• İstanbul 12 °C
  • Ankara 12 °C

“Dede Korkud Kitabı bir Türkçe şehrayinidir!”

D. Mehmet DOĞAN

D. Mehmet Doğan'ın Bayburt Üniversitesi 5. Dede Korkut Bilim, Kültür,Sanat ve Spor Şenlikleri kapsamında 'Tarih ve Dil' konulu panelde yaptığı konuşma.

Bayburt’tayız...

Dedem Korkut’un huzurunda,

Hanlar Hanı Bayındar Hanın divanında,

Salur Kazan’ın sofrasında...Bamsı Beyrek’in otağında...

Toy toyluyoruz, boy boyluyoruz, soy soyluyoruz. Hanım hey!

Bayburt içimizdeki “gurbet”...

Bayburt Türkiye’nin en büyük sılası...Sürekli gurbete gönderiyor evlatlarını. Kendi nüfusunu sürekli azaltıyor, Türkiye’nin nüfusunu ise devamlı artırıyor.

Son yüz yıl içinde Türkiye’nin her tarafı Bayburtlaştı...

İstanbul’da, Rumeli Hisarı’nda Boğaz’ın Çoruhlanması bundan!

Ankaradalar, İzmirdeler, Antalyadalar... Kısaca gurbetteler...Gurbetin içimizde olduğunu bir Bayburtlu şair söyledi: Kemaleddin Kâmi Kamu..

Ben gurbette değilim, gurbet benim içimde!

Bayburt, Bayburtlu olmayan hepimizin gurbeti...Bunun için Bayburt’ta yaşamak gerekmiyor. Bir gün o gurbetimizde olmak...Gurbette Ankara’yı, İstanbul’u, Konyayı, Bursayı yaşamak...

Bayburt Türkiye’nin hülasası, özü...

Bu özü kavramak, acıyı ve sevinci, daha çok da yüzlerce yıllık katmerlenmiş derin hüzünleri keşfetmek ve aynı zamanda köklü şehirlerin maddesini aşıp derununa, ruhuna nüfuz etmek…

Bayburt’ta olmak benim için bu anlamda 19. asrın büyük şairi Zihnî’yle birlikte olmak demektir.

Zihnî derd elinden her zaman ağlar…

Zihnî Bayburtludur; mahlâsının önüne belki de diğer “Zihnî”lerden ayırd etmek için bu şehrin adı konulmuştur. Fakat, Zihnî muhayyilemizde adeta Bayburt olmuştur; Bayburt’la aynileşmiştir. Bayburt da vatanla.

Türkiye’de çoğu kimse Bayburt’u görmemiştir, görme imkânına sahip olmamıştır ama bir çoğumuz Zihnî’nin en azından o muhteşem şiirini okumuştur, besteli halini, şehnaz divanını dinlemiş, baştan başa hüzün terennüm eden o nadir rastlanır lirizm madeni şiirin mısralarını zihninde gezdirmiştir:

Vardım ki yurdumdan ayağ göçürmüş…

Yahut,

Vardım ki yurdumdan ayak çekilmiş…

Yavru gitmiş ıssız kalmış otağı

Camlar şikest olmuş, meyler dökülmüş

Sakiler meclisten çekmiş ayağı…

Derler ki, 1828’deki Rus işgali sonrasının şiiridir bu…Bayburt da Doğu Anadolu’da işgal felaketine maruz kalan yerlerdendir. İşgal ve muhaceret… Bayburt ve bölge bunu son iki yüz yılda defalarca yaşamıştır.

Yıkmış çadırların göç etmiş Leyla

Vardımki boş kalmış yar otakları…

Yurt terk edilmiş, şehir ıssız kalmıştır. Halkın hayat nizamı bozulmuş, iktisadiyat çökmüştür. Şehrin nizamını yapanlar düzeni sağlayacak konumdan uzaklaşmıştır…Bet bereket, tad tuz kalmamıştır…

İran”la Karadeniz’in bağlantısını sağlayan, Tebriz-Trabzon güzergâhının mühim merkezlerindendir Bayburt. Evliya Çelebi, civardaki gümüş madenlerinden bay (zengin) oldukları için şehre Bay-yurd, zengin ülke denildiğini, “Bayburd”un bundan bozma olduğunu yazıyor…

Onun asırları aşan dikkati hâlâ kılavuzumuz: Kalesi yalçın kaya üzerinde, bu yüzden hendeği yok. Onun gördüğünde, İç hisarda 300 hane varmış. Elbette aşağı şehir daha kalabalık. Acaba şehrin nüfusunu 70 mekteb-i sıbyanı olmasına bakarak ölçebilir miyiz? Şimdi nüfusu 50 bin civarında olan Bayburt merkezinde kaç ilkokul-ilköğretim okulu var?

Evliya, “Erzurum arzında olmakla havası yaylaktır” diyor. Erzuruma iki konak mesafededir. Yani iki günlük yol. Trabzon’a piyade adam dağlardan iki günde, atlı dört günde varırmış.

Bayburt ve Çoruh…Vazgeçilmez ikili. Evliya Çelebi, Çoruh’un da “cuy-ı ruh”dan geldiğini yazıyor, yani “ruh ırmağı”…Ne olursa olsun güzel yakıştırma! Çoruh “bir âb-ı hayat, nehr-i zülâldir” Yani hayat suyu, ölümsüzlük suyu ve tatlı su nehri… Çoruh’un Bayburt’a hayat verdiğin yazıyor Evliya. Etrafında mamur yapılar vardır, suyunda yüzülür. Alabalıkları avlanıp yenilir…

Ahval-i garibe (acayip durum) olarak da şunu anlatıyor: Dağlardan odunlar kesilir, herkes odununa işaret koyar, sonra Çoruh’a doğru yuvarlarmış. Şehirde bir bend varmış, ahali bu bende takılan odunlarını koydukları işarete göre tanır ve alırmış…

Bayburt’dan daha önce bir kaç defa geçmiştik: Trabzon’dan Erzurum’a veya Erzurum’dan Trabzon’a giderken. Daha sonra bir kaç defa kalmak, bir gün geçirmek fırsatı bulduk. Ve nihayet Dedem Korkut içimizdeki gurbete bir daha getirdi bizi.

“Dedem Korkut”, “Korkut Ata” türkçenin hüküm sürdüğü her yerde...

Tıpkı Yunus Emre gibi, mezarı da bir çok yerde.

Onun Türkiye sınırları içinde Bayburt’ta kabrinin olması tesadüf değil. Dedem Korkut’un kitabında ismi geçen nadir yerlerden biri Bayburt... Ahlat’ta da kabrinin olduğu olduğu söyleniyor. Evliya Çelebi görmüş! O tarih meşheri büyük mezaristanda kimbilir kimlerin kabri var! Kafkasya’da, Derbend yakınlarında, Orta Asya’da, Özbekistan’da, Türkmenistan’da veya Kazakistan’da...

Dede Korkut sadece Türkiye’nin değil, Azerbaycan’ın, umumen Türkistan’ın. Böylece Bayburt yalnız Türkiye değil, Türkistan! Zihnimizde o bağın Dedem Korkut üzerinde kurulmasını sağlayan il Bayburt...

Dedem Korkut, havamıza, suyumuza, toprağımıza karışmıştır. “Biz kimiz?” sorusunu tereddütsüz “biz Dede Korkut’uz, Dede Korkut Kitabında anlatılan insanlarız” şeklinde cevaplayabiliriz.

Evet biz efsaneyiz, destanız. Geçmişiz, bugünüz...Her şey değişse bile değişmeyen “öz”üz.

İşte bu öz, bir şekilde “birlik” inancıyla bütünleşir.

Dede Korkut, Câmiü't-tevârih'de onuncu Oğuz hü­kümdarı Kayı İnal Han'ın başmüşaviri olarak zikredilir. Menkıbevî anlatışa gö­re, Kayı İnal Han, Hz. Muhammed'in çağdaşıdır. Bu han iki vezirini Hz. Peygamber'e elçi olarak göndermiştir. Bahrü'l-ensâb'da ise Kazan Han'ın Dündar ve Emen beyleri Mekke'ye Hz. Muhammed'in nezdine gönderdiği, bunların Selmân-ı Fârisi ile döndükleri, Selman Fârisî'nin de Korkud'u Oğuzlara şeyh yaptığı anlatıl­maktadır. Bu itibarla Dede Korkud müslüman Oğuzların öncüsü olmaktadır.

Oğuznâme'de hanlar katında sözü geçen akıllı ve bilge vezirlerden biri Dede Korkud'dur. Hikâyelerde de güç durumlarda hanların danıştığı, sözleri saygıyla kabul gören bir şahsiyet olarak çizilen Dede Korkud, kabile teşkilâtını koruyan, töreleri yaşatan bir aksakallıdır. «Oğuzun tamam bilicisi»dir.

Yazıcıoğlu Selçuknâmesi ve Oğuznâme adlı atasözleri mecmuasına göre de hikmet sahibi bir zattır. Hikâyelerde hanlara, beylere ve halka öğütler veren Dede Kor­kud, güç durumlarda onların yardımcısıdır. Yiğitleri donatır, silâhlarını kutlar. Yiğitlere ve çocuklara ad koyar. Bir halk hekimi, bir mûsikî erbabıdır. Bazı men­kıbelere göre kopuzu da o icat etmiştir.

O tam manasıyla bilge bir şahsiyetter, evliyaullahtandır ve sanki “Hızır”dır.

Dede Korkud hikâyeleri, Türk milletinin özbenliğini yansıtan, Türk ruhunun mey­dana getirdiği destanî bir eser durumun­dadır. Yarı-yerleşik Türk toplumunun çevre topluluklarla savaşları ön planda destanî olay dokusunu meydana getirir. Ancak, bu olaylar dokusu dışında asıl çi­zilen ve dikkati çeken Türk toplumunun aile yapısı ve yetişme şeklinden gelen üs­tün ahlâkı, karakter sağlamlığıdır.

Bu önde gelen ve ısrarla tekrarlanan “doğruluk, sözünde durmak, mu­kaddes gayeler uğrunda gerektiğinde ken­dini feda etmek” gibi değerlerin belirledi­ği ahlâkî-insanî yapıdır. Bütün bu un­surlar, aile, cemaat, soy ve insan sevgi­sini doğurur.

Ana, baba bağlılığı; kardeş, eş, çocuk sevgisi bütün hikâyelerde çizi­lir. Bu sevgi ortamının yumuşak başlı erkekleri savaş meydanlarının korkusuz, geri dönmeyen yiğitleridir.

Kadınların bu toplumdaki yeri de sağlam bir şekilde tayin edilmiştir. Kadın erkeğine dayanak olan bir eştir; gerektiğinde ata biner, eriyle yarışır, savaşır ve şehvet unsuru olarak hiç bir zaman tasvir edilmemiştir.

Türk milletinin tarihî karakter yapısı, bu hikâyeler dikkatle incelenmek suretiyle sağlıkla ortaya çıkarılabilir. İslâmiyet ön­cesi unsurlar da taşıdığı bilinen hayat tarzı için de bu unsurlar bile İslâmiyetin emrettiği ahlâkî çizginin dışına istisnai olarak ve teferruatta çıkar.

Kitap Besmele ile başlar, Başlangıç kısmında ve hemen bü­tün hikâyelerde İslâmî kavramlar ve mo­tiflere sık sık rastlanır. Kahramanların dualarında Kur'an-ı Kerim'in kimi sûre ve âyetlerinde bulunan prensipleri tekrararladıklanı görülür. Bazı hikayelerde, Kur'an'da ve diğer dini metinlerde yer alan kıssalara atıflar var­dır. Kazılık Koca-oğlu Yegenek düşmana saldırmadan önce:

Yücelerden yücesin / Yüce Tanrı

Kimse bilmez nicesin / Aziz Tanrı

Sen anadan doğmadın / Sen atadan olmadın

Kimse rızkın yemedin/ Kimseye güç etmedin

Kamu yerde ahadsin / Allah samedsin ...

şeklinde başladığı dua, îhlas sûresindeki esasları tekrarlamaktadır.

Kitabın girişinde de Kur'an «Tanrı il­mi» olarak vasıflandırılmaktadır. Yine girişte Kur'an'ın Yasin ve Amme sure­lerinin adı anılmaktadır. Arı su ile abdest alıp namaz kıldıktan sonra savaşa giren bu toplum, savaş sonrasında da ay­nı karakteri gösterir. Zaferden sonra ki­liseler camiye çevrilir. Ezan okunur, na­maz kılınır, hutbe okutulur. Kitapta, cuma namazı ve bu namaza gi­denler öğülmektedir. Haccı çağ­rıştıran ifadelere de rastlanır.

Sadaka, dualarda âmin ve salavat getirme, mushaf üzerine yemin gibi ipuçları, bu top­lumun hayatının bütün safhalarında İs­lâmî ilkelerin yerini ortaya koyar.

Bü­tün hikâyeler Dede Korkud'un duası ile sona erer. Bu kısımda dünyanın faniliği, ölüm ve ölümden sonraki hayat gibi konular üzerinde durulur. Kitapta, peygamberlerden Âdem, Nuh, İbrahim, Musa, Hızır ve Hz. Muhammed'in adı geçer. İslâm uluların­dan ise üç halife (Ebu Bekir, Osman, Ali), Hz. Ayşe ile Fatma, Hasan ile Hü­seyin'in adlarına da rastlanır. Hz. Ömer'in adının geçmemesine mukabil, Hz. Ali üzerinde daha fazla durulmuştur. Hikâyelerde İslâmiyet izleri yanında, İslâmî ilkelerle uyuşmuş şa­manlık izleri de görülür. Su, dağ ve ağaç kültü dikkati çeker.

Dedem Korkud kitabı'nda ferdin değil, toplumun hikâyesi anlatılmaktadır. Hıris­tiyan/kâfir komşuları ile Oğuzların savaşları üzerine kurulmuş kahramanlık destanları görünümündeki hikâyelerde, gerçekte toplum ve toplumun yetiştirdiği kahra­manların karakteri verilir.

Dede Korkut hikâyelerinin kahramanları savaşlar sırasında sık sık ölümle karşı karşıya kalırlar. Ölümden Hızır, Oğuz beyleri veya aile fertleri vasıtasıyla kurtulurlar. Ölüm karşısında Allah'a sı­ğınılır; ondan yardım istenir. Deli Dumrul hikâyesi ölüm konusunda diğerlerin­de farklı özelliktedir. Bu hikâyede ölüm konusunda dinî (İslâmî) motifler dikkati çeker. Ölmek istemeyen Deli Dumrul, ana, baba veya kardeşlerinin değil de eşinin fedâkârlığı ile kurtulur.

Hikâyelerde, destan ve masallarda rast­lanmayan gerçekçi bir ifade dikkati çe­ker. Süs ve yapmacığa başvurulmaz. Tas­virler çok azdır ve âdeta kalıplaşmıştır. Bu o devir Türk toplumunun insan - ta­biat, insan - toplum dengesini sağlıkla kurduğuna delil olabilir. İnsanlar ve ta­biat karşısında değer kargaşasından do­ğan tereddüt yoktur.

Dede Korkud hikâyele­ri, dil ve ifade sanatı yönünden üstün ni­telikler taşımaktadır. Üzerinde başka edebiyatların gözle görünür tesiri yoktur. Kısa cümlelerle örülmüş, gereksiz süs ve edebiyattan uzak bir üslup, eserin başın­dan sonuna kadar hâkimdir.

Cümleler zaman zaman özdeyiş haline yükselir. Canlı ifade halkın günlük konuşma diline yer veril­mekle sağlanmıştır. Yer yer secilerle, nazma doğru yol alan ifadelerle sağlam bir ahenk duygusu uyandırılmıştır. Bu nesir yapısını, sözlü gelenekten yazıya geçirilmesine bağlayabiliriz. Tahkiye çok sağlamdır. Olaylar önemli nok­talar üzerinde durulup, gereken çabukluk­la çizilerek anlatılmıştır.

Olayların an­latımında da, tiplerin çiziminde de, destanî yapıya rağmen sosyal çevre ihmal edilmemiştir. Dedem Korkud'un kitabı'daki anlatış özelliği Battal Gazi, Dânişmend Gazi menkıbeleri veya halk hikâyelerinden farklıdır. Hikâyeleri bütün­leştiren en önemli unsur dünya görüşüdür.

Nesir-nazım karışık olan hikâyelerde nazım parçaları, konuyu  açıklayıcı ve tamamlayıcıdır. Duyguların coşması gereken anda nazım bu duruma uygun yükselir.  Bu kısımlar hikâyelerdeki dramatik   gerilimi yükseltir ve pekişti­rirler.

Hikâyelerde, tabiat ve kahraman tasvirleri, alkışlar, ilenmeler, öğünmeler, yeltemeler, hitaplar manzum olarak yapılır.

Manzum parçalar ekseriya hece ölçüsüne uygundur.  Ancak ölçü dışı kısımlar da vardır. Zaman zaman uzun-kısa mısralarla müstezat tarzını hatırlatan parçalara da rastlanır:

Sovuk bınarlarum gerekirse içit olsun

tavla şahbaz atlarım gerekirse binit olsun  (Deli Dumrul hikâyesi)

Çoklukla nazım parçalarında söze güç vermek maksadıyla sık sık aliterasyona baş vurulur:

Kış yüzüne çevürdüm almadum, Basat,

Kara kaplan kopdu Depegöz

Kara Kara dağlarda çevürdüm alımadum Basat

Kağan aslan kopdu Depegöz

Bazan da yine mânayı kuvvetlendirmek maksadıyla mısra sonlarında kelime tek­rarlarına başvurulur (redif):

Argab argab kara dagun yıkılmışdı, yüceldi âhır

Kanlu Kanlu sularun soğulmışıdı, çağladı âhır

Kaba ağacun kurumışıdı, yeşerdi âhır

Şahbaz atun karımışıdı, kulun verdi âhır

Kahramanlar, hanlar, beyler kalıp ifa­delerle tanıtılırlar:

«Bir gün Ulaş-oğlu ol erenlerün arslanı, tülü kuşun yavrısı, beze miskin umudu, Amit suyunun aslanı, Karacuğun kaplanı, konur atun iyesi, Han Uruz’un babası, Bayundur Han’un güyegüsü, kalın Oğuz'un devleti, kalmış yiğit arhası Salur Han Kazan yerinde durmışıdı.»

«... Çaya baksa çalımlu, çalkara kuş erdemlü, kurkurma kuşaklu, kulağı altın küpelü, kalın Oğuz beğlerini bir bir at­tan yıkan, Kazılık Koca-oğlu Beğ Yegenek...»

Hikâyelerin «hanum hey» hitabı ile başlaması, Oğuz beylerinin de bulunduğu topluluklarda söylendiğine, yani sözlü gelenekte yaşadığına delil sayılmaktadır. Bitişte de Dede Korkud boy boylar, soy soylar, öğüt verir, dünyanın geçiciliğini hatırlatır ve son olarak «hanum hey» iba­resi tekrarlanır.

Cümle-üslup örgüsü içinde hikmetli söz­ler ve atasözleri de yer tutar. Kitabın ön­sözünde elliye yakın atasözü vardır. Hi­kâyelerde de atasözleri ve hikmetli söz­lere rastlanır.

Bunca zamandır, Dedem Korkud’dan, onun kitabından bahsediyoruz. Aslında Bayburt’dan söz ediyoruz.

O kitap bizi anlatıyor, Bayburtu anlatıyor.

Dedem Korkut’un kitabında, iki tarih katı dikkati çekiyor. Birincisi, 9-11 asır Türkistan’ın, Siri derya bölgesi...Bugün Türkmenistan’da Taşhavz vilayeti var. Taş oğuz, yani Dış oğuz!

12 asırdan itibaren doğu Türkiye ve Azerbaycan...Gürcüler, Trabzon Rumları...

“Bayburt” bu kitapta geçen nadir yer adlarından...Akkoyunlular, Bayındır Han, ve Osmanlılar....Bu bizim hikâyemiz...Geçmişten günümüze uzanan bir milletin ruhunun, özünün tarihi efsanevi olaylar anlatılarak ifadesi...

Saf, bozulmamış ruhumuz. Ahlâkımız, mertliğimiz, yiğitliğimiz, insan olarak varlığımız...Arkaplanda islâmın saf akidesi ve heyecanı...

Arı suyla abdest alan, gönülden yakaran ve ibadet eden atalarımız.

Güçlü bir Allah inancı ve samimi bir Peygamber sevgisi...

Allah tealla, adı güzel kendi güzel Muhammed..

Bizi birinci derecede ilgilendiren üç temel metin 19. Yüzyılın sonu ile 20. Yüzyılın başında keşfedildi.

Önce Orhun yazıtları okundu...Orhun nehrinin havzasında yüzyıllardır duran dikili taşların türkçe konuştuğu anlaşıldı. Bu yalın metin, binlerce yıllık varlığımızın anıt ifadesi.

Ardından Divanü Lügati’t -Türk keşfedildi...Kaşgarlı Mahmud, 11. Yüzyılda Halifenin başkentinde, Bağdat’da Türkçenin önemini anlatırken, dilimizi, edebiyatımızı ve tarihimizi gözler önüne serdi.

Ve hemen peşinden Dedem Korkudun kitabı neşredildi...Kitap esasen 19. Asrın başında keşfedildi. Fakat yüz yıl bekledi. 1916’da Kilisli Rifat Bilge onu yayınlayarak bize hayati bir metin kazandırdı.

Dilimiz, edebiyatımız ve tarihimiz için temel metinler. Onlar olmasa fakir kalırdık.

İyi ki, Orhun yazıtları okundu. Biz onları unutmuştuk...

İyi ki Divanü Lügati’t-Türk 99 yıl önce İstanbulda ortaya çıktı...Bu kitabı keşfeden meşhur kitapseverimiz Ali Emiri Efendi, “bu bir kitap değil, Türkisan ülkesi” demişti...

Ve nihayet Dedem Korkud’un Kitabı...Kayda geçiriliş tarihi olarak da en yenisi. Yeni fakat, belki de en eskisi...

Bir klasiğin bütün vasıflarına sahip. Dili, üslubu, muhtevası...Kendine haslığı. Bir topluluğun ruhunu derinlemesine yansıtması...

Bugün de Dede Korkut’un kitabın okuduğumuzda onun yalınlık içindeki ihtişamını hissedebiliyoruz.

Onun üslubu günümüz anlatı tekniklerine asla yabancı değil. Romanımız, hikâyemiz hiç tereddütsüz beş asır öncenin bu şaheseri ile başlatılabilir.

O bir oğuzname...Efsanevî atamız Oğuz Han’ın ve onun soyunun destanının anlatan bir eser...Yüz yıllardır nesilden nesile aktarılan hikâyeler, 15. Yüzyılın sonunda yazıya geçiriliyor.

Bunu kim yaptı? Her kim yaptı ise, büyük bir iş yaptı. Bizi bize anlatan, bizim dilimizle anlatan ve ruhumuzu dalgalandıran bir eserimiz oldu.

Söze hatime çekerken Dedem Korkut’nu diliyle söylüyoruz:

Dua edeyim hanım: “Yerli kara dağların yıkılmasın. Gölgeli koca ağacın kesilmesin. Taşkın akan güzel suyun kurumasın. Yüce Allah seni namerde muhtaç  etmesin. Ak alnında beş kelime dua kıldık, kabul olsun. Derlesin, toplasın günahınızı adı güzel Muhammed’e bağışlasın hanım hey!….

nasrullah-hacimüftüoğlu.jpg

Prof. Dr. Nasrullah Hacımüftüoğlu'nun katılım beratı takdimi

bayburt-panel-konuşma.jpg

bayburt-rektörü-ile-mutlu-türkmen.jpg

D. Mehmet Doğan ve Bayburt Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mutlu Türkmen

Bu yazı toplam 238 defa okunmuştur.
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim