• İstanbul 18 °C
  • Ankara 23 °C

Devlet mi Danıştay’a danışıyor, Danıştay mı devlete?

D. Mehmet DOĞAN

Bir süredir, Ankara’nın yeni “devlet mahallesi”nde geçiyor günlerim. Elbette mecburiyetten. Arada bir çıkıp dolaşıyorum.

Karşıma ilk Danıştay çıkıyor. Sonra Tarım Bakanlığı, Ticaret Bakanlığı, derken Şehircilik Bakanlığı…Bunlardan daha erken zamanlarda Diyanet İşleri Başkanlığı da burada mekân tutmuştu. Hem de Millî Güvenlik Kurulu’nun tam karşısında!

Biz Ankara’nın asıl Devlet Mahallesi’ni iyi biliriz, ömrümüz oralarda geçti. Devlet’i Hacıbayram Camii minaresinin gölgesinden çıkarmak için “mabedsiz” Yeni Şehir’de bakanlık binaları yapılmaya başlanmıştı. 1930’larda bakanlık binaları yapılırken, “Güven Anıtı” da dikiliyordu! Bildiğim kadarıyla ilk tamamlanan binalar Erkân-ı Harbiye (Genelkurmay) ve Millî Müdafaa Vekaleti binaları idi. Devlet Mahallesi’nin en sonda, yani en güneydeki ve en büyük yapısı TBMM binası idi. En son o bitti, yeni Meclis 1960 darbesinden sonra açılabildi!

Bölgede Başbakanlık dahil vekaletler yapıldıkça, bu kurumlardaki üst yöneticilerin ikamet edeceği binalar da düşünüldü. 1940’larda Saracoğlu Mahallesi inşa edildi. İşte devletlilerin evleri böylece yapıldı. O zamanki iddia, Erzincan depremine Romanya’dan gelen ahşap malzemenin burada kullanıldığı yönünde idi. DP. iktidara gelince mahallenin adını Namık Kemal’e tahvil etti.

Biz bu mahallede hiç ikamet etmedik, fakat neredeyse her gün oralarda olduk. Bu mahalleye gazino olarak inşa edilen bir yapı, mahalle ahalisinin itirazlarına rağmen 1948’de Milli Kütüphane’ye tahsis edilmişti. İşte biz 1960’ların sonlarında Millî Kütüphane’ye dadandık. Üniversite yıllarında Tarih Kurumu için buradaki gazete arşivinden taramalar yaptık. Millî Kütaphane’yi o kadar çok benimsedik ki, burada açılan bir kütüphanecilik kursuna devam ederek “sertifikalı kütüphaneci” dahi olduk!

Tabiî bina zamanla yetersiz hale geldi… Yeni bir Millî Kütüphane binası yapıldı, bizim gönlümüz merkezî kısmı tek katlı, yanları iki üç katlı bahçe içinde bu yapıda idi, yenisi ile bir türlü imtizaç edemedik. İşte o yıllarda Türkiye Yazarlar Birliği Hatay Sokağındaki 40 m2lik yerinden çıkıp Müdafaa Caddesinde 210 m2lik bir daireye taşındı. Kızılay Meydanı’na, Güven Parkı’na bakan bir daire…Devlet mahallesindeki günlerimiz böylece süreklileşti.

Hâlâ buralardayız…

Devlet mahallesinin şimdiki hali bize hazin geliyor! Bir zamanlar devletlilerin oturduğu yapılar boşaltıldı. Binalar harabeye yüz tuttu…

Tabiî bu arada Devlet buradaki mahallesini terk edip Eskişehir yoluna doğru göçmeye başladı! İlk Tarım Bakanlığı taşındı galiba. Danıştay onun karşısında. Tarım Bakanlığı binası, çirkin bina nasıl olur, onun resmi. Devasa binayı bir T harfi uğruna rezil etmişler! Sonra diğer bakanlıklar…Devlet binaları eskiden birbirine çok yakındı. Birinde işinizi bitirip diğerindeki işinize koşabilirdiniz. Şimdi? Şimdi hem birbirinden uzak hem de yüksek güvenlikli! Giriş bir mesele, çıkış ayrı bir mesele! Etrafları duvarlarla, demir çubuklarla ve jiletli tellerle çevrilmiş! Halk Danıştay’ın veya Tarım bakanlığının bahçesine girse ne olur ki? Duvarları, demir çubukları aşıp ne yapılabilir ki bir de dikenli-jiletli tel koymuşlar üstüne?

Devlet diyeceğim ama doğrusu bürokrasi halkla arasında duvarlar, demir çubuklar ve hatta dikenli-jietli teller koyuyor!

Çocukluğumdan hatırımda: Sabahları yolumuzun üzerinde Harita Komutanlığı vardı. Nizamiyesinde askerler beklerdi, biz onların gözünün önünde, komutanlığın iki binası arasından geçip giderdik. Yine çocukluğumdan hatırladıklarım: Çankaya köşkünün bahçesinde millet piknik yapardı. Bir defasında orada dondurma yediğim hatırımda kalmış. Ulus’taki 2. Büyük Millet Meclisi binasının havuzlu bahçesi “Millet Bahçesi” olarak anılırdı ve millet burada oturur kalkar, yer içerdi…

Bu yüzden şimdi bu duvarlar, demirler, çitler, dikenli ve jiletli telleri havsalam almıyor! Devletin güvenliği artık böyle ihlal edilmiyor. Bir siber saldırı ile içten çökertilme tehlikesi var.

Eski Danıştay, Dergâh kitabevinin de bulunduğu Zafer Çarşısı’nın karşısında idi. Bölgenin en büyük binası idi. O zamanlar Danıştay’ın kitap meraklısı üyeleri vardı, bunlardan sonraları “gönül sohbetleri” yapan Sabri Tandoğan’ı rahmetle analım.

Ne oldu ise, bu gökdelen vari bina yetersiz hale gelmiş! Şimdi 5 bloktan (başkanın bloku hariç) meydana gelen bir Danıştay var. Ayrıca sağlık merkezi, ana okulu filan olan bir Danıştay külliyesi! Yargı bürokrasimize de yakışır hani!

Binalar arasındaki farklara bakarak şunu söylemek ihtiyacını hissediyorum: Bürokrasi devletten daha hızlı büyüyor! Bir bakanlık binası yapılıyor ki, vaktiyle bütün bakanlıkları içine alabilecek büyüklükte! Anlayacağınız, burası bürokratik devletin mahallesi!

Danıştay geniş bahçesinin içinde binanın muhtelif yerlerine Danıştay’ın alametleri asılmış; şimdilerde “logo” deniliyor. Galiba binaya taşınırken, yapılmış bu “logo”. Maalesef çok primitif bir alamet! Daha kötüsünü yapmak zor! Bir kitap, üzerinde danıştay yazıyor, kitabın altında bana meşe yaprağı gibi gelen yapraklar var. Kitabın üzerinde yazılanların tamamını aktarmadım: “TC Danıştay 1868”.

1-077.jpg

Birden bir çocuk tasavvur ettim, yanımda. Logodaki TC’yi gösterip soruyor: “Cumhuriyet’i Danıştay mı kurdu? Çumhuriyet’ten 45 sene önce kurulduğuna göre?”

Bu soruya cevap vermek gereksiz mi sizce?

Danıştay Cumhuriyet’ten önce var, Yargıtay var, Sayıştay var…Birçok bakanlığın kuruluşu elbette cumhuriyetten eski. Hele Kara Kuvvetlerimiz bu yıl 2230. kuruluş yıldönümünü kutlamaya hazırlanıyor. Bu aslında ordumuzun kuruluş yıldönümü.

Çocuk şu soruya da soruyor nedense: “Atatürk önce Danıştay’ı kurdu sonra Cumhuriyet’i mi kurdu?” Ona, “Atatürk doğmadan 13 sene önce kurulmuştu. Onu bir padişah kurdu, Sultan Abdülaziz” dedim.

Çocuk dahi Cumhuriyetin yeniliğini, devletin eskiliğini kavrayabilirken, koca koca adamlar, tarihimizi cumhuriyetle başlatmaya devam ediyorlar. Öbür türlü kurucu lider efsanesi çöpe gidecek, bunu kabullenmeleri mümkün değil!

Danıştay başkanının kutlama mesajını kurum sitesinden okudum. Başkan Danıştay’ın 10 Mayıs 1868 tarihinde Sultan Abdülaziz’in fermanı ile kurulduğunu yazıyor da, asıl adının ne olduğunu yazmıyor! Tabiî bu kuruluşun öncesi de var, lâfı uzatmayalım.

“Danıştay eski de, ismi yeni”, dedim meraklı çocuğa…Aklı erdi mi bilmiyorum. Danıştay’ın fransızcası Le Conseil D’Etat. Şimdi çevrilse Devlet Konseyi olarak çevrilir. İlk adı Şura-yı Devlet’ken de, daha sonra Devlet Şurası iken de fransızca isim aynıydı. Bu tuhaflığı çocuğa nasıl anlatayım?

“Oğlum senin adın önce önce Nuri idi sonra Aydın oldu” mu diyeyim?

Şûra-yı Devlet Cumhuriyet’ten sonra Ankara’ya taşınınca Devlet Şûrası oldu. Aslında güzel ve anlaşılır isim bu. Bu devam etmeliydi. Danıştay kelimesinden, kurumun ne yaptığına dair bir mana çıkarmak kolay değil. Devlet bu isim verildikten sonra Danıştay’a danışmaya mı başladı?

Şu sıralar Devlet’in Danıştay’a danıştığını duyan var mı?

Danıştay Devlet’in idari tasarrufları ile ilgili davaları gören bir yüksek mahkeme…

“Danış” kelimesi türkçe mi? bu soru tuhaf bulunabilir. Hadi bunu geçelim, danışman türkçe mi? “Danışman”ın farsça “danişmend”den aparma olduğunu biliyoruz da, Danıştay’ın “danış”ı hakkında fazla bir bilgimiz yok. Danışmak türkçe bir fiil olmalı. Daniş ise farsçada “bilgi” demek. İki dil arasında bir alışveriş olması mümkündür. Bazen hangi kelime türkçe hangisi farsça ayırmak zor gerçekten.

Gelelim “tay”a…Doç. Dr. Şahap Bulak hoca, “Türkçede -tay diye bir ek yoktur. Moğolcadan Türkçeye geçmiş ‚kujrilta‛ kelimesinden gelen‚ kurultay‛ kelimesine yersiz bir örnekseme ile‚ danıştay, sayıştay, yargıtay, kamutay, çalıştay‛ kelimeleri yapılmıştır.” diyor. Tabii o da eski dilcilerimize F.Kadri Timurtaş, Tahsin Banguoğlu ve Hamza Zülfikar’a atıfta bulunuyor.

Tay felaketinden kamu-tay adı verilmek istenen TBMM kurtuldu, bir de “duruş-tay’ yapılmak istenen mahkeme!

Bugün hatıralardan hareketle yazdık, orta mektepten bir hatıra: Kimya öğretmenimiz Melih Kınay, bazen arıdılcileri sarakaya alırdı. Onun söylediklerinden hatırımda kalan: Sargıtay: Hastahane, Tepiştay: Stadyum!

Alamet, logo meselesine dönelim… Koca koca hukukçuların bulunduğu bir kurumda, güzellik hissinin, bediînin bu kadar kaybedilmiş olmasını nasıl açıklayalım? Bediî, yani estetik! Güzel kavrayışının öğretim sisteminde yeri yok. Bakıyorsunuz, sanatla uğraşanlar bile ölçüleri, nisbetleri kaybetmiş. Eskiden hukukçularımız, tabiplerimiz başta olmak üzere diğer meslek erbabı edebiyatla, sanatla iştigal ederdi. İçlerinden yazarlar, bestekârlar, ressamlar çıkardı. Şimdi?

Danıştay’ın alâmetine bak, cevabı ver!

 

Bu yazı toplam 204 defa okunmuştur.
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim