• İstanbul 21 °C
  • Ankara 20 °C

“Dil değişir, çünkü dünya yuvarlaktır!”

D. Mehmet DOĞAN

“Bir ‘dilci’ ile konuştum, dilim lâl oldu!”

Uydurma dil savunucuları, ki artık çoğu akademi camiasındadır, “dil değişir” mitine sığınıyorlar. Bu bizim 90 yıllık hurafemiz!

Elbette dil de değişir! Dünyada değişmeyen bir şey yok.

Fakat, ne kadar? Nereye kadar? Ve nasıl?

Türkiye’deki müdahaleci değişme ile, böyle bir zorlamaya maruz kalmamış dilleri kıyaslıyarak hüküm vermek gerekir.

Türkiye’de dilde yaşanan değişmeyi diğer Türk lehçeleri ile karşılaştırmak bile yeterli fikir verir. Azerbaycan cumhurbaşkanının konuşmalarını dinliyoruz. İşte Karabağ zaferi sonrasındaki yaptığı irticalî konuşmada geçen kelimeler: Azad, beyanat, beynelhak (bizdeki beynelmilel karşılığı, şimdi uluslararası deniliyor), cetvel, galebe, harbî, hoşbaht, hörmet, imkân, istifade, mecbur, mesele, mülkî (sivil, Ermeniler “mülkî” hedeflere saldırdı ya), musahabe, namert, raks, sakin (yerleşik, oturan), siyaset, sulh, şâd, talep, vaziyet…

Karabağ Savaşı sırasında gördük: Azerbaycan Millî Ordusu’nu haberlerde “Azerbaycan Ulusal Ordusu” yapmak neyin nesi? Farkındaysanız Türkiye Türkçesine en yakın lehçeyi tercüme ediyoruz!

Şimdi bu kelimelerin kaçı Türkiye’de günlük dilde kullanılıyor? Hangi siyasî lider bu kelimelerle konuşuyor? Hele akademi bu kelimeleri terk edeli ne kadar zaman geçti?

Dil Kurumu sözlüğünün ilk baskısında (1945) harbî, hoşbaht yok, anlaşılan bu kelimeler tasfiye edilenler listesinde. Aradan yarım asır geçtikten sonra harbî son baskıya alınmış, “hoşbaht”a yine yer verilmemiş. Şu kelimelere de “eskimiştir” ibaresi ile yer verilmiş: Azad, galebe, mecbur, mülkî, raks (raks meğer TDK sözlüğüne göre “bir tür dans”mış!), şâd.

Bunlar bizim müşterek kelimelerimizdi; ortak türkçenin kelimeleri…Onlar değiştirmedi de biz neden değiştirdik? Her şeyden önce gönül rızasıyla mı oldu bu değişiklik?

Önce şu soruya cevap verilmesi gerekiyor: Biz bu kelimeleri kendiliğimizden mi bıraktık? Dil kendiliğinden mi değişti? “Ulus”u milletimiz kendiliğinden mi kullanmaya başladı? Mektep yerine zorla “okul” dedirten kimdi? Muallim dilin tabiî değişimi ile mi “öğretmen” oldu? Talebenin “öğrenci” olması okuyan gençlerin tercihi miydi?

Böyle olsa idi, bu dilciler yerden göğe kadar haklı idi. Evet dünya yuvarlaktı!

Dil değiştirilir: Dünya dört köşedir!

Türkiye’de resmî otorite dili değiştirmek için zor kullandı. Bu hakikati görmezden gelerek “dil değişir” demenin bir mânası yoktur. İngiliz’in dili değişiyorsa, böyle mi değişiyor, Fransız’ın dili böyle mi değişiyor? Japon dilini nasıl değiştiriyor/değiştirmiyor?

Esasen böyle bir zorlayıcı değişmenin Azerbaycan’da yapılması için şartlar daha uygundu. Azerbaycan kısa bir müstakillikten sonra Sovyet işgaline maruz kaldı. Merkezî yönetim, ilk hamle olarak alfabenin değiştirilmesini sağladı. Hıristiyanlaştırılan bir Türk kavmi olan Yakutlardan (1917) sonra Latin alfabesine ilk Azerbaycan geçti. (Sanmayın ki Türkiye harf inkılâbında öncülük etti!) Azerbaycan’da bu güya “rıza” ile oldu. Buna rıza gösterenler arasında Resul Rıza da vardı. Şair ve yazar…

Azerbaycan’ın Latin alfabesi tecrübesi çok uzun sürmedi. Resul Rıza Azerbaycan Yazarları Birliği Başkanı idi. Türk okuyucusu Resul Rıza’dan çok onun oğlu Anar Rızayev’i tanır. Anar’ın romanları, hikâyeleri Türkiye’de de yayınlanmıştır. Bilhassa “Beş Katlı Evin Altıncı Katı” romanı ilgi çekmiştir. Uzun süredir Azerbaycan Yazıcılar İttifakı Başkanlığı’nı yapmaktadır.

İşte o anlatıyor:

“Babam, Resul Rıza, 1939 yılında Yazarlar Birliği’nin başında sadece bir yıl kadar bulunmuştu. O sırada ben sadece iki yaşındaydım. Sabahın erken saatlerinde o rezil siyah volgaların[1] esrarengiz biçimde insanların apartmanlarının önünde durduğu, Stalin baskısının had safhada olduğu dönemlerdi. Hedef olarak seçilen insanları sevdikleri bir daha hiç göremedi. Aydınlar ve politik sisteme karşı muhalefet etme cesareti gösterenler aniden ortadan kayboldu. Bir çoğu belli bir sebep olmaksızın vurularak öldürüldü ya da Sibirya’daki çalışma kamplarına sürgün edildi. Bu olaylar sadece Azerbaycan’da değil bütün Sovyetler Birliği’nde gerçekleşti. Stalin’in 1953’de ölümü ve iktidarının son bulmasına kadar geçen süre içerisinde kurbanların sayısı yüz binleri bulmuştu. Bazı kaynaklar bu rakamın daha fazla olduğunu söylemektedir.”

“Annem, şair Nigar Rafibeyli, bir gün babamın değerli şair Samed Vurgun ile eve gelişlerini anlatırdı. Babam votkayı kastederek, annemden yiyecek içeçek bir şeyler getirmesini istemişti. Annem çok kötü bir şeyler olduğundan şüphelenmişti. Haklıydı da. Azerbaycan’da Stalin’in sağ kolu Komünist Partisi Birinci Sekreteri, Mir Cafer Bağırov onları çağırıp kendilerinden Erken Latin denilebilecek alfabeden, Rus alfabesine – Kiril- geçiş konusunda harekete geçmelerini istemişti.”

“Karşı koyma şansı yoktu. Emir direkt olarak Stalin’den geliyordu. Bu yüzden babam ve Vurgun akşam yemeğinde son derece üzgün bir şekilde henüz on yıl önce benimsenmiş olan Latin alfabesinin değiştirilmesi kararını değerlendirdiler. Böyle bir görevden nefret ettikleri halde karara karşı olduklarını söylemeye cesaret edemediler. Çaresiz bir şekilde bu kararı tamamen benimsemiş gibi davranmak zorunda idiler.”[2]

Stalin’in yapmadığı devrim!

Sovyetlerin zulümde sınır tanımayan zâlim diktatörü Stalin, bütün Türk lehçelerinde farklı kiril alfabelerine geçilmesini böyle sağladı. Fakat daha ötesine gitmedi, yani “alfabe devrimi” gibi bir de “dil devrimi” yaptırmadı. O yüzden bu lehçelerde, dillerde, süreklilik alfabe değişse bile, korunabildi. Anar, bugün de büyük ölçüde babası Resul’ün kelimeleri ile konuşmaya, yazmaya devam ediyor. Elbette Azerbaycan’da da dil değişti. Rusça üzerinden bir hayli kelime girdi. Fakat, Azerbaycan dili bizdeki gibi bir müdahaleye maruz kalmadı ve sentetik değişiklikler yaşamadı, uydurmacılık devlet siyaseti olmadı.

Biraz daha öteye gidelim. Özbekistan, Türk dünyasının yazılı kültürü zengin bir ülkesidir. Özbekistan dilinde/türkçesinde de böyle zorlayıcı değişiklik olmadı. Geçen sene Özbekistan Cumhurbaşkanı Türkiye’ye geldi ve Cumhurbaşkanlığı Millet Kütüphanesi’nin açılışında konuştu.

Hani her fırsatta şişiniyoruz ya: “Türkçe dünyanın en yaygın dillerinden biridir. İki yüz küsur milyon kişi türkçe konuşur!”

Öyle midir? Öyle ise neden Özbekistan Cumhurbaşkanı’nın konuşması tercüme edildi? Oysa Özbekistan cumhurbaşkanı Şevket Mirzayev’in konuşması, iyi kötü tarihle, edebiyatla uğraşmış, yani klasik türkçeye az buçuk vâkıf bir vatandaş tarafından zorlanmadan anlaşılabilecek bir hitabeydi.

Cumhurbaşkanlığı Millet Kütüphanesi’nin açılışında Özbekistan Cumhurbaşkanı’nın bulunması da fevkalade mühimdi. Batı Türkçesinin merkezi ile Doğu Türkçesinin merkezi bu vesile ile bir araya geldi. Özbekistan Cumhurbaşkanı’nın konuşmasının başka bir dilmişçesine tercüme edilmesine ne demeli? Hani onların dili türkçe değil miydi? Dünyada türkçe konuşanların rakamlarını toplarken Özbekistan’ın nüfusunu da zikretmiyor muyuz? Peki bu tercüme neyin nesi?

Şevket Mirzayev’in konuşmasında bize göre anlaşılmayacak bir şey yoktu. Şunu söyleyebiliriz: Dil devrimi felaketine maruz kalmasa idik, bu konuşmayı anlamakta güçlük çekmeyecektik!

İşte o konuşmadan zihnimde kalan bazı kelimler:

Âlem, aziz, birader, encümen, erbab, hemişe, muhterem, muhtereme (cumhurbaşkanımızın eşi için), hürmetli, ilmî, iktisadî, iştirakçi, itibar, izhar, kademî, kadir-li, kasır, kudret, marifet, maneviyat, medenî, mehabet-li, menba, minnettar-lık, mücessem, mübarek, mühim, müstakil-lik, nâyab, rehber-lik, rehnüma, salahiyet, siyasî, şöhret, şükran, tefekkür, teşebbüs…

İki teşrifat sözü: “Cenâb-ı âli” (ekselans karşılığı, devletli), “hanımlar ve cenaplar” (hanımefendiler ve beyefendiler).

TDK, ilk sözlüğünde, hemişe, kademî, kasır, nâyab, rehnüma kelimelerine yer verilmemiştir. Diğer kelimeler de bilhassa öğretim sisteminde yer verilmeyerek unutturulmuştur.

Özbekistan cumhurbaşkanının konuşmasını bugünün nesillerine anlaşılmaz kılan, Türkiye’deki Dil Devrimi’dir. Dil devrimi bizi Türk topluluklarına yaklaştırmadı, aksine müşterek kelimelerimizi yok ederek uzaklaştırdı. Bu müşterek kelimeleri tu kaka ederek dilimizden atanlar dilimize nasıl da hizmet etmişler değil mi?

Türkçeden türkçeye tercüme yaptıracak kadar müthiş bir hizmet!

Gelelim, dünyanın yuvarlaklığına…

Dil, bütün toplumlarda kültürel devamlılığın esas zeminidir. Türkiye’de ise, kültürel devamlılığı belirsizleştirme aracı haline dönüştürülmüştür.

Dilin değişmesi ile dünyanın yuvarlaklığı arasında bağlantı kuran “dilci”, dünyanın yuvarlaklığı nasıl tabii bir hal ise, dilin değişmesinin de tabiî olduğunu parlak bir örnekle ifade ediyor. Burada kıyaslama unsurunun yerindeliği tartışılabilir. Dünya dil devriminden önce yuvarlaktı, dil devriminden sonra da yuvarlak. Yani yuvarlanıp gidiyor! Dil öyle mi ya? Dilimiz dil devriminden önce türkçe idi, ya dil devriminden sonra?

Bir mütearife de biz ortaya atalım: Dünya döner, fakat yörüngesinden çıkmadan! Yörüngesinden çıkan dünyanın nasıl döneceği hakkında bir tahminde bulunabilir misiniz?

Türkiye’de dilcilerin kapalı bir dünyası var, bir fanusta yaşıyorlar. Dildeki bozulmayla ile atbaşı giden “değişme” ile yüzleşmekten kaçınıyorlar. Teori üzerinden konuşuyorlar. Bu teori işte dil devrimi fanusu içinde uydurulmuştur. Değişme miti, devrim mitinin başka bir şekilde ifadesidir.

Dünyanın yuvarlaklığı üzerinden dilin değişmesini tabiî gösterme çabasındaki “dilci”ye hitabımız şu oldu: “Hadi fransızcayı değiştir, ingilizceyi değiştir. Dilin değişmesi belli bir sınırı aşarsa artık yeni bir dil ortaya çıkar. Tanzimatın dilini tercüme esiyorduk, sıra Cumhuriyet’in dilini tercümeye geldi!”

Cevap “Fransızca latincenin değişmesi ile, daha doğrusu latince ağırlığın fransızca kökenli kelimeler lehine değişmesiyle ortaya çıkan bir dil” oldu.

“Dilci”, 16.yüzyıldaki bir değişmeden söz ediyor. Bunun üzerine, “bu ölçüsüz değişmeden sonra türkçeden çıkan bu dile ne ad vereceğiz?” sorusu geldi elbette.

Cevap: “Dilimizin adı Türkçe, bunda bir sorun yok. Ayırmak istersek Osmanlı Türkçesi diyoruz eskiye. Kimse 16.- 17. yüzyılın Türkçesini yazmıyor bugün.”

Biz 20. Yüzyıldan, hatta 21. Yüzyıldan bahsediyoruz, “dilci” bize üç-dört asır öncesinden örnek veriyor. “Osmanlı Türkçesi deriz” deyip çıkıyor. Zaten “Osmanlı Türkçesi” dediğimiz bir devir var. Biz Cumhuriyet döneminden söz ediyoruz. Demek ki, Cumhuriyetin 80 yılı da Osmanlı türkçesine dâhil miş!  Türkçenin doğuşu için 21. Yüzyılı beklememiz gerekiyor muş!

Övünelim: Dünyanın en yeni dili “türkçe”!

Dil ve Edebiyat Dergisi, haziran 2021
 
 
e3bwexbxiaamnah.jpg

[1] Volga, Sovyetler Birliği döneminde yüksek mevkidekilerin lüks otomobili. 2011 yılından sonra imalatı durmuştur.

[2] Anar Rızayev: “Satır Aralarını Okumak Azerbaycan’daki Alfabe Reformunun Tarihi Üzerine Şahsî Düşünceler” Azerbaijan International (8.1) İlkbahar 2000, Los Angeles, S. 54,55 (Çeviren: Ali Erol, Türk Dünyası İncelemeleri Dergisi, C. 5, S. 2 Kış 2005)

Bu yazı toplam 239 defa okunmuştur.
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim