• İstanbul 14 °C
  • Ankara 15 °C

Erzurum'da Bir Çerkez İhtilalci

M. Çetin BAYDAR

Hüsamettin Ertürk “iki Devrin Perde arkas” ADLI ESERİNDE ANLATIR  (age.62-69)

Benim vazifem, Rus hududu üzerindeydi. Süvari Yüzbaşısı olarak bulunduğum yer, Sarıkamış cephesindeki Azap Köyü idi. Dağ yollarından ve Rus hududundan kaçak olarak gelecek Ermeni komitecilerini yakalamak, onların İmparatorluk dahiline, silâh, bomba, cephane sokmalarına mâni olmaktı. Komitecilerin hüviyetlerini tesbit etmek de mühim vazifelerimiz meyanında idi. Hiç unutmam bir gün neferlerimiz, başında Çerkeş kalpağı, belinde Çerkeş kaması ve üstünde Çerkeş elbisesi olan bir yolcuyu tutmuş, karakola getirmişlerdi. Kendisine nereden gelip nereye gitmek istediğini sormuştum:

«- Biraz müsaade edin de nefes alayım, yorgunluktan bitkin bir halde olduğumu görmüyor musunuz?» demişti.

Erleri savdıktan beş, on dakika dinlenmesine müsaade ettikten sonra, ilk önce söze başlıyan gene o olmuştu:

«- Hüsameddin Bey, beni tanımadın mı?» diye söze başlayınca enikonu şaşırmıştım. O, yüzüme bakarak sözüne devamla:

«- Ben» demişti, «Harbiye'de senin mektep arkadaşın Hüseyin Tosun değil miyim? Yoksa, bizi de Ermeni komitecisi mi sandın?»

O zaman Hüseyin Tosun'u tanımıştım. O da, benim gibi Jöntürklerdendi. O da, bizim gibi tevkif edilmiş, Taşkışla'da yatmıştı. Sonra da Şeref Vapuru ile Trablusgarb'e sürülmüştü.

Hemen kendisine sokularak:

«- Peki ama. Tosun,» dedim, «Trablusgarb neresi, Kafkasya hududu neresi? Şimdi burada ne arıyorsun?»

Güldü:

«- Acele etme Hüsam!» dedi. «Trablusgarp'tan bir kolayını bularak çöl yolu ile kaçtım. Afrika sahilinden bir gemiye atlayarak Fransa'ya geçtim ve Paris'e gittim. Jöntürklerle temas ettim. Teşkilâtın yardımı ve talimatı ile yola çıktım. Rus tebaası olarak Kafkasya'ya geldim. Oradan da hududu geçerek Erzurum'a gitmek ve teşkilât kurmak arzusundayım!.» dedi.

Bir müddet, başbaşa uzun uzun konuştuk. Aynı teşkilâtın iki adamı, üstelik iki birbirini seven ve birbirine inanan mektep arkadaşı olarak çabuk anlaştık. Yalnız merak ettiğim bir iki noktayı sormak lâzım geliyordu. Dedim ki:

«- Kuzum Hüseyin, hepsi güzel, fakat muhaberatı nasıl temin edeceksin?»

«- Rusya'da Kars Şehri'nde postahâne Müdürü Ermeni Çarpan, Rus kuryesidir. O'nun vasıtasiyle mektuplar, gazeteler huduttan geçecek, Erzurum postahanesi müdürüne verilecektir. O da teşkilâttandır. Ben de Erzurum'da kalpak derileri vesair Rus emtiası satılan bir dükkân açacağım!..» diye anlattı.

Çabucak her noktada mutabık kaldık. Ben hududun bu noktasından geçecek mektupları ve evrak-ı matbuayı postahâne müdürüne gönderiyordum, o da Hüseyin Tosun'a veriyordu.

Paris'ten bilhassa «Meşveret  gazetesi” geliyordu. Bunları Van, Bitlis, Diyarbakır, Muş ve Erzincan'a gönderiyorduk. Hüseyin Tosun Bey'e talimat verenler, O'na bu hususta salâhiyet bahşedenler Ahmed Rıza ve Doktor Bahaeddin Şakir Beylerdi.

Nihayet Erzurum'da bir baskın tertip edilmişti. Nizamiye Tabur Kumandanı Binbaşı Saffet Bey de teşkilâttandı.

O'nun müsamahası sayesinde Hürriyetperverlerden, zabitan ve vâızlardan mürekkep bir kalabalık, postahaneyi işgal etmişti. Buradan Yıldız Sarayı'nın telgrafhanesi bulunmuş, makine başına gelen Arap İzzet Paşa'dan, Erzurumluların Meşrutiyet'in ilânı hususunda duydukları kuvvetli istek ve heyecanın Padişah'a arzı istenmişti. Abdülhamid'in sâdık bendesi Arap İzzet Paşa, telgrafla halkın bu meşru isteğinin Zat-ı Şahaneye arzedileceğini ve temennilerin yerine getirileceğini vâdetmişti. Fakat çok az sonra Erzurum Valisi Nâzım Paşa azledilmiş, yerine Arnavud Abdülvehhab Paşa tayin edilmiş, o da Yıldız'dan aldığı emirleri yerine getirmeğe başlamıştı.

Padişah'ı telgraf başına çağıranların hepsi tutulmuş, tazyik edilerek söylettirilmişlerdi. Bir çok vatanperverler bu yüzden Sinop Kalesi'ne yollanmıştı." (*)

Abdülvehhab Paşa, Erzurum'daki Kolordu Kumandanı Erkânıharb Mirlivası Ahmed Abuk Paşa'nın ve Rus Hudud Kumandanı Erkânıharp Miralayı Fahri Bey'in tebdilini, benim ve bütün zâbitanın tevkifini istemişti. Fakat Erzincan'daki Dördüncü Ordu Müşiri Çerkez Zeki Paşa, buna müsaade etmemişti. Çünkü tam bu sırada Ruslar'ın Kafkasya askerî valisi General Avriyanof ile Kafkasya Rus Süvari Alayları Kumandanı Erkânıharp Miralayı Mak-simof, Erzincan'da Müşir Zeki Paşa'nın misafiri bulunuyor, O'nu ziyaret ediyorlardı. İşte bu hâdiseler şarkta cereyan ederken, Rumeli Müfettişi Umumîsi Hilmi Paşa da, Abdülhamid'e çektiği telgrafta:

«- Zat-ı Şahanelerine şunu arzederim ki; bu taraflarda benden başka herkes İttihatçıdır!» cevabını veriyordu.

Biraz sonra ferik Şemsi Paşa'nın Manastır'da katli vâki olmuş ve Meşrutiyet, İmparatorluğun her tarafında câri olmak şartiyle ilân edilmişti. Abdülvehhab Paşa, zabitanı tevkife hazırlanırken, canını kurtarmak için dar kaçabilmişti. Meşrutiyet'in ilânı üzerine Erzurum'da 1 ve 2 numaralı İttihat ve Terakki kulüpleri açılmıştı.(*) Bunlardan ikincisinin kurucusu olmak şerefini taşıdığım için büyük bir sevinç duyuyordum. Enver Paşa'nın amcası Halil Bey (Paşa),, tayyareci Salim, meşhur Yakup Cemil, mücâhid ve konferansçı Ömer Naci ve Filibeli Hilmi Bey'ler oraya gelmişlerdi. Ermeni vatandaşlardan hiçbirisi kulübe kaydedilmemişti. Halbuki merkez-i umumî, gönderdiği talimatta şöyle diyordu:

«- Şayet Ermeniler'i kulüplerimize kaydettirmezseniz, bunların hepsi Prens Sabahaddin'in «Adem-i Merkeziyetçi» Partisi'ne kayacak ve oraya dahil olacaklardır. O zaman başımıza yeni gaileler çıkacaktır. Azamızın bu hususta müteyakkiz olması lâzımdır!»

Bir numaralı İttihat ve Terakki kulübünü ziyaret eden heyet, Erzurum'dan İran'a geçtiler. Çünkü orada da vatanperverler, İran hükümetine Meşrutiyet idaresini kabul ettirmişlerdi.

İkinci reisliğe seçilen baytar yüzbaşısı Ali Rıza Bey'le elele vererek çalışmağa başlamıştık. Biz, gregoryan olan Ermeniler'in kilise heyetiyle, sık sık temas ediyorduk. Çok iyi hatırlıyorum, her haftanın pazar günü, büyük kilisenin bahçesinde kadın, erkek bütün Ermeniler'i toplıyarak nutuklar veriyor, onları ikna etmeğe çalışıyorduk. Ermenilerin kayıtları çoğalmıştı. Kulübün küşad resminin yapıldığı gece aramızda davetli olarak, Fransız İngiliz konsolosları ile Rus general konsolosu da madamlariyle beraber bulunmuşlardı. Ermeni muteberanı da gelmişti. Sonraları toplantıları cuma, pazar geceleri olarak ikiye çıkarmış ve Ermeni vatandaşların dertlerini dinliyerek yerine getirmeğe başlamıştık.

Ermenilerin Prens Sabahaddin'in fırkasına geçmesini böylece önlemiştik. İşin garibi, kulübe Ermeni taşnaksiyonlarından bile girenler olmuştu. O zamanlar Azerbaycan'dan gelen Ermeni tiyatro grupları Erzurum'da Gölbaşı'nda kiraladıkları tiyatroda, geceleri verdikleri oyundan evvel, İttihad ve Terakki'nin iki numaralı kulübünden gördükleri  himaye  ve  muavenete  şükranlarını  ifade  ediyorlardı.

Bütün konsoloshanelerin Ermeni tercümanlarını elde etmiştik. Nihayet bu umumî âhenkten hoşlanan Fransız, İngiliz konsolosları beni yemeğe davet etmişlerdi. Rus general konsolosu da tertip ettiği çayda bana teşekkür ediyor, İttihat ve Terakki'nin cins ve mezheb farkı gözetmeden gösterdiği faaliyete karşı duydukları memnuniyeti izhar eyliyordu.

Bu hâdiseler, Paris, Londra matbuatına kadar aksetmişti. Rus general konsolosunun madamı da, Türk-Ermeni dostluğunu övmüş, İstanbul'da intişar eden bir gazetenin başmuharriri Yervant Efendi de buna dâir bir yazı yazmıştı. Benim topantılarda Ermenilere tavsiyem, Osmanlı İmparatorluğu camiasına sâdık kalmaları idi. Onlara tarihte, Türk ile Ermeni ve Rumun hep beraber kardeş gibi yaşadıklarını anlatmış, ekmek yedikleri bu mübarek toprağa, nankörlük etmemelerini söylemiştim. Fazla olarak da Prens Sabahaddin'in adem-i merkeziyetçi partisinin bu memleketi parçalamağa götürdüğünü anlatmıştım. Üstelik:

«- Ermeni münevverlerinin Osmanlı İmparatorluğu saraylarında, devlet erkânı arasında gördüğü kıymet ve ehemmiyeti unutmayınız. Noradonkyan Efendi gibi zevat, sizlerin arasından çıkmış Osmanlı nâzındır!..» demiştim.

Ermeniler'in, mimar, kalfa, tüccar ve sanatkâr olarak bu memlekette şöhret yaptıklarını, İslâm adaletinden emin olmalarını, Meşrutiyet nimetlerinden Türkler'le beraber faydalanmalarını temenni etmiştim. Ermeniler bu konuşmalarımdan çok memnun olmuşlardı. Fakat tıpkı İstanbul'da olduğu gibi, Erzurum'da da biraz sonra bir irtica vuku bulmuş, padişahın bendesi Arapkirli Yusuf Paşa, kulübler'in Ermeni propagandası yaptığını ve şeriatın elden gittiğini ileri sürerek bunları kapatmış, zabitanı tevkif ettirmişti. O zaman canımızı kurtarmak için Fransız Konsoloshanesine iltica etmiş ve Erzurum'dan kaçmıştık.

Erzurum'da vuku bulan irtica üzerine kaçmağa mecbur olmuştum. Zira orada da:

«- Şeriat isleriz!» diye bağıran insanlar vardı.

Halk kütleleri sür'atle istenilen tarafa sevkedilebiliyordu. Askerin ve câhil halk tabakalarının öldürmek istediği kimselerin başında münevver insanlar, zabitler vardı. Beni de öldürmek istemişlerdi. Evim, Dabağhane Mahallesin'deydi. Hükümet Konağı'nın önünde kendisine rastgeldiğim Fransız Konsoloshanesi tercümanı Ermeni Sürebyan Efendi:

«- Neredesiniz Hüsameddin Bey, sizi vurucaklar, gelin konsoloshanede size yer ayırdık!.» diye haykırmıştı.

İlk işim, valdemi ve ailemi Vali Tâhir Paşa'nın himayesine götürüp teslim etmek olmuştu. Vali, çok temiz ve namuslu bir insandı, aynı zamanda İttihat ve Terakki'ye de mütemayildi. Bu sırada orada bulunan bir polis memuruna:

«- Hüsameddin Bey'i Fransız Konsoloshanesine götürünüz!..» emrini vermişti.

Gittik. Fakat bu sırada âsiler evime taarruz etmişler, eşyalarımı götürmüşler, yatak ve yastıklarımı delik deşik etmişlerdi. İttihat ve Terakki Merkez-i Umumisi'nc bu irticaın müsebbibi olarak gösterilen Arapkirli Yusuf Paşa, bilâhare İstanbul'a davet edilmiş, muhakeme olunarak idam edilmişti.

Diğer taraftan o sırada Erzincan'da bulunan Dördüncü Ordu13 Müfettişi Müşir İbrahim Paşa bu irticaa Erzurum'daki 2 numaralı İttihat ve Terakki Kulübü sebep olmuştur, hükmüne varmış, beni de O'nun reisi sıfatiyle suçlu görmüş, maaş ilmühaberimi alarak İstanbul'a gitmem ve Merkez Kumandanlığı'na teslim olmam hususunda alâkadarlara emir vermişti. Müşir İbrahim Paşa'nın bana adaveti şundan doğuyordu:

Kendisi Meşrutiyeti müteakib Dördüncü Ordu Müfettişliğine İttihat ve Terakki Merkcz-i Umumisi'nin muvafakatiyle tâyin edilmişti. Halbuki bu zat İstibdat devrinde Serez'de Kumandan iken ittihatçı zabitanın Selanik ve Manastır'daki şubelerle irtibat yapmasına mâni olmuş bu suretle Abdülhamid'in teveccühünü kazanmıştı. Bu tayini haber alınınca Erzurum garnizonundaki za-bitanın isteklerine uyarak kendisine şöyle bir telgraf çekmiştim:

«- Abdülhamid devrinde, Selanik ve Manastırdaki İttihat ve Terakki'nin faaliyetlerine sert emirlerle mâni olmağa çalışmıştınız. Şimdi de Dördüncü Ordu'ya ve buradaki İttihat ve Terakkicilere ihâneı edip etmiyeceğinizi öğrenmek istiyoruz?» (***)

İmzam tahtında çekilen bu telgrafı, Trabzon'da alan Müşir Paşa, çok mağrur ve müstebit ruhlu bir insan olmasına rağmen mecburen şöyle cevap vermişti:

«- Dördüncü Ordu'ya mensub bilcümle zabitanın arzularını yerine getirmek emeliyle şanlı ordunun kumandanlığını deruhte ettiğimi sizlere haber verebilirim.»

Fakat o bunu unutmamış ve beni Erzurum'dan sürmüştü. Erzurum'dan deve katarlariyle Trabzon'a gidilirdi. Bu nakliyatı üzerine almış bulunan cilâvdarlar İranlı idi. Ben de İran Konsolosu'nun delaletiyle katara ailemle beraber katılmıştım. Teşyiimde konsoloslar bulunmuş, fakat zabit arkadaşlarıma izin verilmemişti. Erzurum'dan, İstanbul Kapısı'ndan çıkarak yola koyulmuştuk. Deve katarı. Kop Dağları'nı ve Zıgana1ar'ı arkasında bırakarak Trabzon'a varmış, biz de Şakir Efendi'nin oteline inmiştik. Trabzon Kumandanı Erkânıharb Mirlivası Abuk Ahmed idi. Paşa, beni hudud karakollarından tanır ve severdi. Parasız olduğumu söyleyince gülerek:

«- A Hüsameddin Bey iş paraya kalsın, al şimdilik şu on altını, ne zaman elin değerse verirsin!..» demişti.

Trabzon'dan kalkan seyrüsefâinin bir vapuru ile İstanbul'a gelmiş, valdemi ve ailemi akrabalarımın evine bırakarak Merkez Ku-mandanlığı'na gitmiştim. Merkez Kumandanı Piyade Kaymakamı Kalkandelenli Şahab Bey'di. Odada mekteb arkadaşım İzmitli Süvari Yüzbaşısı Mümtaz'la karşılaşarak kucaklamıştık.

Merkez Kumandanı hâdiseden haberdardı.

«- Hüsameddin Bey,» demişti. «Size vereceğim inzibat çavuşu ile Divan-ı Harbe müracat edeceksiniz!.» Bunu işiten Mümtaz Bey:

«- Ne münasebet, Şahab Bey, dedi, «O'nu ben Divan-ı Harbe götürür, ben refakat ederim.»

Filhakika beraberce Divan-ı Harbe gitmiştik. Hepsi Mümtaz'ın arkadaşları idi. Beni hürriyetperver, İttihatçı, güzide bir zabit olarak tanıtınca reis:

«- Hepsinden haberimiz var. O'nu Süvari Şubesi'ne götürünüz de tayinini yapsınlar!» demişti.

Süvari Şubesi Müdürü Binbaşı Zeki Bey, defterleri açarak biraz düşündükten sonra, yüzüme bakarak:

«- Sizi» dedi «en civcivli bir yere, Serez'deki 25'inci alayın Dördüncü bölüğüne kumandan tayin ediyoruz, yolunuz açık olsun!»

(*)Sinob'a sürülenlerden hatırımda kalanlar: Erzurum'da Mezar arkalı

Mevlûd. Kapalıçarşı'da kuyumcu Hacı Akif, dâva vekili Seyfullah, vâız
Bu yazı toplam 3923 defa okunmuştur.
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim