmış, yanı bakımlı imiş. Korunaklı bir türbe olarak, yüzyıllarca ziyaretgâh olduğu anlaşılıyor. Cuma geceleri, türbe ve etrafı kandillerle aydınlatılırmış. Mezarlık 1955'te yıkılarak şehrin Osmanlı hafızası böylece yok edilmiş.1963 depreminde türbenin yıkılmasıyla bu Osmanlı yadigârı da toprağa karışmış.

Mezarlığın tahrib edilmesine şahid olan Abdülfettah Efendi, “Kâdî baba türbesi önünde” isimli hayli uzun şiiriyle duygularını dile getirmiş.

Bugün de pür-hicrân ey Kadı Baba

Huzur-u nuruna geldim merhaba

Fettah Efendi, selâmdan sonra derdini anlatmaya başlıyor. Ziyaret sebebi, dertleşmek, söyleşmek, hatta ağlaşmaktır; gönüleri keşfetmektir. Dünyada artık ona hemdert kalmamıştır.  Orada babasının yıkılmış kabrini, annesinin çökmüş mezarını görmüştür. Ölüler mezarlarında rahatsız edilmiştir. Kemikleri saçılıp savrulmuştur. Büyükannesini, dedesini bulamamıştır.

Yatan bu kabristan tebah oldu mu?

Büsbütün bahtımız siyah oldu mu?

Müslüman diriler göçüp gittiler,

Kalan şu sırtlanlar gör ne ettiler…

Mezarlık yıkılmıştır ama tek iz olarak Kadı Baba’nın türbesi kalmıştır. Onun yıkılmaması, bizi unutmaması, terk etmemesi lâzımdır. Fettah efendi sonsuz işaret için kalmış son sembolden, türbenin tarihe bir örnek bağışlamasından bahsederek şiirini tamamlar. Fakat onun vefatından birkaç ay sonra Üsküp depreminde türbe de yıkılacak o göremeyecektir…

Müslüman dirilerin göçün gitmesi, göçe karşı olan Fettah Efendi’nin neden mezarlık ziyareti ile teselli bulmaya çalıştığını açıklayabilir. Kalan diriler giderek azınlığa düşerken, öte âlemine göçenler dikkate alınırsa hâlâ çoğunluk vardır! Fakat o teselli de elinden alınmaktadır.

“Mezarların olduğu yerde dirilmeler de vardır” denir. Depremden yarım asır sonra, 2013’de Bursa Belediyesi türbeyi yeniden ayağa kaldırır. Tepede 50 yıldır görünür olmaktan çıkan Gazi/Kadı Baba sembolü ayağa kalkar.

Peki, daha on yıl geçmeden bu harabiyete ne demeli?

 

KÂDÎ BABA TÜRBESİ ÖNÜNDE

Bugün de pür-hicrân ey Kadı Baba

Huzur-u nuruna geldim merhaba

Toprağın üstünde hasbihal için

Dertleşip, ağlaşıp keşf-i bâl için

Bir hemdert kalmadı ben sana koştum

Türbenden bir ilham alarak coştum

Coşturdu babamın yıkılmış kabri

İnsanın bu hükme kalır mı sabrı

Coşturdu annemin çökmüş mezarı

Toprakta çürümüş o gülzârı?

Rahatsız ettiler öz mezarında

Çattılar uhrevî lâlezârında

Kırdılar döktüler iliklerini 

Savurup saçtılar kemiklerini

Hani büyükannem nerededir dedem

Toprağı altında bunca muhterem

Yatan bu kabristan tebah oldu mu?

Büsbütün bahtımız siyah oldu mu?

Müslüman diriler göçüp gittiler,

Kalan şu sırtlanlar gör ne ettiler

Diriler me'vâsız yuvasız kaldı

Ormansız, melcesiz, ovasız kaldı

Yıkıldı mescitler, mihrâb-u minber

Yıkıldı ne kudsî türbe ve makber

Ölüler söküldü yerden, atıldı

Kalan son taşları bile satıldı

Bir tarih yatardı hür toprağında

Bir insan yâdı var her yaprağında

Çimenler nişandı kumral saçlardan

Ne endam çürüdü sor ağaçlardan

Ne gümüş cesetler toprağa döndü

Ne parlak göz nuru burada söndü

Yattığı yerleri şen bir yamaçtı

Altında şehre bir ulviyet saçtı

Dört asır, beş asır maneviyatın

Yatağı olmuştu uhreviyatın

Süzerdi yamaçtan bu güzel şehri

Ve fakat bugün ah bugün yıkıldı

Azizler nisyana bütün tıkıldı

Bir tarih kapandı.. Ağzı kapansın..

Bir kitap yakıldı.. Yapanlar yansın..

Uhrevî minberler hâk ile yeksan

Saygılı makberler m...? nisyan

Sevgili ölüler tahkir edildi

Çürümüş kemikler teşhir edildi

Bu mudur adalet insanlık için

Bir orman değer mi bir kabristana

Bin ağaç değer mi tek bir insana

Binlerce insanın son abidesi

Yüzlerce senenin hür makberesi

Kalsın mı bugün âh insansız, şansız

Kalsın mı muhakkir, namsız, nişansız

Ağlıyor ne hazin tarihin sesi

Yıkıldı beş asrın bir makberesi

Gaziler şehitler şanlı yatağı

Kahraman, fâzıl ve sâlih otağı

Kalmış tek o temiz şahikasında

Tarihin bünye-i harikasında

Bu kadı, bu edip, şair türbesi

Kalmış bu tarihin canlı bekçisi

Kalmış bu beş asırın heykel-i şânı

Yıkılmış taçların en son nişanı

Çürümüş başların ey son timsali

Kapanmış tarihin açık emsali

Şuleler toplayıp barikasından

Ateşler alarak sâikasından

Tarihin her şanlı harikasından

Ders alıp o yüce şahikasından

Okuyor beşere son eş'ârını

Şanlı bir milletin son tezkârını

Asıl en ebedi şiiriniz sizin

Türbendir, türbe-i şah ve azizin

Asırlar geçti de geçmez eserin

Efserler yıkıldı, düşmez efserin

Yurdumda kapanmış şan tarihinin

Müstakil, muazzam, hür merihinin

Sen kaldın bugün tek kalmış bir izi

Yıkılma, unutma, terk etme bizi

Ölüler evinde diri kal daim

Cihan yere batsa sen tek kal kaim

Türbenle yaşasın milyonla cana

Milyonla şöhretli şanlı insana

Ebedi nişana kalmış son timsal

Türbenle bağışla tarihe emsal.

 

6 Mayıs 1957

 

gazi-baba-türbesi-önünde,-emre-araci,-d.-mehmet-doğan-ve-sevba-abdulla-.jpg

Gazi Baba Türbesi önünde, Emre Aracı, D. Mehmet Doğan ve Sevba Abdulla

fettah-efendinin-kabri-başinda.-emre-araci,sevba-abdulla,-d.-mehmet-doğan.jpg

Fettah Efendi'nin kabri başında. Emre Aracı,Sevba Abdulla, D. Mehmet Doğan

fettah-efendinin-kabrinde-baş-taşi.jpg

Fettah Efendi'nin baş taşı 

fettah-efendinin-ayak-taşi.jpg

Fettah Efendi'nin ayak taşı

kadi-baba-türbesi-ve-kabristaninin-eski-bir-resmi1.jpg

Kadı Baba Türbesi ve Kabristanının eski bir resmi 

gazi-baba-türbesi.jpg

Gazi Baba Türbesi

 

Bu haber toplam 868 defa okunmuştur
  • Yorumlar 1
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Diğer Haberler
    Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
    Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim