• İstanbul 16 °C
  • Ankara 18 °C

Demokratik Değerlere Dayalı Hakimiyet savunucusu Hüseyin Avni

M. Çetin BAYDAR

Türkiye Siyâsî Hayâtı  üzerine sadra şifâ kelâm edeceklerin er geç keşfedecekleri bir şahsiyet olan Hüseyin Avni Bey’i bundan altmış dört yıl  önce  Rahmet-i Rahmân’a tevdî etmiştik.

Siyâset ahlâkının teori ve pratik muallimi, TBMM’nin yiğit ruhlu yılmaz hatibî Hüseyin Avni Bey’i, ne yazık ki düşmanları kasten unutturdu, dostları ise gafletle bir kenara itti.

Hüseyin Avni, siyâset sahnesini dolduran zorba yahut mızmız, mukallid yahut dalkavuk  eşhâsın, hiçbir zaman kavrayamayacağı bir seciyeydi.

Onu, büyük ruhla hayata bakanlar izleyebilirdi.

Mehmed Akif, Nureddin Topçu, Samet Ağaoğlu, Hüseyin Siret, Tarık Buğra; siyasi mücâdeleyi bir ahlâki vecîbe olarak kavramlaştıran  bu hayat kahramanını tebcil ederek cemiyete tanıtmaya çalıştılar.

Hüseyin Avni’nin mihnetsizce parlayan hür anlı; îzânını ve ruhunu kendinde mahfuz tutarak gerçek arayışına çıkmış gerçek sol entelektüelleri de etkileyecek, bu kez hür düşüncenin bu cephesi  onu Türkiye’nin ilk demokrat şahsiyeti olarak tebcil edecekti.

Bundan tam bir asır önce yâni yirminci yüzyılın başında, o, köyünden ayrılıp tahsil için Erzurum’a geldiği yıllarda dünya içten içe kaynıyordu. Altı asırlık imparatorluk artık son yıllarına dayanmış, yalan yanlış bulduğu her türden yeni fikre sarılan   yeni nesil; cemiyeti, hızla yaklaştığı bu ‘mukadder son’dan kurtarmak için çırpınıyordu.

Hüseyin Avni, gizli cemiyetlerin cirit attığı; komita faaliyetlerinin örgütlediği isyan, protesto ve  ayaklanmaların sarstığı bir şehir olan Erzurum’da ilk gençlik yıllarını geçirdi.

Mülkiye İdadisinin Ziraat Bölümünde okuyan Hüseyin Avni, Prens Sabahaddin ve arkadaşlarının Paris’ten yönettikleri ünlü 1906 Erzurum Jöntürk Kıyâmı’nı bir lise talebesi olarak adım adım izledi.

Siyasi komitacılığın Anadolu’daki ilk silahlı siyâsi örgütü olan  “Can Veren Teşkilatı”ndaki delikanlı öz, Hüseyin Avni  çağındaki gençleri siyasetin şeytani müsellesi olan dâva+parti+lider tezgahına çekmekteydi.

Erzurum’daki Jöntürk Kıyamı bu hayhuy içinde güçlükle bastırıldı, 2. Meşrutiyeti ilân şerefi (!) Selanik Jöntürkleri’ne kaldı.

İkinci  Meşrutiyete tekaddüm eden yıllar, Hüseyin Avni’nin İstanbul yıllarıdır. Kümbet Köylü Gençağazâde Hüseyin Avni Bey’in lise tahsili Vefa idadisinde itmam olunur, ardından Hukuk mektebi biter.

İkinci Meşrutiyet ve onu takib eden siyâsi hercümerci bizzat içinde yer alarak yaşayan Hüseyin Avni Bey, 1913 yılının parti mücadeleleri ve Balkan sarsıntıları arasında İstanbul’da Avukatlığa başlar.

Artık Birinci Cihan Harbi kapıdadır.

Bu yıllarda Siyâsetin Şeytâni Müselles’lerinden birisi  (İttihad ve Terakki Fırkası) Babıâli Baskını ile bütün rakiblerini yok ederek iktidar koltuğunu zapteder.

Gizli iktidarın günümüze kadar süren çeteleşme olgusu bu baskınla “Bir siyasal otorite modeli” hâline gelecek, birinci Meclis’ten başlamak üzere siyasi zorbalığın çirkin mektebi böylece kurulacaktır.

Merkezi Umumi’nin  komitacı yöntemlerle teşekkül ettirilmiş otoritesinden başka bir otorite tanımayan İttihat Terakki Partisi’nin, Alman İmparatorluğu taşeronluğuna razı olup irâdesini Alman kurmaylarına terkederek ülkeyi Dünya Savaşına nasıl soktuğunun ve hangi anlamsız cephelerde vatan evlatlarını nasıl kırdırdığının acı tafsilâtı, cümlenin mâlumudur.

Osmanlı’nın son münevverleri bu savaş başlayınca her türlü siyasi hamakate rağmen savaş cephelerine koştular. İki ana cephe vardı ki, adeta gençliğin kanı ile besleniyordu: Çanakkale ve Kafkas Cepheleri.

Hüseyin Avni ata topraklarının bulunduğu Kafkas Cephesinde bir yedek subay olarak dört yıl boyunca savaştı.

Hüseyin Avni’nin, yeni mualîmi, mazlum Anadolu insanı ile birlikte  yaşadığı bu milli trajedi oldu; Bu büyük ders, onu , gençlik heyecanları ile bulaştığı Siyasetin Şeytâni Müsellesinden kurtarmaya yetmişti.

Yiğit ruhunu bu terbiyevi tecrübe suyu ile yıkayan Hüseyin Avni, artık arınarak bir siyaset bilgeliğine doğru yol almaktaydı.

Erzurum Kongresi, 13 asırlık bir hülya olan “şûraya dayalı bir siyaset modeli” adına atılmış bir tarihi çığlıktı. Hüseyin Avni, samimî hançeresi ile bu tarihi çığlığı koparanlardan biriydi. Ama Siyasetin Şeytânî Müsellesi, kongrenin gizli kapıları ardında bilinen komitacı ağlarını örmeye devam edecek, sonu, ittihat Terakki’nin Birinci takımının ikinci takımı tarafından tasfiyesine kadar gidecek olan çeteci oyunları arasında, şûra ve demokrasi ümidi yok edilecekti.

Hüseyin Avni Bey İstanbul’da son kez toplanacak olan Osmanlı Meclis-i Mebusânı’na Erzurum Milletvekili sıfatıyla katıldı.

Ama onu bir siyaset bilgesi ve mücâhidi hâline getirecek asıl süreç, Birinci TBMM  faaliyetleri ile başlayacaktır.

Birinci Meclis, şahısların ve partilerin eşit şartlarda yarışması sonucu seçilmişlerden oluşan bir meclis değildi. Bir anlamda İttihad Terakki Partisi’nin siyasi kanatlarının temsilcilerine şans tanınmış bir kurucu meclis görünümündeydi.

Birinci Meclis’te İttihat Terakki’nin Balkan ve Kafkas kanatları ile Anadolu Kanadı kısa zamanda ayrıştı.

Anadolu Kanadı, İkinci Grup adıyla kümeleşiyordu.

Hüseyin Avni İkinci Grub’un öncüsü ve hatibi idi.

Asırlarca padişah irâdesine tâbî olmuş bir millet, öz iradesini bir şûra (TBMM) çatısı altında şekillendirmeye çalışırken bu irâdenin padişahlık sonrası gaspı konusunda, ufukta tehlikeler vardı. İkinci Grup bu tehlikeleri farketmişti.

Fransız Devrimcileri,  kilise despotizmini yok ettikten sonra kiliseden boşalttıkları yeri cumhuriyetçilik adına aynı despotizimle kendileri doldurmuşlardı. İkinci Grup mensupları Padişah iradesi’nin yerini almak üzere tasarlanan  TBMM’nin de, eğer gerçek şûrevî fonksiyonu bulunmazsa, siyâsî saltanatın şekil değişmekle beraber bu kez şahıs, zümre veya parti diktatörlükleri ile özde devam edeceğini söylüyor, günümüzdeki demokrasi sancılarını, ta o zamandan haber veriyorlardı.

İkinci Grubun ilk önemli tepkisi Hüseyin Avni, Celâleddin Arif, Süleyman Necati ve Kadı Raif Efendi’nin başını çektiği, “Taşradan (Erzurum’dan) bir çevirme ile siyasi irâdeyi hakim kılma” projesiyle oldu.

Ankara’ya hâkim olmuş gözüken Balkanlı ve Kafkaslı ittihatçılara, Anadolu’nun bir cevabı olması gerekirdi ve bu cevabın verileceği yerlerin başında da Ankara’ya en büyük desteği veren ve Kâzım Karabekir’i de ayakta tutan Erzurum’dan gelmekteydi.

Bu siyasi manevrâ, düşman tehdidinin artması ve Karabekir’in mütereddit davranışları sebebiyle akîm kaldı.

Zaten, vatana yöneltilmiş tehlikeler arttıkça, farklı siyâsî niyetler de geri planda kalıyor, siyasi hesaplaşma kurtuluş sonrasına bırakılıyordu.

Nitekim İkinci grubun tasfiyesi, grup üyelerinden birkaçının fâilî meçhûl cinâyetlerle yok edilmesi kurtuluş sonrası sürecinde ortaya çıkacaktır.

İkinci Dönem TBMM seçimleri sonucu İttihat Terakkî’nin Anadolu Kanadı tasfiye olmuştu ama İstiklal savaşının kumandanları ile İttihat Terakki’nin birinci takımının bakîyeleri hâla meclisteydi.

Bu grup kısa süre içinde bir siyasi teşekkül oluşturarak Terakkiperver Cumhuriyetçi Fırka’ya vücud verdi ve TBMM’de 29 kişilik bir grup oluşturdu.

Hüseyin Avni Bey’de bu yeni Fırka’nın kurucuları arasındaydı.

Ama 2.Grubu tasfiye eden güç Terakkiperver Fırkayı da kısa zamanda siyaset dışına itecek, bu fırka’nın bir iki istisna dışında bütün mebusları TBMM’den çıkarılacakları gibi, mebusların önemli bir bölümü ile parti önde gelenlerinden bir çoğu îdam sehbalarında can verecekti.

Hüseyin Avni de îdamlıklar arasında olarak  Aliler Mahkemesi’nin önüne çıkarıldı. Ama onu mahkum edecek uydurma da  olsa bir delil ortaya koyamadılar. Arkadaşlarının mazlûmen îdam sehpalarına çıkarılmaları bu ahlâk adamını isyan ettirmeye yetiyor, ölüm eşiğiden dönüp  beraat ettiğini bildiren Kel Ali’nin yüzünü karşı “Bu güne kadar namusumdan emindim, fakat şimdi şüphe ediyorum” diyor, Kel Ali’nin “Niçin?” sualine karşı verdiği “Hepsi de benden bîgünah ve namuslu arkadaşları astınız, ben de ne gibi  namussuzluk gördünüz ki, bu şerefli ölümden esirgediniz?” cevabıyla, nasıl bir siyasi ahlâk adamı olduğunu ortaya koyuyordu.

Türkiye’nin demokrasi ümitleri, birinci ve ikinci meclislerindeki muhâlefetin kanlı bir biçimde susturulmaları ile yok edilirken, bütün muhâlifler gibi Hüseyin Avni’nin gözaltı hayatı başladı.

Tek Parti siyasi komiserleri onu zaman zaman yokluyor, siyasi alâkalarını ölçmeye çalışıyordu.

Ali İhsan Sabis Paşa hatıralarını kaleme aldığında, kendini yargıç önünde buluyor, Hüseyin Avni de, bu göz dağı operasyonunda ihmâl edilmeyerek bil vesile istintâk olunuyordu.

Yargıç’ın Hüseyin Avniye yönettiği “Ali İhsan Paşa, bu kitapları ne maksatla yazmış olabilir ?” sorusuna verilen cevapta  bir siyaset mualliminin ruhları dirilten nefesi vardır: “Bana Ali ihsan Paşa bu kitapları niçin yazdı diye sormayın, “sen niçin böyle kitapları yazmadın?” diye sorun.”

İşte bu seçkin ruhtur ki, siyasetin karşı saflarını seçerek yoluna devam eden

eski arkadaşlarını cezbediyor, 1939’lara ulaşılan günlerde Refik Saydam gibilerine “Sen bu çamura , bu leşe bulaşmadın, içimizde temiz olarak yalnız sen kaldın, sana gıpta ediyorum”  dedirtiyordu.

Meclise, kürsülere sığmayan adam; dosta dost, hasma hasım bu siyaset  yiğidi Hüseyin Avni’yi, pek az tanıyoruz.

“Dünyada hiçbir lezzet, vicdan huzuru kadar kalıcı ve insan ruhunu besleyici olamaz” diyen bu insanın son yıllarında, çok partili hayata yeniden izin verildi.

Nuri Demirağ’ın kurduğu Milli Kalkınma Partisi’ne bir ara destek veren Hüseyin Avni Bey  “Ruhumda bazı heyecanlarım kaldı, onları da tüketip sonra öleyim”düşüncesiyle son çıkışlarını yapmaktaydı.

Vefatının ellinci yılında Hüseyin Avni elbette kendisine gönderilecek fâtihalardan hissedâr olacaktır, ama “Hüseyin Avni karekterinin, hayat sınavından geçen yeni kuşaklardan beklediği nedir?” diye sorulursa, onun şu sözleri sanırım, herkesin kulağına küpe olacak mahiyettedir:

“-Bin fâtiha, bin mevlûd yerine birtek haksızlığa mâni olmak fazîletini gösterirsek, ruhlarımızdaki hicran bir nebze diner!..”

23 Şubat 1961 Fahrettin Akkutlu’nun Valiliği  27.02.1961-20.10.1962

Bu yazı toplam 2045 defa okunmuştur.
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim