Ancak meseleye, yaklaşık 2 asırlık tecrübenin sağladığı soğukkanlılıkla, heyecana kapılmadan tekrar ve yakından baktığımızda manzaranın "İşleri/Dinimiz" denklemindeki gibi olmadığını, daha farklı unsurların görünür hale geldiğini söyleyebiliyoruz.
Söz gelimi, "dinimiz gibi" sağlam olduğu söylenen işlerinde Batı, "insan"ı kaybetti. Gelişme, kalkınma, ilerleme... gibi sloganlar eşliğinde girdiği bu yolda acımasızlığı, ezip geçmeyi, rekabeti amentü edinmiş olan Batı, bunları bihakkın yaptı; ama bunları bihakkın yapmanın kaçınılmaz bedeli olarak ruhunu yitirdi.
Yanlış anlaşılmasın, Batı'nın, bizim anladığımız anlamda inceliğin, şefkatin, merhametin... temsil ettiği ulviyyetin merkezini teşkil eden bir ruha sahip olduğunu ve modern dönemde bunu kaybettiğini söylemek istemiyorum. Hristiyan Batı'nın geleneksel dünyasından bahsediyorum. Meramımı bir başka cümleyle şöyle ifade edeyim: Modern öncesi Batılı insanın taşlaşmış da olsa bir kalbi vardı; modern dönmemde onu da kaybetti.
Kimsesizlere sahip çıkan bir "sosyal devlet" anlayışı var görünürde mesela, ama sokakta açlıktan ölene dönüp bakan yok. Vergisini veren vatandaş, bütün insanî yükümlülüklerinden sıyrılmış oluyor. Zaten bütün algı, "haklar ve yükümlülükler" dengesi üzerine kurulu. Yükümlülüklerinizi yerine getirirseniz, hak ettiğinizi alırsınız. Yanıbaşınızda aç-biilaç kıvranan insana karşı yasal bir yükümlülüğünüz olmadığı için merakınızı giderme dürtüsü dışında dönüp bakmak zorunda değilsiniz.
Modern Batı sadece kendi insanını heder etmedi. Dünya insanlığının modern zamanlarda yaşadığı bütün travmalarda onun imzası var. Bir 11 Eylül günü işlenen küresel cinayetin arka planındaki de bu ruh ve algı durumundan başkası değil...
Bu "iş"in benim dinimle kıyaslanmasına itirazım var...
11.09.2012 Milli Gazete






























Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.