• İstanbul 15 °C
  • Ankara 20 °C

Doç. Dr. Dursun Ali Tökel: Mehmet Âkif ve Mitoloji: Safahat'ta Mitolojik Arka Plân

Doç. Dr. Dursun Ali Tökel: Mehmet Âkif ve Mitoloji: Safahat'ta Mitolojik Arka Plân
Mitolojik anlatılar, genellikle milletlerin dünya sahnesine çıktığı ilk çağlardan kalma ve milletin varlığa, hayata, ölüme vb. olgulara bakışını gösteren olağanüstüyle örtülü metinlerdir.

Bu metinler, çok karmaşık simgeleri içeren ve çözümlenmesi hayli zor ayrıntıları içerir. Zira her bir obje aslında insan tarafından bilinen bir varlığın soyut ya da somut gösterenidir. Doğası gereği şiir de yoğun ve karmaşık bir metinsel örgüdür ve bu yönleriyle zaman zaman mitolojik metinlerle benzerlikler gösterir. Şiirlerin anlaşılmasında en önemli adımlardan biri de şâirin metin kurmada kullandığı kaynakların bilinmesidir ve bu kaynakların şâir tarafından hangi gösterilenlere tekabül ettiğinin bulunmasıdır. Şâirlerin bu anlamda metin kurmalarında sıklıkla başvurduğu kaynakların başında mitolojik metinler/anlatılar, mitik unsurlar gelir. Şiirlerin hakkıyla çözümlenmesinde -bu yönüyle-mitolojik metinlerin çok iyi bilinmesi gerekir.

Divan edebiyatı ve halk edebiyatı metinlerinde İran, Arap, Hind, Çin, Yunan mitolojik anlatıları zaman zaman referans kaynağı olmuştur. Bunun gibi Tanzimat'tan sonra da şiirimizin hakim mitolojik kaynağı kadim Yunan ve Roma mitolojileri ve bunların anlatılarıdır.

1870 yılında Maarif Nazırı Saffet Paşa tercüme odası hülefâsından Konstantin Efendi'ye bir Yunan-ı Kadîm Tarihi ısmarlar.1 Daha sonra Sadullah Paşa on beyti manzum, geri kalanı mensur olarak İlyada'yı çevirmeye başlar, fakat yarıda kalır.2 Müstakil olarak mitoloji konusunda ilk olarak 1890 yılında Şemsettin Sami bir eser yayınlar: Esatir. Bu eserde "Yunan ve Roma mitolojileriyle birlikte diğer kavimlerin mitolojilerinden de bahsedilir. Daha sonra Nâbizâde Nâzım'ın ‘Esâtir'i (İst.1893) çıkar. Selanikli Hilmi'nin 'ilias Yahut Şâir-i Şehir Omiros’ adlı kitabı 1898'de yayımlanmıştır."3 Şemsettin Sami'nin Esâtir'i, "Tarih-i Yunanistan-ı Kadim'deki mitolojiyle ilgili kısa mâlumât bir tarafa bırakılır, Nabi-zade Nazım'ın 'Esâtir'inin küçüklüğü ve yetersizliği gözönüne alınırsa, mitoloji hakkında en geniş bilgiyi veren eserdir."4 Mehmet Tevfik Paşa'nın Esâtir-i Yunâniyân'ı yayınlanır ve bu eser o zamanlar büyük övgülerle karşılanır. Abdülhak Hamit Tarhan üzerine doktora tezi hazırlayan Gündüz Akıncı'ya göre, "Türk yazarları içinde mitolojiye değer veren ve onu eserlerinde ilk kullanan sanatçı" Abdülhak Hâmit'tir.5

Tanzimat'tan sonra bilhassa Ziya Gökalp'le eski Türk mitolojik anlatılarına yönelme olmuşsa da, Yunan ve Roma mitolojilerinin hakimiyeti devam eder. Tevfik Fikret, realist hatta natüralist denecek derecede gerçekçi şiirler yazarken, Promete'yi bir şiirinin başlığı yapmaktan çekinmez. Mehmet Âkif de, gerçekçi, toplumsal faydacı, natüralist anlayışın hakim olduğu şiirin savunucularındandır. Onun için sanat fayda demektir. Bir tebliğ ve tenvir aracıdır. Şiirlerinde sokaktaki en çıplak manzaraları tasvirden çekinmez."Sözüm odun gibi olsun, hakikat olsun tek" düşüncesini savunur. Aslında tam da bir tasvir şairidir. Bu çalışmada Mehmet Âkif'in şiir kurgusunda mitolojik metinlerin, kahramanların, anlatıların yer alıp almadığı araştırılacaktır. Bu amaçla Safahat baştan sona bu gözle okunacak ve mitoloji karşısında Mehmet Âkif'in tavrı bulunmaya çalışılacaktır.

Şiirde Mitosları Aramak 

Bir şiirde veya şâirde mitoloji aramak, eserde mitolojik varlıklara, nesnelere, tarih ve mekanlara, kişi ve hadiselere gönderme yapılıyor mu yapılmıyor mu bakmak demektir. Bu da ancak iki yolla yapılabilir, saydığımız bu mitolojik göndermeler şiirin ya derin yapısında yer alır yahut da yüzey yapısında. Eğer yüzey yapıda mitsel bir unsur varsa bu hemen fark edilir ve "bu eserde mitolojik göndermeler var" denilebilir. Buna Tevfik Fikret'in Promete şiirini örnek verebiliriz. Zira daha şiirin adında mitolojik bir varlığa göndermede bulunulmaktadır. Bu şiiri hakkıyla anlamak için Promete adlı Yunan mitolojik kişisi bulunur ve kim olduğu araştırılır. Geri kalan şey Tevfik Fikret'in bu kişiyi neyin bir göstereni olarak kullandığı ve niye bu kişiyi kullandığıdır. 

Romandan bir örnek vermek gerekirse, mesela Yakup Kadri, Ankara romanında Ankara'nın bozkırlarındaki Ankara keçileri ve merinosları anlatır. Bu keçi sürüleri Yakup Kadri'nin gözünde Tevratî bir manzara oluşturur. Bu keçilerin kafaları "kadim Yunan şâirlerinin kutsallaştırdığı Pan"ın kafasına benzer. Keçi sürüsü bir mitolojik ordunun kahramanları gibidir.6 Bu metni anlamak için Yunan mitolojisindeki Pan kişisinin kim olduğunu bilmek gerekir. Tanpınar, Maraş Çarşısı'nda gezerken kendini ilyada'nın dünyasında sanır.7 Bir uçak yolculuğunda sis tabakası içinden geçerken, "beyazlığın telkin ettiği sessizlik fikrini kıracak bir yığın şey yaratmakla meşgulken" hatırına durmadan Dante'nin Araf'ı gelir.8 "Dost" adlı bir hikâye okur, oradaki bir cümleyi “Homiros'a lâyık" bulur.9 iyi bir şiiri târif eder: "İyi bir şiir nesirde dâima eksik, az tatmin edici ve hatta lüzumsuz ve bozulmuş şeklini arar görünür" der ve bir misâl verir:"Homeros'ta kendini vücudunu arayan Ahileus gibi"’0 (s.315) Tanpınar'ın şiir veya roman bile olmayan bu cümlelerindeki mitolojik varlık adları bu metinde mitolojik göndermeler olduğunu gösterir. Cümlelerin çözümlenebilmesi için mitsel referansları bulmak gerekecektir.

Ama, metinlerde veya sanatkârlarda mitsel arka planları bulmak her zaman bu kadar kolay olmaz. Eğer mitolojik dünya metnin derin yapısında yer alıyorsa bunu anlamanın yolları göndermeleri çok iyi okumak ve derin bir mitolojik bilgiye sahip olmakla mümkün olur. Burada mitolojik somut bir kelime olarak değil, bir ima veya alegori olarak bulunur. Yani bu durumda m/tse/figürler şiirde birer simge veya imge durumundadırlar. Simgelerin veya imgelerin çözümü ancak derin mitolojik bağlara dönmekle mümkündür. "Bugün, XIX.yüzyılın hissetmiş olmasının bile mümkün olmadığı bir şey anlaşılmaya başlanmıştır: Bu da simgenin, efsânenin, imgenin, manevi hayatın özüne âit oldukları; bunları gizlemenin, sakatlamanın, geriletmenin mümkün olduğu, ancak asla yok edilemeyecekleridir."" 

Simge ve imgelerin soyut birer konu oldukları sanılmamalıdır. Mircea Eliade, İmgeler Simgeler adlı kitabında, bu kavramların insan hayatına hâkim olan bütün yönlerini, tarihin, dinin ve toplumsal hayatın imgeler ve simgeler açısından yapısını en derin tahlillerle incelemiştir. Ona göre modern insanın mitolojiyi, ilahiyatı veya efsâneleri inkar etmesinin pek bir anlamı yoktur: "Modern insan mitolojileri ile ilahiyatları hor görmekte serbesttir, ama bu onun gerilerde kalmış efsâneler ve gerilemiş imgelerden beslenmesini engellemeyecektir."12 Toplumsal yapıları göz önüne alındığında imgeler ve simgeler genellikle görüntülü hâle gelirler."Toplumsal incelik kuralları, modalar, kutsal törenler, toplumsal davranış biçimleri görüntüsel ya da nedenli simgelerdir"13 diyen Guiraud'a göre simgeler, bu anlamlarıyla Göstergebilim'in konuşudurlar ve yine toplumsal fonksiyonları itibariyle birer gösteren işlevini üstlenmişlerdir. "Simge, gösteren bir objedir. Gösterilen kısmı bir anlam ve kavram düzlemini getirir... simge nedensiz ve niyetlidir. Simgelerde biçimle içerik arasındaki ilişki nedenli değil, uzlaşmaya bağlıdır. Simgeler iletişim nedeniyle üretilir ve kullanılır..."14 İnsan hayatının hemen her anında oynadıkları önemli roller gereği simgeler, çoğu zaman tarihî olmakla beraber, daha ziyade mitolojik arka plâna sahiptirler, zira genellikle açıklanamazlar. Simgelerin toplumsal hayat içinde oynadığı önemli rollere Roland Barthes, dikkatleri çekmiştir. Örneğin, Mythologies adı altında topladığı denemelerinin birinde şarap imgesinin Fransız toplumu için ne anlama geldiğini derin bir tetkikle ortaya koymuştur. Yazı gayet şumüllüdür, fakat sadece şu alıntı bile şarap imgesinin Fransız için ne ifâde ettiğini ortaya koymaya yeter:" Şaraba inanmak, bağlayıcı birtoplum sözleşmesidir... Her kim ki şaraba inanmaz, toplumun gözünde onun adı hasta, sakat, kusurludur. Toplum böyle bir insanı, (terimin anlaksal ve uzamsal anlamında) kavramaz... ortamı her havada iyileştirir; soğukta, ısınmayla ilgili tüm söylenleri (mitleri); kızıl ısıda, gölgenin, serinliğin, buz gibi ayazın tüm imgelerini çağrıştırır. Şarabı düşletmeyecek hiçbir fiziksel güçlük (hava sıcaklığı, açlık, can sıkıntısı, yurt özlemi) söz konusu olamaz."15

Bir sembol veya imge amacıyla sanatkârın mitlere başvurması aynı zamanda onun okuyucu üzerinde etki sağlamasının en tesirli yollarından biridir. Araştırmalara göre mitoloji ve din en etkili sembollere sahip olan iki sahadır. "Hatta sembolik roman, örtülü bir şekilde az çok metafizik bir materyal kullandığı zaman bile, imajlarını dinin ve mitolojinin alanlarından sağlar... mitolojik bir geçmişe sahip olmayan semboller, özel buluşlardır ve böyle oldukları için de hayal gücümüz üzerinde etkili oldukları söylenemez."16 Sanatçının mitsel bir objeyi kullanması çoğunlukla simgeler ve imgeler vasıtasıyla olacağından, bizim araştırmamız gereken bu simgelerin varlığı ve eserdeki kullanım oranıdır. Sanatçının bir obje seçimi amacıyla bir mitsel figüre başvurması şüphesiz onun, geçmişi, millî yapısı, beslendiği kaynakları, okuma süreci ve esas dünya görüşüyle yakından ilgilidir. 

Öyleyse bir sanatkar, bir simgeler ve imgeler yumağıyla edebi eserini kurar, mitoloji ise onun imge veya simge türetmede en sık başvurduğu alandır. Bu anlamda simgelere bakmak demek aslında, dinlere, kutsallara, mitolojilere bakmak demektir. Zira daha sonraları hiç bir imge veya simge yaratılmış olmasın ki, dinsel alanda veya mitolojik çağlarda bunun dengi bulunmasın. Mitsel unsurlar hazır simgelerdir, yaygındır, etkileyicidir ve zihinlerde gösterilenleri bilinir. Yani Promete dendiğinde, düşünülmez; özgürlük savaşçısı, zulme başkaldırı, mazlumun yanında yer alma, medeniyet savaşçısı vb. gösterilenler akla gelir. Bundan dolayı şâirler bu hazır mitlerden yararlanırlar. 

Özetle söylemek gerekirse, sanat eserlerinde mitler imge (imaj) veya simge (sembol) olarak bulunurlar. İlk çağlara âit sanat eserleri hemen hemen tamamen mitolojik bir yapı arz ederken, sonraki çağların eserlerinde mitler, metnin ana figürlerini oluşturan imge ve semboller olarak karşımıza çıkarlar. Dolayısıyla bu imge ve simgeleri çözümlemeden sanat eserleri -eğer mitik objeleri kullanmışlarsa- tam olarak anlaşılamazlar. Bir sanat eseri olan edebî metnin mit, sembol ve metaforla ilişkisine dair, VVellek/VVarren'in şu sözleri bu ilişkinin ne kadar mühim olduğunu ortaya koymaktadır: "İmaj, metafor, sembol ve mit gibi unsurları eski edebiyat araştırıcılarının dıştan ve pek üstün körü incelemiş oldukları iddia edilebilir. Onlara çoğunlukla süs nazarıyla bakıldığından kullanıldıkları yazılardan çıkartılarak ele alınırlardı. Halbuki bize göre bir edebî eserin esas manası onun içindeki mit ve metaforlardan gelir.''17

işte bu esas manayı bulmak edebî eserler üzerinde çok derin kazılar yapmakla mümkündür. ilk kazı dozerle vurulur, sonra kazma kürekle, sonra küçük el aletleriyle, sonra süpürgelerle, sonra fırçalarla, sonra kıl fırçalarla... edebi eserde mitolojik bağları ve referansları bulmak kıl fırçayla yapılacak çok sabırlı işlerle mümkündür. Aslında bu eylemin adı da konulmuştur:

Arketipal Eleştiri 

"Bu yöntem, bir çok bilgi kollarına elini atar; antropoloji, psikoloji, tarih, karşılaştırmalı din gibi çeşitli bilim kollarını kullanır... Ana örnek, ilk model anlamlarına gelen arketip, Platon'un ideaları gibi evrensel ve genel bir ilk modeldir ve edebiyat eserlerinde bu genel arketipin az çok farklı şekillerde tekrarlandığını görürüz. Bilhassa çeşitli ülkelerin masallarına bakıldığında bunlarına bazılarında geniş hatlarıyla aynı olay örgüsüne rastlarız. Bir kralın ya da pâdişâhın oğlu değerli bir nesneyi veya bir kızı bulmak için yola çıkar, bir çok engellerle karşılaşır; doğaüstü güçlere sahip insanlardan ya da hayvanlardan yardım görür ve sonunda istediğini elde edip döner. Ana çizgilerini verdiğimiz bu temel örnek bir arama arketipidir. Bu arketipi yalnız masallarda değil mitoslarda, eposlarda, Ortaçağ romanslarında, modern romanlarda da bulunur.... bu eleştiri yöntemi bu arketiplerin kökenini eski mitoslarda ve ilkellerin ayinlerinde bulur... bu durumda Arketipçi eleştiri açısından edebiyat arketip olan kişilerin, durumların, simgelerin ifadesidir ve eleştirmen yazarın farkında olmadan kullandığı bu mitos dilini çözmek ve eseri daha anlaşılır bir tarzda açıklamakla görevlidir."18

Joseph Campbell, arketipçi eleştiride kullanılan mitosların temel işlevini gösterir bir formül-anlatı söylemişti. "Temel mitos kahramanı, ayrılma-sınav-dönüş aşamalarından oluşan bir serüven yaşıyordu. Mitos kahramanı bir nesneyi bulmak için yola çıkar (ayrılma); türlü engellerle karşılaşır ve bir ara yeraltı dünyasına iner orada karanlık güçlerle savaşır (sınav); istediğini elde eder ve döner. Bu arama yolculuğunun başarıyla sonuçlanması toplumun refahı demektir...bu üç aşamalı olay örgüsü çeşitli anlatı türlerinde, eposlarda, masallarda, romanslarda ve hatta bazı romanlarda görülür."19 C. Yung'a göre edebiyatta karşımıza çıkan bu arketipler, insanların ortak bilinç dışında yatan ve bize çok derinden seslenen psişik davranış formlarıdır... edebiyatta yer alan arketipleri ölü alegoriler sanmamalıdır, bunlar insan yaşantısının çok eski temel formlarıdır ve bunun içindir ki bizde derin tepkiler uyandırırlar. Yine bundan ötürüdür ki arketipleri kullanan sanatçı kendi kişisel yaşantılarını aşarak evrensele dokunmuş ve kişisel sesinden daha güçlü bir sesle okura seslenmiş olur."20

Ali Canip, Ribo'nun edebiyat ve mitlerle ilgili görüşünü aktarır. Ribo, tekamülü nokta-i nazarından edebiyatı şöyle târif eder:To literatüre est urıe mythologie dechue et rationaliseeEdebiyat, hubût etmiş, aklileşmiş, esatirden ibarettir"21. Bu görüş yukarıda zikretmiş olduğumuz tarihî sürecin bir sonucudur. Bu süreci Ali Canip şu sözleriyle ortaya koymaktadır: "... usturelerde evvelâ İlahî şahsiyetler tecellî eder, işte bundan epopeler çıkmıştır. Epopelerde mabutlarla kahramanlar bir cihan içinde yaşarlar. Epopelerdeki İlahî seciyyeler yavaş yavaş silinir. Muhayyilenin faaliyeti hayatın alelâde şartlarına yaklaşır, git gide 'romanesk roman'\/e nihayet 'realist roman' hâlini alır."22 Ali Canip bu görüşüyle adeta arketipçi eleştiri yöntemini açıklamış olmaktadır. Dolayısıyla, doğrudan mitolojik adların, nesnelerin, göndermelerin bulunmadığı metinlerde mitolojik alt yapı Arketipçi eleştiri yöntemine başvurmakla bulunacaktır. Bunun için de incelenecek esere bu eleştiri kuramının yöntemleriyle bakacağız. 

Arketipal Eleştiri Kuramına Göre Safahat'ta Mitsel Unsurlar 

Arketipal eleştiri kuramını yukarıda açıkladık. Mehmet Âkif, şiir anlayışı itibariyle, natüralist, dış gerçekçi, hatta pozitivist denecek kadar maddi aleme bağlı bir şâirdir. Onun şiiri, Aristo'dan beri gelen yansıtmacı kuramın bir devamıdır. Sanat; hakikatin, görünür dış dünyanın, çıplak gerçekçiliğin bir yansıtmasıdır. Şâir de bunu yansıtandır, meşhur tabirle eline ayna alıp etrafta gezdirendir. Aynadakiler de sanatçının yaptığıdır; yani yansıtma. Burada kendinden bir şey katma, yorumlama, sözü eğip bükme yoktur. Zaten Âkif "sözüm odun gibi olsun, hakikat olsun tek" mısraı onun bu anlayışını gösterir. Yani Âkif, felsefi olarak değil ama, şiir anlayışı bakımından pozitivistti, natüralistti.23 Safahat'ta yer alan bazen, iğrençlik derecesine kadar varan dış varlık tasvirleri bu anlayışın bir sonucudur. Şâir gördüğü dış dünyadaki görüntüler karşısında fevkalade rahatsızlık duyar ve bunu şiiriyle aynen yansıtarak uyarıcı görevini görmüş olur. Sonuçta kendisine düşeni yapmış olmanın rahatlığını yaşar, zira kendisi bir aydındır ve her aydın gibi uyarıcı olma görevi vardır, kendisini çıplak gerçek karşısında sadece bir yansıtmacı olarak gören bir şâirin şiirinde doğrudan mitolojik göndermeler bulunmayacağı aşikardır. Mehmet Âkif'in aşırıya varan gerçekçilik anlayışı sonucudur ki onda, mitosları, mitleri, arketipleri taşıyan; destan, efsâne, masal, halk anlatıları, batıl inançlar, hurafeler vb. bütün anlatı elamanları hep küçültme sıfatıyla yer alır. 

Mithat Cemal, halbuki Âkif'in çok büyük bir destan şâiri olabileceğini onun bu özelliğinin işlevsiz kalışına üzüldüğünü söyler:" Âkif'in sanat hayatında bir yanlış tarafı vardır: Bu, manzum trajediler yazıp manzum tiyatroların vak'a şahıslarına Gazneli Mahmut'ları, Eyüp oğlu Selahaddin'leri sokacaktı. Mademki din destanları yazmak gibi bir ön kaderle dünyaya gelmişti, bunu yapacaktı, yapmadı ve tarih sahnelerine kahramanlar çıkarıp bir muhavere mahşeri içinde inşad abideleri ürpereceğine cami kürsülerine vâizler çıkarıp onları, günlük hâdiseler üstünde söyletti. Edebiyatımız için bu bir kayıptır. Çünkü, o aruz vezninin Mimar Sinan'ı idi."24 Ama maalesef böyle olmamış ve Âkif, aslında her şâir için büyük bir anlatı imkanı sağlayacak olan geleneksel anlatıları hep hafife almıştır. Safahat'tan bir kaç örnek:

Halk Hikâyeleri 

Türk anlatı geleneğinde çok önemli bir yeri olan kahvehanelerde halk hikâyesi anlatma geleneği ve bu hikâyelerin kahramanları, terimleri, sahneleri Âkif'in alayına uğramaktan kurtulamaz: Şiirde, Köroğlu, Ayvaz, Ferhad, Hacı Bektaş, Kerem vb. Halk hikayesi tipleri, bunların hikâyedeki rolleri, bu hikâyelerin çeşitli bölümlerini anlatan şiirler bedâhaten kusulan herze-pârelerdir. Mahalle kahvesi şiirinden:

Duvarda türlü resimler: alındı Çamlıbeli, Kaçırmış Ayvaz'ı ağlar Köroğlu rahmetli! Arap Üzengi'ye çalmış Şah İsmail gürzü; Ağaçta bağlı duran kızda işte şimdi gözü. Firaklıdır Kerem'in "of!" der demez yanışı, Fakat şu "Âh mine'l-aşk"a kim durur karşı? Gelince Ezrakabânû denen acuze kadın, Külüngü düşmüş elinden zavallı Ferhad'ın! Görür de böyle Rüfâ'yi elde kamçı yılan Beyaz bir arslana binmiş; durur mu hiç dede can? Bakındı bak Flacı Bektaş'a: Ah demiş duvara! Resim bitince gelir şüphesiz ki beyte sıra Birer birer oku mümkünse, sonra mânâ ver Fiaytr, hülâsâsı kâfi, yekûnu ömre sürer: Bedâhaten kusulan herze-pâreler ki düşün, Epey zaman daha lazımdı herze olmak için (Safahat, s. 145-146.)

Başka bir yerde de Çamlıbel'i kanunsuzluklar diyarı olarak alıyor25: 

Çamlıbel sanki şehir: Zabıta yok, rabıta yok Aksa kan sel gibi, bir dindirecek vasıta yok. (Safahat, s. 204)

Akif'e göre, Âşık Garib de "hanlarda sürte sürte ömür tüketmiş biri"dir: Âkif ney dersleri alıyor, bir ara o kadar bunalıyor ki şu beyti inşad ediyor: 

Heyhat! Söndü şevkim, şevkimle ben de söndüm Hanlarda sürte sürte Âşık Garib'e döndüm2

Hurâfe

Hurafeler, üfürükler, düğüm düğüm bağlar Mezar mezar dolaşıp hasta baktıran sağlar (Safahat, s.277).

Çalış dedikçe şeriat, çalışmadın durdun Onun hesabına pek çok hurâfe uydurdun (Safahat, s. 280)

Bakın ne hale getirmiş ki cehlimiz dini Hurâfeler bürümüş en temiz menâbiini (Safahat, s. 288)

O annecikler için duyduğun hurafeyi at Düşünme, dest-i musâfâtı Şark'a doğru uzat! (Safahat, s.351) 

Firavun sarayı için şu mısra var: 

Ecinni ordusu şeklinde bin hurâfe dolu! (Safahat, s. 494)

Masal

Bugün artık biri yok., hepsi masal hepsi yalan! Bir onulmaz yaradır, varsa yüreklerde kalan. (Safahat, s.392)

Beşerin adli masal, hak zıpırındır yalınız; Dövülen mahkemelerden kovulur, çünkü cılız. (Safahat, s.447)

Elverdi masal dinlediğim bunca zamandır; Ben kanmıyorum; git de sen aptalları kandır!” (Safahat, s. 480) 

Efsâne

“Turan ili" nâmıyla bir efsâne edindik; "Efsâne, fakat, gâye" deyip az mı didindik Kaç yurda vedâ etmedik bu uğurda Elverdi gidenler, acıyın eldeki yurda! (Safahat, s. 477)

Yetmez mi çocukluktaki efsâneye hürmet? Hâlâ mı reşîd olmadı, hâlâ mı bu ümmet (Safahat, s.480)

Karagöz

Ödemin "harb-iumûmi"dediğin maskaralık, Karagözden de beter, kıymeti yok beş paralık (Safahat, s.450)

Âkif bir başka yerde de bir kürd'le vaizin konuşmasını anlatır. Bu fıkrada da,"yeryüzü öküz ve balık üzerinde durur" inancıyla alay edilir. Zira bu görüşü aktaran kişi (vaiz) için Âkif “hani vaiz geçinen maskara şeyler var ya" der. (Safahat, s. 422-423)

Bir başka yerde ise ay tutulmasıyla ilgili inançların hurafe oluşuna vurgu yapar: 

O rasathâne-i dünyâ, o Semerkand bile; Öyle dalmış ki hurâfâta o mazisiyle: Ay tutulmuş, “Kovalım Şeytanı kalkın!" diyerek Dümbelek çalmada binlerce kadın, kız, erkek! (Safahat, s. 194).

Safahat'ta Dârâ gibi mitolojik şahıslar (s. 109), ejder gibi mitolojik varlıklar (s. 124)'da bulunmaktadır. Mekanlar olarak da şu mısralardaki mekanları gösterebiliriz.

Cihanın Carb'ı vahşet-zâr iken, Şark'ında Karnak'lar Haremler, Sed-i Çinler, Tâk-ı Kisrâlar, havernâklar,

İrem'ler, Sûr-ı Bâbiller semâ-peydâ değil miydi? (Safahat, s. 469)

Mehmet Âkif'de neden mitolojik göndermelerin yer almadığına Mithat Cemal şöyle bir yorum getiriyor: Âkif'in Müslümanlığı Arapça bir Müslümanlıktır. Onun esatirli Müslümanlıkla münasebeti yoktur, yani Acemce Müslümanlıkla... Arap tarihçilerinin yazdığı Peygamber efsanesizdir, halbuki Türk ve Acem tarihçileri Peygamber'in hayatına masal kattılar. Mithat Cemal'e göre, Âkif'in İslam anlayışı Arap'tan geldiği için onda mitoloji, efsane, hurafe, olağanüstü bulunmaz. "Acemler, indo-europeenne bir millet olmanın hukukunu kaybetmeyerek, Müslümanlığın içinde bir felsefe, bir epope ve bir mitoloji kurdular."27 Mithat Cemal devam ediyor: "Ve madem ki payen değiliz edebiyatımızda da mitoloji yapmaya aklım ermez' diyen Chateaubriand gibi, Âkif de, Acem Müslümanlığından Türk Müslümanlığına geçen tasavvufu sevmez. O, Arap Müslümanlığının takva şâiridir/'Tabii ki bunlar tartışmaya açık görüşlerdir. Din tarihinde olağanüstünün İranlılar veya Türklerle başladığını, tasavvufî tarihi görmezden gelerek söylemek uçuk kaçık bir görüştür. Bu görüş Mithat Cemal'in de olsa, Âkif'in de olsa derinlemesine incelenmesi gereken bir meseledir. İslam tarihi içinde bilhassa İsrailiyyât denen Yahudi ve Hıristiyân efsanelerini dine sokanlar içinde İranlIların rolü Araplara göre çok çok daha azdır. 

Bu hususta Süleyman Uludağ'ın görüşü daha makul durmaktadır: "Âkif, asırlar boyu birike birike yığınlar oluşturan hurafelere, bâtıl inanışlara, bid'atlara ve taklide karşıdır. Bu hususta selefidir. Zira selefi salihini öne çıkarmakta, Kur'an ve hadisi esas alarak diğer hususları buna göre değerlendirmektedir.''28 Bu da Âkif'in hayatına bilhassa Abduh ve Afgânî ile girmiş olan, "saf din, bilimsel din, Kur'an dini"anlayışının bir yansımasıdır.

Fal ve Mehmet Âkif 

Normalde Âkif'in fal için de tamamen olumsuz bir tavır takınması ve bu eylemi reddetmesi gerekirdi. Zira bu da diğerleri gibi batıldır, hatta diğerlerinden çok daha açık bir dille din dışı olduğu söylenmiştir. Fakat Mithat Cemalin anlattığına göre Âkif'in başından şöyle bir fal hadisesi geçmiştir. Burada apaçık bir olumlama olduğu anlaşılıyor. "Fala inanmayan Âkif'in Berlin'de, bir falcı kadın eline bakıyor.'Yakında İstanbul'dan taçlı bir mektup alacaksın'diyordu. Ve bir kaç gün sonra, Berlin'de Akif'e, hiç beklemediği halde, İstanbul'daki Abdülmecid'den tepesi hanedan armalı bir mektup geliyordu. Âkif bu falcı kadını hatırladıkça: -Nostradamus'un kadını! Derdi."29 

Bir Arketip Olarak Âsim 

Asım; top/umunu büyük bir tehlikeden kurtaran/kurtaracak olan mitsel kahraman motifine bağlanabilecek bir arketiptir. Bu arketip mitsel doğa gereği hemen her milletin mitolojik öykülerinde baş sırayı almaktadır. Bu mitsel öyküde kurtarılacak bir topluluk/millet, bunları kurtarması gereken bir olağanüstü kahraman ve bu olağanüstü kahramanın üstesinden geldiği olağanüstü bir iş vardır. Mitolojilerde sonuçta iş başarılır ve halk kurtarılır. Bu arketip asırlar boyu bütün anlatıların temel yapısını oluşturur. Modern roman ve sinemada ve hatta bilimkurguda da yapı değişmez. Günümüz fantastik kahramanları, Süperman, Batman, Spiderman vb. bu arketipin yansımalarıdır.

Yunan mitolojisinde Promete, Olimpus'a gitmiş ve insanlığı kurtaracak olan ateşi çalmıştı; aynı mitolojide Herkül ebedî cezaya çarptırılan Promete'yi kurtarmak için Dağ'a gitmiş ve efsanevî kartalı öldürerek Promete'yi kurtarmıştı (Herkül'ün üstesinden geldiği ayrıca on iki imkansız iş vardır30); yine Yunan mitolojisinde Perseus, yüzde yüz ölüm anlamına gelen Medusa'nın başını kesmeğe gitmiş ve olağanüstü zekası sayesinde bu işi başararak insanlığı kurtarmıştı. Türk Mitolojisinde Oğuz Kaan, Ormana gitmiş ve milleti tehdit eden canavarı olağanüstü zekası sayesinde öldürmüş ve milleti kurtarmıştı. Benzer şekilde İran Mitolojisinde Bijen büyük domuz'u öldürmüş; Rüstem dönülmesi imkansız Mazenderan seferine çıkarak olağanüstülerle dolu yolculuklar yapmış ve Keykavus'u kurtarmıştı. Hind mitolojisinde de tanrı Siva büyük Yılan'ı (ejderha) öldürmüştü.31 Gılgamış, âb-ı hayâtı aramak için uzun yolculuklara çıkmış, onu da bulmuş ve fakat istifade edememişti. Bu sıra dışı kahramanlar mitsel varlıklar olmakla beraber, bunlara yüklenen işlevler, daha sonraki çağlarda tekrarlanıp durmuştur.

Arketipal eleştiri açısından Safahat'a baktığımızda bu eleştirel yöntemin öne sürdüğü kahraman arketipini Asım'da tam anlamıyla görmekteyiz. Âsim, öncülleri olan mitsel kahramanlarla hangi açıdan örtüşmektedir? Şimdi bu sorunun cevabına bakıyoruz. Asım, sıradan bir insan profiliyle sunulmaz. Safahat'ta onu tavsif eden mısralara olağanüstüye yapılan vurgularla verilir: 

Mehmet Âkif, Umar miydin adlı şiirinin son beytinde: 

İlâhî! Bir müeyyed, bir kerîm el yok mu, tutsun da Çıkarsın Şarki zulmetten, götürsün fecr-i maksûda (Safahat, s. 473)

Diyor ki, bu el işte Âsım'dır. 

Asım Kimdir? 

Asım'ı anlatan sıfatlara baktığımızda, aslında onun ne kadar da olağanüstü özelliklerle anlatıldığını görürüz. Bu sıfatlar arkaik mitsel kahramanların nitelikleriyle fazlasıyla örtüşür. Bu yapısal özellikler dikkate alındığında, aslında Âkif'in ütopyaya yakın bir dünya hayali peşinde olduğunu anlarız. Âsım'ın kuvvete dayanarak çözmeye çalıştığı problemlerin giderilmesiyle kurulacak dünya aslında bütün insanlığın özlemi olan dünyadır. Akif'e göre mazide (asr-ı saadette) böyle zamanlar bir müddet yaşanmıştır. Fakat bunun yeniden ve sürekli olmasının istenmesi ve dünyayı mutlak adaletin yönetmesi mitolojilerde golden age (altın çağ) olarak adlandırılan bir çağ düşüncesinin ürünüdür: Bir gün o altın çağ tekrar gelecek ve insanlığın hiç bir problemi olmayacak, kurtla kuzu yan yana bulunacak, acı, hastalık, fakirlik olmayacak her yere mutla adalet hakim olacaktır. Âkif'deki bu anlatısal yapının çözülmesi için altın çağ mitolojisinin bilinmesine ihtiyaç vardır.32 Safahat'a baktığımızda Âsım'ın şu olağanüstü özelliklerini görürüz: 

Eşi bulunmaz dört başı ma'mur insan; Yaratılış harikası, muazzam bir heykel; Hamâset şiiri, Göğsünün ebâdı yüksek mi yüksek,

Derin mi derin bir yürek, Dalgalandıkça içinden taşan iman denizi, Dökülen hisleri incilerin en temizi, Gövdesi yalçın kayalardan yapılmış bir âbide, Ölümden korkusu olmayan Bütün duyguları sanki yok olmuş, Fakat ruhu ince mi ince, İrfanı için söylenecek söz bile bulunmayan, öğrendiği ve bildiği her şey sağlam, Dehşetli bir boynu, Zinde bir beyni olan (Safahat, s.448)

Eşsiz bir insan numunesi, Tamamen ayrı bir cihan Bileği bükülmez bir pehlivan, Vb.. (Safahat, s.448-449.) 

Demir gibi pehlivanları dut ağacı gibi silkeleyip atan, (Safahat, s.450)

Ebû-Zer gibidir. Meyhâneleri basar, kumarbazları tehdit eder. Aleni eğlence düzenleyenlerin hepsini döver, gece nara atan sarhoşları kovalar, millet açken, parayı zevk sefaya harcayanları dövüp kovalar, (Safahat, s.452-453) Köroğlu, Robin Hood, VVİlliam Teli gibidir; zenginden alır, fakirlere verir: "Birde öksüzler için bin lira aldım zor zar" (Safahat, s. 454). Gerçi Âkif bu zorbalığı tasvip etmiyor, ve şiddet kullanmayı eleştiriyor:

Bize Âsim ne şunun yumruğu lâzım, ne bunun Birinin pençesi ister yalınız: Kânunun Ver bütün kudreti kânuna ki vahdet yürürüsün Yoksa millet değil, ancak dağınık bir sürüsün! (Safahat, s.455)

Başka bir yerde de Âsım'ın bu tavrını Köse İmam şöyle eleştiriyor: 

-Doğru söz, sonra tabii, efelik var serde! -Efelik çok güzel ammâ, sonu çıkmaz bu yolun, Eme oğlum şuna bir parça nasihatte bulun. (Safahat, s.448)

Asım Ne İçin Gönderiliyor 

Âsim, üstesinden gelinmesi adeta imkansızı bir görevi başarmak için, tehlikeli diyarlara gönderilen olağanüstü bir varlık imajına uygun bir arketiptir demiştik. Ondan istenenler de, mitsel kahramanlardan beklenenle son derece uygun düşer. Ondan istenilenler, bir milletin kurtuluşu olacaktır, o ve onun adında temsil edilen kişilerden şunlar beklenir:

Alınız ilmini Garb'ın, alınız san'atını; Veriniz hem de mesâinize son sür'atini 

Heriflerin hani dünya kadar bedâyii var Ulûmı var, edebiyâtı var, sanâyi var Giden birer avuç olsun getirse memlekete; Döner muhitimiz elbet muhît-i ma'rifete. (Safahat, s. 305)

Bu cihetten, hani hiç yılmasın, oğlum gözünüz, Sâde Garbın, yalnız ilmine dönsün yüzünüz. O çocuklarla berâber, gece gündüz didinin; Giden üç yüz senelik ilmi sık elden edinin! Fen diyarında sızan nâ-mütenâhi pınarı Hem için, hem getirin yurda o nâfi suları Aynı menbâları ihyâ için artık burada Kafanız işlesin, oğlum, kanal olsun arada. (Safahat, s.462-463) 

"Neredesin hey gidi Berlin" diyerek yollanınız,

Altı ay,bir sene gayretsize eğlence demek... Siz ki yıllarca neler çekmediniz, hem gülerek! Hani bir ömre bedeldir şu geçen her gününüz; Bir gün evvel gidiniz, bir saat evvel dönünüz! Şarkın âğûşu açıktır o zaman işte size; O zaman varmanın imkânı olur gâyenize; O zaman dinlerim artık seni, Asım bol bol... (Safahat, s. 464)

Sonuç

Ana hatlarını vermeye çalıştığımız ve arketipal eleştiri yöntemiyle incelediğimiz Safahat'ta, aslında mitolojik unsurlar yok gibi durmaktadır. Açık referanslar görülmez. Kadim çağların mitolojik anlatılarından, kahraman-mekan-zamanlarından parçalar taşıyan simgelere pek tesadüf edilmez

Fakat arketipal eleştiri ile bakıldığında aslında Âkif'in şiiri tam da mitsel şiirler kategorisine giren metinlerdir. Gönderilen kişi, gönderilme amacı, gönderilen yer, onu bekleyen tehlikeler hemen hemen mitolojik anlatıların yapısal özellikleri gösterir. Bilhassa Propp'un masalların yapısal incelemesinde gösterdiği sınıflamalar dikkate alınırsa Âkif'in aslında yapısal olarak tam da bir mitolojik kurgu üstünde çalıştığını göstermektedir. Dikkatli bir inceleme, daha pek çok ayrıntının bulunmasına yardımcı olmaktadır. Sanatsal ürünleri zenginleştiren, gizemli bir haleye bürüyen, insanı derinden etkileyen anlamsal çerçeveleri yaratan etkilerin başında o metnin arkaik metinlere/devirlere göndermeler yapması gelir. Şâirler bundan bigane kalamazlar. Âkif gibi, gerçekçilik adına bu olağanüstü metinlere sırt dönenler ise, kendileri olağanüstüye dönüşen metinler kurarlar. Aslında bu yapı insanoğlunun kusursuz, ayıpsız, hakkın tesis edildiği, adaletin her yerde işlevsel olduğu bir dünya hayalinin evrensel boyutlardaki yansımasıdır (biz buna ada miti de diyebiliriz).33 Edebî metinler de kendi imkanlarıyla, bu mükemmel dünya hayalinin dilsel yansıtıcılarıdır. Bilhassa Arketipal açıdan bakıldığında ve edebî metinler bu gözle incelendiğinde aslında bütün metinlerin aynı hakikati arayan farklı dilsel gösterenler olduğu görülecektir. Yani sonuçta edebî eserin ortaya koymaya çalıştığı şey, ya yaşanılan hayatın altın çağ olmadığından şikâyet, yahut da altın çağın ne olduğundan, olacağından hikayettir ki bu da bütün mitolojik metinlerin en derin katmanında yer alan anlatıdır. Bu anlatı dinlere dönüştüğünde beklenen kişi peygamber, yahut dinsel kurgularda daha da ileri safhalarda mehdi adını alır. Bu açıdan bakıldığında da, edebî metinler mehdinin kuracağı dünyanın ya niçin kurulmadığından şikâyet veya nasıl kurulacağına dair hikâyeden içerir. 

Mehmet Âkif'in şiirlerindeki gönderilen Âsim olsun, gönderildiği Avrupa olsun, alıp getireceği medeniyet/teknoloji olsun tümüyle arkaik mitlerin temel referanslarına uygun düşerler. Asım-Promete; Avrupa-Olimpus; ateş-medeniyet/teknoloji.. Yahut da Asım-Keloğlan; Kafdağı-Avrupa; sihirli yüzük-teknoloji... vb. bu çalışmayla bu denklikliklerin bir kısmına işaret edilmiştir, ayrıntılı çalışmalar daha pek çok benzerlik ve örtüşmeleri ortaya çıkaracaktır.

Mehmet Âkif: Edebî ve Fikrî Akımlar/3. Mehmet Akif Ersoy Bilgi Şöleni’nde sunulan tebliğlerin kitap haline getirilmesi ile oluşan kitap TYB'nin 39, Mehmet Akif Ersoy Araştırmaları Merkezi'nin 3.kitabı

https://kitap.tyb.org.tr/kitap/akif3edebivefikri.pdf

Bu haber toplam 885 defa okunmuştur
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Diğer Haberler
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim