Nahiye, köy ile ilçe arasında bir idari kademedir. Günümüzde "Bucak" kelimesi ile ifade ediliyor.
Osmanlı Devletinin son demleri ile tek parti rejiminin son bulduğu 1950 yılları arasındaki hatıralarını dillendiren Hasan Tahsin Sanin ne yazık ki bir daldan ötekine atlayan üslubuyla okuyucu üzerinde bazan gösterdiği yiğitlikle hayranlık, bazan da içine yuvarlandığı gafletle kızgınlığa sebep oluyor.
İşte hatırattan hayranlık uyandıran yönüne dair bir alıntı:
"Sene 1919 idi.. Batum'da Şimayafski Tiyatrosuna gitmiş biraz da keyif olmuştuk. Tiyatroda otururken sigaramız bittiği için arkadaşımızla dışarıya sigara almaya çıktığımızda biraz ötede sinema binası önünde büyük bir kalabalığın olduğunu gördük. Vaziyeti anlamak için o tarafa doğru giderken sinemanın elektrik ziyaları önündü uzun boylu sarhoş bir Hıristiyan Gürcü'nün hastaneden çıkmış yürümeye mecali olmayan bir neferimizi yakalayıp Allahı'na peygamberine Padişahına küfrederek dayak attığını, İngiliz askerlerinin ve subaylarının ve tekmil halkın bu manzarayı seyrettiğini gördük . Derhal işe müdahele etmek üzere hadise yerine fırladım. Neferi Gürcünün elinden çekifp aldım. Ve ne istediğimi sorunca gürcü bana bir tokat attı ve yere yuvarlandım. O esnada İngilizlerin Ofisi yer Türk dedikleri "İşte Türk Zabiti de dayak yiyor demek istedikleri kulağıma geldi. Tekmil heyecanımla gürcünün üzerine atıldım ve yere vurdumsa da adam çok iri ve kuvvetli olduğundan yere düşerken beni altına aldı. Fakat ben bir hamle ile tekrar üzerine çıkararak hamil olduğum ştayr tabanca ile ateş etmek istedimse de fart-i heyecanımdan emniyet tetiğini bulamadım. tabancanın kabzasını kafasına indirdikten sonra emniyet tetiğini hatırladım. derhal tetiği açarak gürcünün alnının ortasına tabancadaki dokuz mermiyi boşalttım. Gürcü öldü.
Gürcü öldükten sonra bizim o civarda bulunan Türk polisleri beni alarak vaka mahallinden uzaklaştırdılar. Nerede bulunduğumu sordular. Ben de Kırmızı Kışla'da oturduğumuzu söyledim. Polisler derhal kışlaya gidip elbisemi değiştirmemi rica ettiler. Oradan tekrar sahil yoluyla tekrar tiyatroya arkadaşımın yanına geldim. Bereket salona girdiğimde perde açılmış ve etraf karanlık olduğu için vaziyetim o kadar belli olmamıştı. Perde kapanıp da lambalar yanınca arkadaşım Talat vaziyeti gördü. Üstüm başım yırtık ve yüzüm gözüm kan içindeydi. İkinci perde açılırken tiyatrodan çıktık ve vapura binmek üzere rıhtıma geldik ise de vapurun iskelesinin alındığını gördük. Geriye dönmedik. Gaz sandıkları ile vince takılarak vapura çıktık. Hemen elbiseleri değiştirip yatağa girdim."
BİR "TEK PARTİ REJİMİ MİLİTANI"
Hasan Tahsin Sanin hatıratında şu satırlara da rastlıyoruz:
"Cumhuriyete sâdık kalarak icabında bunun için seve seve ölmenizi, Atatürk ve İnönü'yü bir Türk Sembolü olarak sevmenizi ve bunlara hürmeti hiç bir dakika hatırınızdan çıkarmamanızı arzu ederim"
Bu ifadeler Tek parti rejiminde nan-ı nimet sahibi olan Hasan Tahsin Sanin'in elde ettiklerine bir teşekkür müdür bilinmez ama onun; Erkek evlatlarını Subay, kız evlatlarını Subay eşi yaptığı hatıratında fotoğraflarıyla beraber anlatıyor.
Osmanlı'nın son ihtiyat zabitlerinden biri olan Hasan Tahsin Sanin, yıkılmakta olan imparatorluğun, ordu saflarını komutansız bırakmamak için nasıl çabalar harcadığını, Padişah Sultan Reşat'tan Ordu ve Kolordu Kumandanlarına, Karabekir'den, Mustafa Kemal'e uzayan ilginç hatıralarla dile geliyor.
Tarihimizde Nahiye Müdürü olup da Hatıra yazan bir ikinci devlet adamı olmadığı biliniyor.
Umarız Hasan Tahsin Sanin, hatırat telifi konusunda, yalnız Nahiye Müdürlerine değil Kaymakamlardan Valilere, Bakanlardan, Başbakan ve Cumhur reislerine kadar örnek olur.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.