• İstanbul 14 °C
  • Ankara 15 °C

Eyüb’te Necip Fâzıl’la karşılaşmak, Beykoz’da Mehmet Âkif’e rastlamak!

D. Mehmet DOĞAN

İstanbul’dan hayli zaman uzak kalmışlığımızdan mı nedir, hareketli-bereketli günler geçirdik.

Birkaç gün içinde şehrin birçok mahallinde bulunduk. Programımız Eyüp’te idi. “6. Haliç Genç Edebiyat Günleri…” Program’dan önce Necip Fâzıl’ın vefat yıldönümü olduğu için kabri başında anmaya davet edildik. Orada İstanbul Kültür Müdürü Coşkun Yılmaz, Eyüp kaymakamı İhsan Kara ve birçok Necip Fâzıl dostundan başka Üstad’ın torunlarından Emrah Bey’le de karşılaştık. Benim için bu anmanın şöyle bir hususiyeti var: 1983’de Üstad’ın vefat haberini Manisa’da Kaybolan Şehirler belgeliğini çekerken almıştık. Bugünkü gibi anında haberdar olmayı sağlayan cihazlar yoktu. Biz haberdar olduğumuzda artık İstanbul’a yetişmemiz ve cenazeye katılmamız mümkün değildi. İşte bugün, 39 yıl sonra, bir vazifeyi yerine getirircesine Üstad’ın kabrinde bulunuyorduk. 

Necip Fâzıl’ın cenazesi darbe sonrasının baskı ortamında olaylı geçmiş, birçok tanıdığımız tutuklanmıştı. Şimdi ise âdeta devlet anması yapılıyordu. Hem Kültür Müdürü hem Kaymakam Bey burada idi.

d1-001.jpg

Necip Fâzıl Kısakürek’in kabri önünde: Eyüp Kaymakamı İhsan Kara, İrfan Çalışan, D. Mehmet Doğan, Coşkun Yılmaz

Akşam da Küçüksu’da İstanbulensis Şiir Şöleni’nde bulunduk.

Ertesi gün epeydir haberleştiğimiz hattat Süleyman Berk’le buluştuk ve Mahmut Bıyıklı, Mekki Yassıkaya ve Fatma Gülşen’le Fatih Belediye başkanı Ergün Turan’ı ziyaret ettik. Belediye’nin zemin katında devrim mahiyetinde bir başlangıç olan “kütüphane”yi gezdik. İlk dikkatimizi çeken şuydu: Çok sayıda genç sandalyelerde oturmuş bekliyor. Biz zannettik ki bunlar belediyedeki işlerini takip ediyor, meğer kütüphanede sıralarının gelmesini bekliyorlarmış!

Lise yıllarını Ankara’da Kedi Seven sokağındaki İl Halk Kütüphanesi’nin müdavimi olarak geçirmiş biri olarak bugünün gençlerine gıpta etmedik desek yalan olur: Kütüphane müdavimlerine çay, kahve ve birkaç vakit çorba ikram ediliyormuş. Yine aynı mekânda minyatür sanatında gerçek bir açılım yapmış olan merhum Nusret Çolpan’ın sergisini gezdikten sonra hakkında yazılan kitap biyografi ödülü kazanan “Ensar Ruhlu Muhacir” Dr. Nihat Bengisu’nun muayenehanesinde gittik. Fatih Camii’ni, Fatih’i ve türbe haziresinde son yıllarda vefat eden değerli şahsiyetlerin kabirlerini (Kemal Karpat, Mehmet Genç, Halil İnalcık, Semavi Eyice ve Kadir Topbaş) ziyaret edip Fatiha okuduk.

Günlerden cuma: Ayasofya günü!

Cuma namazını Mekki Yassıkaya ile Ayasofya’da kıldık. Ulu mabedin azim cemaati karşısında, en kalabalık cuma olarak hatırımda kalan Kaşgar’daki Iydgah Camii cumasını ikinci sıraya düşürdüm! Kaşgar’daki camide tamamen arapça hutbe okunuyordu, cemaat Türklerden ibaretti. Ayasofya cemaati ise dünyanın her yerinden gelen Müslümanlardan teşekkül ediyordu, hutbenin arapça bölümü yanında türkçe kısmı da vardı.

d2-001.jpg

          Ayasofya hatırası…

Cumadan sonra TYB şubesinde bizi bir sürpriz bekliyordu. Bahtiyar Aslan Bandırma üniversitesindeki talebeleri ile çıkageldi…Onlarla edebiyata ve edebiyat öğretimine dair sohbet ettik.

Yedi Kule: “Mücazat”tan “mükâfat”a!

Akşam Yedi Kule’de Fatih Belediyesi’nin ev sahipliğinde Türkiye Yazarlar Birliği’nin 41. Ödül töreni vardı. Yedi Kule zindanlarının şöhreti malûmdur, burası bir zamanlar mücazat (cezalandırma) yeri idi, Fatih Belediyesi bu tarihi mekânı mükâfat (ödül) mekânına dönüştürmüş!

d3.jpg

Ödü töreninde: M. Ergün Turan, Beşir Ayvazoğlu, Yavuz Bülent Bakiler, D. Mehmet Doğan

Epeydir görmediğimiz dostları, bilhassa Yavuz Bülent Bakiler ve Beşir Ayvazoğlu’nu gördük. Törenden sonra geç vakit Beykoz’a intikal ettik ve Beykoz Belediyesi’nin Riva’daki tesisinde misafir edildik. Mahmut Bıyıklı, bu defa bize İstanbul’un farklı bir yüzünü göstermek için program yapmıştı. Ödül töreninden sonra Beykoz’da bulunuşumuz gerçek bir ikramdı. Gece geç vakit yatmıştık ama bu orman içindeki bol oksijenli tesiste sabah erken kalkmamız zor olmadı. Kısa bir ok taliminden sonra, on ikiye üç kaladan vurarak, yola revan olduk. İlk uğrağımız İstanbul’un fetih yıldönümünden bir gün önce Ak Baba Sultan oldu. Hazret, İstanbul’un fethine katılan alperenlerdendi. İstanbul’un fethinde bayramilerin yeri hatırlanırsa, Ak Baba sultanın da bir bayramî olması muhtemeldir.

d4.jpg

Ak Baba Sultan kabrinde: Selma Aksoy, Mehmet Kahraman’ın eşi ve kızı, Münire Kevser Baş, Sait Mermer, Mehmet Kahraman, Mahmut Erdemir, D. Mehmet Doğan, Mahmut Bıyıklı, Ali Osman Kurt, Mehmet Tuğrul, Hüseyin Nazlı Aydın, Mustafa Ekici

İstanbul’daydık, fakat yeşili çok baskın bir İstanbul’da. Galiba Beykoz’dan başka bir yerde bunu söylemek mümkün değil. Yeni açılan Cam ve Billur Müzesini gezdikten sonra, Alman Üniversitesi’nin yanından geçip On Çeşmeler’e vardık. Bu İstanbul’da hâlâ suyu akan bir çeşme idi ve hem de on lüleden birden akıyordu… Üstü örtülü, farklı bir mimari tarzı olan yapının üstünde vaktiyle bir sıbyan mektebi olduğu söylendiğinde, su sesinin çocuk seslerine karıştığı bir mekânı tasavvur etmeye çalıştık.

1974-1975’te İstanbul’da askerlik yaparken, pazar günlerini Boğaz vapurlarında geçirirdik. Bir defasında Beykoz’da inmiş ve On Çeşmeleri keyifle seyrettikten sonra yeşile doğru bir yürüyüş yapmıştık. İşte o zaman Abraham Paşa korusu ile karşılaşmıştım. Her ne kadar terk edilmiş gibi görünüyorsa da planlı bir park veya saray bahçesinde de dolaştığınızı fark edebiliyordunuz.

Mısırlı bir Ermeni olan Abraham Paşa, Kavalalı hanedanı ile Osmanlı arasında arabulucuk yapan bir zengin. Zenginliği Süveyş kanalı ile ilgili. Bu arazilerin bir kısmını Sultan Aziz’in ihsanı olarak bir kısmını da para ile almış. Çok geniş bir arazide koru, köşkler ve nihayet şimdi Cam ve Billur müzesi olan at ahırını yaptırmış. Köşklerden eser kalmamış, yeşil hâlâ bâkî…

          Şiir müzelik olur mu?

d5.jpg

Mehmet Âkif Ersoy Edebiyat Müzesinde: Mehmet Kahraman, D. Mehmet Doğan, Münire Kevser Baş, Hüseyin Nazlı Aydın, Mahmut Bıyıklı, Sait Mermer

Zamanımız daralıyor, rehberimiz Ömer Faruk Deliktaş, fire vermeden programı uygulamaya çalışıyor. Bundan sonraki durağımız “şiir müzesi”. Mehmet Âkif Ersoy Şiir Müzesi, İstiklâl şairimizin hatırasını yaşatmak maksadıyla Beykoz Belediyesi tarafından 12 Mart 2018 tarihinde açılmış. Her ne kadar şiirin müzelik olmasına razı gelmesek de hem Âkif’e hem de şiire tahsis edilen bir mekânda bulunmak hoş duygular uyandırıyor. Müze personelinin yakın ilgisi mekânı daha da güzelleştiriyordu.   

d6.jpg

Mehmet Âkif Ersoy Şiir Müzesi önünde: Mehmet Tuğrul, Mehmet Kahraman’ın eşi, Münire Kevser Baş, Hüseyin Nazlı Aydın, müze görevlisi Zeynep Küçük, arkada rehberimiz Ömer Faruk Deliktaş, D. Mehmet Doğan, arkada Mahmut Bıyıklı, Ali Osman Kurt, müze görevlisi hanım, Selma Aksoy, Selma hanımın oğlu.

Şiir müzesinden sonra güzergâhımızda Hafız Mehmed Efendi Tekkesi var. Burası ihya edilmiş ve kültürel faaliyetlere tahsis edilmiş. Çay için “tekke çorbası” denilir, biz de tekke çorbası içmeden oradan ayrılmadık.

d7.jpg

Hafız Mehmed Efendi Tekkesinde: Mustafa Ekici, Ömer Faruk Deliktaş, Mehmet Tuğrul, Selma Aksoy, Mehmet Kahraman ve eşi, Hüseyin Nazlı Aydın, D. Mehmet Doğan, Ali Osman Kurt, Mahmut Bıyıklı, Mahmut Erdemir, Sait Mermer, Münire Kevser Baş

Hızlandırılmış bir gezinin sonuna yaklaşırken, Boğaz’a hâkim bir mevkideki Yuşa tepesine uğramamak olmazdı. Yuşa, Musa peygamberin yakını, yardımcısı. 110 yaşında Filistin’de ölmüş, defnedildiği yer de belli. Kur’an-ı Kerîm’de Yûşa adı geçmiyor, fakat iki yerde ona telmihde bulunuluyormuş. Tepeyi Yûşa’ya hasreden, 16. Yüzyılın evliyalarından, Kanunî’nin süt kardeşi Yahya Efendi imiş. Bir keşifde bulunmuş ve o zamandan beri bu makam Yûşa peygamberin kabri olarak ziyaret ediliyor. Esasen Yûşa‘nın beşi Filistin’de olmak üzere bir çok yerde mezarının bulunduğu iddia ediliyormuş. Musa ile Hızır’ın buluştuğu iki denizin birleştiği yer İstanbul Boğazı mıdır? Bu konuda rivayet muhtelif. Eğer öyle ise, Yûşa’nın buradaki varlığı için bir ipucu olabilir.

Merhum Semavi Eyice’nin kavline göre kelime, eski attarlıkta koyun damgalarını boyamakta kullanılan aşı boyası “yuğşa”dan gelmektedir. Boyanın elde edildiği toprak Boğaz’ın bu kesiminde çok miktarda bulunduğu ve koyunlar burada “yuğşalandığından” buraya Yuğşa tepesi denilmiş ve zamanla Yûşa olmuş…

İstanbul seferimiz Yoroz kalesinin yakınından geçip Poyrazköy’e oradan da Yavuz Sultan Selim köprüsüne ve hava limanına doğru.

Ve ver elini Ankara! İstanbul’un fethini Ankara’dan kutlamak da güzel!

 

Bu yazı toplam 198 defa okunmuştur.
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim