Genelde her Müslüman evinde çeşit çeşit, seccade, kıblegâh, takke, başörtüsü v.b. bulunur. Ancak Sarık, Mest, Cübbe her evde olmayabilir.
Bizim eski evimizde vardı.
Beni mest ile tanıştıran dedem oldu. Bir sabah namazı vaktinde “Duman” adlı pisiğin ayağına basmış, hayvancığaz acı acı bağırınca ben de sıçrayıp kalkmıştım.
Malum; bir başlayıvermesin hafıza sakladıklarını ardı ardınca sıralamak üzere herhangi bir izin beklemez. Denize atılan balık ağı nasıl hesapta olan olmayan envai çeşit deniz canlısı getirirse, hafıza ummanı da tetiklenmeyi görsün nice hatırayı resm-i geçide koyar.
Çocuk ruhu işte, Duman isimli pisik yani ev kedimiz , ömrü tamam olup ölünce ona, bahçemizde bir mezar donatmıştım. Ölüp giden insanların kısa zamanda unutulduğu hatırlanırsa bu hayvancık hafızamda ne kadar yaşayabildi artık bunu siz düşünün.
Konumuz “Mest”…. Konudan ayrılmaksızın yürüyüşe devam edelim:
Rahmetli dedem abdesti bütün rükünlerine dikkat ederek ve ataların dediği gibi “yel” gibi alırdı. Namazda huşu içinde olur; sureleri tertil ile okur kâde, rukû ve secdeyi , Allah Elçisinin sünneti üzerine ikame ederdi.
Dedem namazı o kadar huşu ile kılardı kı, bu huşu biz çocuklara da sirayet eder o namazdayken çıtımız çıkmazdı.
Bu hal, “Abdestinden şüphesi olmayanın namazından şüphesi olmaz” öz deyişinin bir ürünü olmalıydı. Hatta dedem abdest-namaz ilişkisini; geçmiş- şimdiki zaman ve gelecek tezgâhına uygular ; “Geçmişinden sıkıntın yoksa, anından da sıkıntın olmaz” mealinde sözler söylerdi.
Mest konusu açılınca bir acem sözünü atlayarak geçmek olmaz.
Azeri Türkleri de mes ederler ama biz sünniler “bu şekilde alınan abdest mekruh olur” deyince:
“Geçi derisine mes olar da, benim öz gönüme nece olmaz?” diye
espirili bir soru ile cevabı yapıştırırdı.
Bütün mest giyenlerin olduğu gibi dedemin mestlerinin de ayrılmaz bir arkadaşı vardı: Lastik ayakkabı.
Erzurum’da “Cıslavet” lastikleri gözdeydi.
Abdestte sağladığı kolaylık sebebiyle özellikle yılın soğuk aylarında camilerin ayakkabılıkları mest-lastiklerle dolardı.
Bir keresinde Cıslavet lastiğini vaaz veren hocanın suratına fırlatan bir çılgın dahi cemaat arasından çıkabilmişti.
Lastik bahsine kâfi ve vâfi deyip tekrar mest konusuna dönelim.
Mest imali ile uğraşan esnafa kavvaf onların alış veriş merkezine de kafaflar çarşısı dendiği bilinir.
Çoçukluk günlerimizde yolumuz kafaflar çarşısına sıkça düşer, bir elinde iğnesi diğer elindeki bizi ile icra-i sanat eden kafaf ustalarını seyre koyulurduk. Kavaf dükkanlarının hiç birinde câmekân bulunmazdı. Çoğunun kapısı dahi yoktu. Akşamları kepenkleri kapatıp kolunu vurup giderlerdi. Hiç şüphem yok ki dedemin mestleri de bu dükkan tezgahlarından birinden çıkmıştı.
“Nicedir ol hikâyet ?” diyip Erzurum’un mest kültürünü dilimiz döndüğünce anlatmaya çalıştık.
Gelip geçmiş Mest ustalarına rahmet, yeni kuşak mestçilere “Kolay gele” dileklerimizle, selam ve muhabbet..
27.Eylül 2014
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.