Diyarbekir’de bir Osmanlı sadrazamı…

D. Mehmet DOĞAN

(Diyarbekir intibaları 2)

Beş yıl Diyarbekir beylerbeyiliği yapan Özdemiroğlu Osman Paşa, sefer üzereyken, sadrazam olarak 60 yaşında Hakka yürür…Onun Diyarbekir’e atı Kaytas’ın üzerinde kaç günlük meşakkatli bir yolculuktan sonra ulaştığını bilemiyoruz, nasıl karşılandığını da…

Şehre dönen resmen bir sadrıazamdır, esasen ömrü seferlerde geçen bir kahramandır. Şanına lâyık bir karşılama yapıldığını, kavuşmak istediği Diyarbekir toprağıyla böylece buluşturulduğunu tahmin edebiliriz.

1-106.jpg

Osmanlı zihninin berrak ifade tarzı Paşa’nın türbe kitabesine bütün yalınlığı ile yansıtılmıştır. Kısa ve öz hal tercümesi, yani “biyografi” işte böyle olur:

Budur Sultan Han’ın veziri

Ki fetholdu elinden mülk-i Şirvan

Yedi yıl tahtı terk etti elinden

Hudabende Muhammed Şah-ı İran

Tatar hanı oldu âsi padişaha

Anın ref’i olundu buna ferman

Koyup Şirvan’ı gitti âsi Han’a

Kesüp başın yerine dikti bir han

Dönüp Tebriz’i aldı oldu tarih

Cihanda nam koydu göçtü Osman

(993/1584)

daki Kitabeyi aktaranlar altına “Türkçe tercümesi”ni zahmet edip koymuşlar; sanki başka bir dilden çevriliyormuşçasına! İşe bakın ki, kitabenin Türkçesi “tercüme”sinden daha anlaşılır!

“Budur sultanın veziri” diyeceklerine “paşası” demişler! Vezirler paşa olur da her paşa vezir olmaz! Hadi vezir bugün bilinmez dersen, “bakanı” de bari! “O fethetti Şirvan idaresini!” Buyurun Türkçeye! İdare nasıl fetholunur? “Mülk” ülke, memleket, hatta devlet demektir. Osman Paşa Şirvan ülkesini fethetmiştir. “Tatar lideri” de neyin nesi? Ona “Tatar Hanı” derler. Zaten metinde bu var. Padişaha başkaldıran Tatar hanının ref’i (ortadan kaldırılması) Osman Paşa’ya buyruldu. O da Şirvan’ı bırakıp âsi hana gitti, başını kesip yerine bir han dikti, yani tahta oturttu! “Başını kestikten sonra bir han yaptı” ne demek? Yani Tatar hanını öldürdükten sonra han inşa etti gibi bir şey!

Tarihî eserlerin maddesini korumak elbette mühim, fakat maneviyatını yani muhtevasını ayakta tutmak da ondan mühim! Gerekli bilgileri vermek ve bunu doğru dürüst yapmak da buna dahildir!

2-095.jpg

Tarih yoksa, Diyarbakır yoktur!

Şehrin meşhur kara taşı (bazalt) birçok tarih hazinesini ayakta tutmaya devam ediyor. Bu yanardağ taşlarıyla inşa edilen yapılar asırlara meydan okuyor. Şehir aynı zamanda Âmid olarak adlandırılır, Evliya Çelebi Rum, yani Anadolu tarihçilerinin şehre bütün kapılarının taşı kara olmakla “Kara Âmid” dediklerini ve padişahın tapu kayıtlarının tutulduğu tapu dairesinde öyle kaydedildiğini belirtir. Surlar kapılarıyla, burçlarıyla başlı başına bir tarih. Üzerinde yazı, kitabe olanlar zaten okunur tarih, kitabe olmayanlar da inşa tarzlarına göre, erbabınca tarih olarak okunabilir.

Diyarbekir surlarının onarılması, büyük bir resmin çerçevesinin ihyası gibi. O büyük resim bu kıymetli çerçeve ile anlam kazanır.

Çerçeve içine alınmış büyük resimde neler var? Önce mabedler. Diyarbekir büyük camileri, mescidleri, tekkeleri yanında kiliseleriyle de hatırlanması gereken bir şehir. Evliya Çelebi, Diyarbekir’in fethini hz. Ebubekir devrine götürüyor; yani öylesine erken. Buna rağmen şehirde kiliseler ayakta kalmaya devam ediyor. Bu bize hoşgörü satan batılıların aklının ermediği bir şey. Endülüs’te bir tek cami bırakmadılar, Avrupa’nın en eski camisi ancak yüz yıllık!

Diyarbakır denilince ilk akla gelen mimarî yapı Ulu Camii’dir. Şam Emeviye camii ile benzerlik taşıyan yapı, köklü ve zengin bir tarihe sahip. Tek başına bir yapı değil, çevresindeki yapılarla birlikte bakıldığında şehirdeki merkezi rolü daha fazla ortaya çıkıyor. 1977’de Ulucami belgelik filmini çekerken minaresine çıkıp şehri temaşa etmiştik. Daha betonlaşmanın geniş sahalara nüfuz edemediği bir zamanda gördüğümüz manzara bizi büyülemişti. Diyarbekir bir minareler şehri idi; bu demektir ki, bir camiler şehridir. Minareler devirlerine göre farklı şekilleriyle, mimarî tarzlarıyla bilhassa dikkat çeker.

Şimdi tamamen elden geçirilmiş bakımlı bu ulu mabedde namaz kılarken 45 yıl öncesine zihnimizin gidip gelmesi şaşırtıcı değildir. Günün her saatinde ibadet edenlere, Kur’an okuyanlara, murakabeye dalanlara rastlayabileceğiniz nadir mabetlerdendir Ulu camii. Avlusu, şadırvanları…çeşitli devirleri temsil eden sütunlarının zenginliği…Cümle kapısının iki tarafında aslan ve boğa alçak kabartmaları…Her biri bir devir, bir geçmiş zaman işareti olarak varlığını ilan eder.

Velhasıl birçok unsuru bir araya getiren muazzam bir tarihî yapı…

Yakınında bulunan camilerden dört ayaklı minaresiyle Şeyh Mutahhar Camii hemen hatırlanıyor. Cami Akkoyunlu beylerinden Kasım Bey eseri. Yekpare dört taş sütun üzerinde dört köşeli olarak inşa edilmiş olan minare Diyarbekir’in en çok ziyaret edilen anıtlarından.

3-093.jpg

Tarkan Zengin’le Dört Ayaklı Minare önünde.

Bu yazı toplam 131 defa okunmuştur.
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim