• İstanbul 14 °C
  • Ankara 11 °C

Doç. Dr. Ali Faruk Yaylacı: Eğitimin Dili: Türkce mi Küreselce mi?

Doç. Dr. Ali Faruk Yaylacı: Eğitimin Dili: Türkce mi Küreselce mi?
Eğitim sistemi ve anlayışının dilininin söylem, mana ve zihniyet bakımından yani daha açık bir ifadeyle dilin ruhu bakımından irdelenmesi hayati önem taşımaktadır.

Bu irdeleme için dil konusuna dilin biçimsel özelliklerinin ötesinde toplumların kültürel mirasının ve zihniyetinin tezahürü olması yönüyle yaklaşılarak eğitimin dilinin gerçekte ne olduğu ele alınması gereklidir. Böylece bu çözümlemeye dayalı bir şekilde eğitimin dilinin gerçek anlamıyla Türkçe olabilmesinin çerçevesi çizilebilecektir. Söz konusu inceleme ve çözümleme, milletlerin kendi özgün dillerini kullanmaları bu dillere dayalı bir şekilde eğitim anlayışlarını ve uygulamalarını geliştirmeleri gerektiği kabülüne dayanmak durmundadır.

Dil konusunda yürütülen tartışmalar daha çok biçimsel özellikler etrafında şekillenirken dildeki biçimsel dönüşümler ya da önceye dönüş çağrıları abartılı savunmalara ve eleştirilere muhatap olmaktadır. Bu durum dile ilişkin esaslı bir meselenin gözardı edilmesine yararsız bir katkı sağlamaktadır. Bu mesele, kullandığımız dilin biçimsel özelliklerinden çok söylem, mana ve zihniyet bakımından neyi yansıttığı meselesidir. Burada önemli olan kullanılan dilin ruhudur. Bu ruh son iki yüz yıldır giderek artan bir düzeyde başkalaşmıştır. Elbette bu bakış açısı dildeki biçimsel dönüşümlerin önemini görmezden gelmeyi gerektirmemektedir.

Bununla birlikte dilin yansıttığı zihniyetin öneminin altını çizmektedir. Dil, etimolojik olarak ağızdaki organa, kelimeye, konuşmaya, bilgi almak için esir alınan kişiye, kabile, topluluk ve millete işaret etmektedir. Bu yönüyle dilin bir milleti diğer milletlerden ayıran özgün niteliklerin temsili olduğu söylenebilir. Bu özgün nitelikler aynı zamanda milletlerin hayatlarına yön veren zihiyeti yansıtmaktadır. Dildeki kavramlar bu zihniyet temelinde yerli yerinde kullanıldığı ölçüde gerçekte anlamda o dil kulanılmış olacaktır. Kemal Tahir’in vurguladığı üzere dil, yaşanan hayatın ayrılmaz bir parçasıdır ve otuz-kırk yıllık uydurma bir tarih ve dille sanat[1] ya da bilim üretmek mümkün olmayacaktır. Aristoteles’e atıfla söylenecek olursa[2] dil, toplumun ortak duyuş ile düşünüşünün en özlü ifadesidir. Bu nedenle bir toplumun ortak duyuşu ile düşünüşünün sekteye uğratılması günlük bildirişimlerin ve anadilin bozulmasıyla mümkün olmaktadır.

Türklerin dili ezelden beri Türkçe olagelmiştir ve bu durum özde hiçbir zaman değişmemiştir. Türkler tarih boyunca farklı dillere sahip toplumlarla temas etmişler ve etkileşimler söz konusu olmuştur. Bu etkileşimler genel anlamda Türkçenin zenginleşmesine de katkı sağlamıştır. Aynı zamanda Türkler tarih boyunca farklı alfabeler kullanmışlardır. Alfabe değişimi, köklü ve kapsamlı toplumsal, kültürel ya da dini dönüşümlerin sonucunda ortaya çıkmıştır. Teoman Duralı’nın belirttiği üzere[3] Türkler, bin yılı aşkın kültür tarihleri boyunca defalarca yazı düzenlerini değiştirmişlerdir. Söz konusu olayın nedenleri arasında Türklerin, birçok kere yurtlarının, buna ve başka etkenlere bağlı olarak kültür mensupluklarının başkalaşmış olması sayılabilir. Bu değişimlerin son örneği öncekilerin dini niteliğinden farklı bir şekilde Latin alfabesinin kabulü olmuştur. Burada da söz konusu olan da bir zihniyet ve kültür dönüşümüdür. Bu dönüşüm modernleşme ve Batılılaşma temelinde gerçekleşmiştir. Esasen bu dönüşüm süreci Osmanlı’nın son dönemlerinde başlamıştır. Bu dönüşümün mahiyeti derinlikli bir şekilde incelendiğinde yazı dilindeki biçimsel değişimlerden daha fazla önem taşıyan bir anlama işaret ettiği görülecektir.

Osmanlının son dönemlerinden itibaren dilimizde söylem, mana ve zihniyet bakımından modernleşme ve Batılılaşma ülküsü etkili olmuştur. Biçimsel olarak kullanılan dil Türçe ve kullanılan yazı dili Arap harflerinden oluşmuş olsa da söylem ve zihniyet bakımından modernist ve Batılılaşmacı bir dil egemen olmaya başlamıştır. Bu dönüşümün eğitim alanındaki yansıması ilerlemeci eğitim anlayışının dilinin yerleşmesi şeklinde olmuştur. 19.yy ve 20.yy boyunca giderek güçlenen bir şekilde ilerlemeci eğitim dili eğitim dilimiz haline gelmiştir. Günümüzdeki durumunu küreselci olarak tanımlayabileceğimiz bu ilerlemeci dönüşümün izlerini anımsatacak birkaç verilebilir. Osmanlı Döneminde başlayan Batılılaşma sürecinde eğitimimiz hakkında kullandığımız dil de tedricen dönüşüm geçirmiştir. 1860’larda resmi bir belgede yer alan şu ifadeler[4] bu bağlamda kayda değer bir örnek olabilir;

Atûfetli efendim hazretleri Nezd-i hakâyık-vefd-i hazret-i cihanbânîde tarif ve beyândan müstağnî olduğu üzere her devlet ve memleketde esbâb-ı servet ve ma‘mûriyetin başlıcası dahi hiref ve sanâyi olup ve bu emr-i lâzımü'l-itinanın an be-an ilerlemesi düvel-i mütemeddinenin akdem-i âmâl ve arzusu bulunub Memâlik-i Mahrûse-i Cenâb-ı Şahane'de ve hususuyla makarr-ı Saltanat-ı Seniyye olan Dersaâdet'de bulunan hiref ve sanâyi ashâbı malumât ve ameliyâtca mükemmel olmadığı cihetle…

Oldukça zarif bir Osmanlı Dönemi Türkçesi ile dile getirilmiş bu açıklamanın ilerlemeci karakteri dikkat çekicidir. Burada kullanılan dilin biçimsel olarak halis bir Türkçe olmakla beraber modernci ve ilerlemeci anlayışın ruhunu yansıtan bir dil olduğu ise açıktır. Yine 1867 tarihli bir başka belgede[5] zamanın ihityacına uygun bir endüstrinin gelişmesi ile eğitim arasında kurulması elzem görülen bağlar vurgulanmaktadır;

Sunûf-ı tebaa-i Saltanat-ı Seniyye efrâdının kısm-ı a‘zamı ehl-i ziraat ve bir kısmı dahi erbâb-ı san‘at olmasıyla beraber sanâyi‘-i mevcude ihtiyacât-ı zamaniyeye mukabil ve kâfî olmadıkdan başka umrânî-i memlekete bâdî olacak bazı fünûn ve maârif tedrîs ve taliminin taht-ı intizamda bulunmaması…

Osmanlı Döneminin sonlarına ait başka bir resmi belgede[6] ise eğitim bakanlığına hitaben eğitimle Batı medeniyeti arasındaki ilişki yabancı dillerin öğretimi bağlamında oldukça ilginç bir şekilde beyan edilmiştir;

Maârif Nezâret-i Aliyyesi'ne,

Devlet-i Aliyye-i Osmaniyye öteden beri Garb medeniyetine mütemâyil olmasına binâen garb lisanlarından biri olan İngilizce'nin de Fransızca gibi mekâtibde kabul ve talebe tarafından yalnız biri intihâb ve ihtiyar edilecek olan bu iki lisanın mecburî olarak talimi bi'l-vücûh menâfi‘-i kesîreyi müstelzim olacağı cihetle icra-yı icabâtının nezâret-i aliyyelerine havalesi Meclis-i Vükelâca tezekkür kılınmışdır, efendim.

Bahsedildiği üzere öten veri Batı medeniyetine eğilimli oluşumuz eğitim anlayışımızın dilini de yeniden inşa etmiştir ve bu dil özgün değerlerimizi yansıtmaktan çok Batının dilidir. Eğitimin dili haline gelen Batıcı ve modernci dil giderek etkisini artırmış ve dönüşüm geçirmiş olsa da özünü muhafaza etmiştir. 19.yy sonları ve 20.yy başları Osmanlı dünyasında görmeye başladığımız bu dili, biçimsel olarak değişmiş bir halde günümüze ait bazı resmi açıklamalarda da görebiliriz. Misal olarak Milli Eğitim Bakanlığı’nın bazı stratejik belgelerindeki birkaç ifadeye dikkat çekebiliriz. Milli Eğitim Bakanlığı’nın strateji planındaki şu açıklama[7] ekonomik kalkınma ve ilerleme ile bütünleşik bir eğitim anlayışı ve dili hakkında çok şey anlatmaktadır;

Gönlü ve bilimi, mana ve maddeyi, talim ve terbiyeyi birlikte ele alan bir bütünden beslenen bir eğitim sistemini planlamak Türkiye’nin dünyayla rekabet edecek bir eğitim sistemini kurma meselesinin hâlli olacaktır.

Söz konusu stratejik planda yer alan amaçlarda geçen bazı ifadeler de bu bağlamda oldukça önemlidir; Çağdaş normlara uygun, etkili, verimli yönetim ile organizasyon yapısı; çağın gereklerine uygun bilgi, beceri, tutum ve davranışlar; ülkenin sosyal, kültürel ve ekonomik kalkınmasına katkı sunan öğrenciler; toplumun ihtiyaçlarına ve iş gücü piyasası ile bilgi çağının gereklerine uygun

Eğitimin dilindeki modernci-batıcı ve gidrek Küreselci mahiyet tutarlı bir seyir izlemiştir.  1963-1967 tarihli Birinci Kalkınma Planı’nda eğitim, sağlık, araştırma gibi İktisadi gelişmeye hizmet eden harcamalardan bahsedilirken Yedinci Kalkınma Planı (1996-2000) insan kaynaklarının gelişitirilmesi ile eğitim reformu ilişkisine odaklanmış, her alanda rekabetçiliğin ve verimliliğin artışı temel ülkü olarak kabul edilmiştir.

Ekonomik kalkınma, verimlilik ve rekabet eğitimin bütün boyutlarına nüfuz etmiştir. Güncel eğitim müfredatında temel hayat yeterlilikleri arasında girişimciliğin[8] sayılması da bu çerçevede oldukça anlamlıdır.

Eğitimin dilinin ilerlemeci bir anlayışın etkisiyle ekonomiciliğe bu derece mahkum kılınması hem eğitimin doğası hem de özgün değerlerimiz açısından oldukça rahatsız edicidir. Oysa daha 20.yy’ın başlarında Ziya Gökalp bu mahkumiyeti ve sakıncalarını haber vermişti. İsmail Hakkı Bey’in bu yöndeki görüşlerini eleştiren Gökalp’in saptamaları önemini korumaktadır[9];

İsmail Hakkı Bey’in terbiye için gösterdiği gayeleri uygun görmedim. Yirminci asrın terbiye gayelerine, yirminci asrın en kavi, en medeni milletlerinin sahip olduğunu kabul edemem. Her milletin hususi kültürü, ancak kendisi için terbiyesi olabilir. İsmail Hakkı Bey’in gösterdiği diğer bir gaye de müstahsil yetiştirmektir. Faydalı maksatlar, öğretimin gayesi olabilir. Fakat terbiye hiçbir zaman faydacılık esasına dayandırılamaz. Türkiye’de son zamanlarda terbiyeye gayet yanlış bir hedef gösterildi: İktisadi faydalar.

Türkiye’de eğitime gayet yanlış bir hedef gösterilmeye devam edilmektedir. Ekonomik faydalar ve müstahsil yetiştirmek ilerlemeci anlayışın doğal ürünü niteliğindedir. Bu söylemin eğitimi inşa etmesi dilin biçimsel özelliklerinin ötesinde ruhu bakımından Türkçeden uzaklaşıldığına işaret etmektedir. Bu yine Ziya Gökalp’in deyimiyle milli terbiyeden de uzaklaşıldığının belirtisidir. Ziya Gökalp’e göre bir kavmin vicadınındaki kıymet hükümlerinin toplamına o kavmin kültürü denir. Terbiye bu kültürü ruhi melekeler haline getirir, bu penceren bakıldığında ekonomici, ilerlemeci ve pragmatist bir eğitimin, bizim özgün kültürümüzün ürünü olduğunu ve bu kültürü ruhî melekelere dönüştürdüğünü söylemek mümkün değildir.

Türkiye’de dil konusundaki tartışmalar daha çok biçimsel özellikler bağlamında ortaya çıktığından olsa gerek taraflar dili korumak ya da geliştirmek denildiğinde biçime ilişkin düzenlemeleri anlamışlardır. Daha Osmanlı Dönemi’nde ortaya çıkan dilde sadeleşme ya da Eski Türkçe’ye dönüş çağrıları, Cumhuriyet döneminde söz konusu olan dile devlet eliyle müdahale edilmesi gibi gelişmeler bu biçime ilişkin kaygıların eseri olarak görülebilir. Bu kaygılar dilin biçimiyle sınırlı kaldığından olsa gerek eğitimin dilindeki küreselci hegemonya görmezden gelinmiştir. Dolayısıyla eğitimin dilinde bir Türkçeleşmeden bahsedildiğinde öncelikli olarak düşünülmesi gereken husus eğitim anlayışına yön veren zihniyet olmalıdır. Bu noktada düşünce ve dil arasındaki uyum önem kazanmaktadır. Hem düşünce ile dil arasında hem de dilin kendi içinde anlamlı bir bütünlüğe ulaşmamış olması ciddi problemlere yol açmaktadır. Nurettin Topçu’nun deyimiyle “melez ve henüz dil birliğini bulmamış durum, öğretimde ciddî güçlükler, âdeta buhran yaşatmaktadır”[10] Teoman Duralı’nın da saptadığı üzere 1920’lerin sonlarından itibaren yazı ve dilin başkalaştırılması alışılagelmiş felsefe-bilim ıstılah dağarımızı büyük çapta yıkmıştır ve bunu yeniden oluşturma sorununu yaşanmaktadır[11]. Bu yeniden oluşturma gerekliliği eğitim alanında da aynı şekilde geçerlidir.

Sonuç olarak günümüz itibarı ile eğitim dilimizin büyük ölçüde küresel düzen olarak adlandırabileceğimiz bir yapının gereklerini yansıttığını söyleyebiliriz. Bu dil öz olarak ilerlemeci, piyasacı, ekonomici, yarışmacı bir dildir. Bu küreselci dilin Türkçe konuşma yoluyla ve Arap, Kiril ya da Latin harfleri ile ifade edilmesi mahiyetini ve zararlı sonuçlarını değiştiremeyecektir. İlerlemeci ya da küreselci bir zihniyetin terminoljisi ve daha önemlisi mantığı ile konuştuktan sonra kullanılan seslerin ya da yazı türünün çok bir anlamı kalamamaktadır. Oysa bütün dünya dilleri geleneksel devirlerin mirasıdır. Bu bağlamda eğitimin dili ile kimliğimiz arasındaki ilişkinin sağlıklı bir şekilde inşa edilmesi eğitimin dilinin Türkçeleşmesinin temel dayanak noktası olgusundan hareket etmek önem taşımaktadır. Her ulusun özgün dili söz konusu geleneksel devirlerin birikimini ve bu birikimin şekillendiregeldiği belirli bir kimliği yansıtır. Dolayısıyla eğitim dilimizin söylem, mana ve zihniyet bakımından Türkce olması temel gaye olarak kabul edilmelidir. Ancak günümüzde eğitimin söz konusu boyutları büyük ölçüde küreselce bir yaklaşımla ifade edilmektedir. Eğitim dilimizin Türkçeleştirilmesi esasen ve öncelikle  bazı kelimelerin söyleniş ya da yazılışları ile ilgili olmadığı gibi kullanılan alfabe ya da sembollerle de ilgili görülmemelidir.

Eğitimin amaçlarını, yöntemini, değerlendirme usullerini, başarı ölçütlerini vb. Türkce ifade edebilirsek gerçek anlamıyla eğitim dilimizin Türkçe olmasını temin edebiliriz. Eğitim sistemimize yön veren temel metinlerde, eğtimcilerin, akademisyenlerin, karar vericilerin söylemlerinde küreselce bir dilin etkisi açık seçik görülebilmektedir. Örneğin okulu bir işletme, öğretmeni işgücü, öğrenciyi ve veliyi müşteri olarak tanımlıyan bir dil esasen Türkce olmaktan çok küreselce bir dildir. Bu dil, özgün anlamıyla Türkçenin yansıttığı değerlere kıyasla Türkçe olmaktan oldukça uzaktır. Bu dil, eğitimin kendisini teknolojik bir öğretim uygulaması olmakla, eğitimin gayesini de ekonomik  hedeflerle sınırlandırmaktadır.

Teoman Duralı’nın dediği üzere bir dilin en göze çarpan serveti ile kudreti terimleşmiş söz dağarıdır[12]. Eğitimdeki servetimizin ise ne yazıktır ki küresel kültürün söz dağarından ibaret olduğu açıktır. Eğitimin dilinin Türkçe olması demek Türkçenin dayandığı kültürel birikime ve zihniyete olabildiğince yabancı olan bu küreselci dilin yerine Türkce bir söylemin kullanılması anlamına gelmektedir. Daha açık bir ifadeyle bu kullanım Türkçenin her şeye rağmen yansıtmaya devam ettiği öz değerlerinin eğitim dilinde de bütüncül ve tutarlı bir şekilde yer bulması anlamına gelecektir.

 

[1] Kurtuluş Kayalı, Türkiye’nin Ruhunu Aramak: Bir Kemal Tahir Kitabı (İthaki, 2010)

[2] Teoman Duralı, Kutadgubilig Türkcenin Felsefe-Bilim Sözlüğü. (Dergâh, 2013)

[3] Teoman Duralı, Kutadgubilig Türkcenin Felsefe-Bilim Sözlüğü

[4] Arşiv Belgelerine Göre Osmanlı Eğitiminde Modernleşme (T. C. Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı Yayın Nu: 134, 2014)

[5] Arşiv Belgelerine Göre Osmanlı Eğitiminde Modernleşme

[6] Arşiv Belgelerine Göre Osmanlı Eğitiminde Modernleşme

[7] MEB 2019-2023 Stratejik Plan, http://www.meb.gov.tr/stratejik_plan/

[8] http://mufredat.meb.gov.tr/Veliler.aspx

[9] Ziya Gökalp, Terbiyenin Sosyal ve Kültürel Temelleri (MEB Yayınları, 1992)

[10] Nurettin Topçu, Türkiye’nin Maarif Davası (Dergâh, 2016)

[11] Teoman Duralı, Kutadgubilig Türkcenin Felsefe-Bilim Sözlüğü

[12] Teoman Duralı, Kutadgubilig Türkcenin Felsefe-Bilim Sözlüğü

Bu haber toplam 288 defa okunmuştur
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Diğer Haberler
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim