Üsküplü ilim adamı ve şair Fettah Efendi’nin vefatının yıldönümü dolayısıyla Fettah Efendi Derneği ile Üsküp Yunus Emre Merkezi’nin 26 Nisan 2021 günü düzenlediği çevrimiçi programda TYB Şeref Başkanı D. Mehmet Doğan’ın konuşması
*
“Evlad-ı fatihan” terkibi, deyimi, dildeki bunca değişmeye rağmen yaşamaya devam ediyor. Bu zihnimizin Rumelisini ayakta tutan önemli bir kavramdır. Fâtih babalar, Yahya Kemal’den ilhamla söylersek, zafer kazandıkları atlara binip yedi kat arşa yükseldiler.
Bir gün dolu dizgin boşanan atlarımızla
Yerden yedi kat arşa kanatlandık o hızla...
Geriye onların çocukları, nesilleri kaldı. Ve onlara da eşsiz güzellikte bir vatan ve şanlı bir mazi kaldı. Onlar önce büyük bir medeniyetin varisi ve sonra da yetimi oldular.
Balkanların tarihinde Osmanlı asırlarını ve eserlerini çıkarın, geriye ne kalır? Balkanlardan Osmanlılar siyaseten çıkarıldılar, siyasî sınırları değiştirmek emperyalizmin zirvede olduğu 19. Yüzyıl sonu ile 20. Yüzyıl başında çok zor değildi. Konjonktürel gelişmeler zaman zaman böyle değişikliklere yol açabilir.
Üsküp, Rumeli denilince Yahya Kemal’siz olmuyor, birkaç cümle geçmeden yine ona atıfta bulunacağız. Onun Kaybolan Şehir şiiri, Üsküp için yazılmıştır. Aslında Balkan şehirleri kesinlikle Osmanlı şehirleridir, Osmanlı öncesi Balkanlarda gerçek manasıyla şehir yoktur. Ve koca şair, bir şehir üzerinden bütün Rumeli şehirlerini anlatmıştır.
Üsküp ki Yıldırım Bayezid han diyarıdır
Evladı fatihana onun yadigârıdır!
Siyasi sınırlar harita üzerinde değişir, kültürel sınırlar kolay kolay değişmez ve siyasi haritalara sığmaz!
Hayat tarzı zaman içinde bütün değişmelere rağmen köklü kültürel unsurlarını barındırmaya devam eder. Âdap, erkân, muaşeret, yeme-içme, mûsıki, edebiyat… değişme ile birlikte devamı da ihtiva eder.
Diyebiliriz ki, Rumeli kültüründe bu alanlarda Türkiye’deki kadar radikal değişiklik yaşanmamıştır. Siyasetin alanına giren değişme baskısı, kültürel alanda belli bir dirençle karşılaşır. Balkan Harbine kadar hâkim unsur olan Türklerin bu hakimiyetlerini siyaseten kaybetmesi, kültürel olarak kaybettiği anlamına gelmez.
Osmanlının medenî ve kültürel varlığı her zaman bir karşılaştırma, kıyaslama unsuru olarak yaşamaya devam eder.
Osmanlı sistemi içinde, asırlar boyunca farklı dinî, etnik grupların yaşamasına uygun bir zemin oluşturulmuştur. İşte bu hürriyet zemininde yüzyılları geçerek 20. Yüzyıla ulaşan etnik ve dinî topluluklar, emperyalist sistemin Osmanlı Devleti’ni parçalama yönündeki stratejileri ile yeni ve sentetik kimlikler edinerek siyasi otoriteler oluşturmuşlardır. Bunların her biri Osmanlının bir Rumeli sancağında hakimiyet sahibi olmuştur. Osmanlı bakiyesi evladı fatihan ile birlikte yaşamak istemeseler de, Osmanlı kültürü yaşamaya devam etmiştir.
Balkan Harbi’nin Rumeli’yi tarümar ettiği günlerde bugün hatırasını yaşatmak için bir arada olduğumuz Abdülfettah Efendi, iki yaşındadır. Yahya Kemal’in Açık Deniz şiirinde ifade ettiği melâlin kim bilir kaç katını hissederek çocukluğunu ve gençliğini yaşamıştır?
Öyle anlaşılıyor ki, kendine bir edebiyat zemini oluşturarak bu melâli, bu yakıcı hüznü bütün unsurlarıyla ifade etmek yolunu seçmiştir. Abdülfettah Efendi uygun mecralar bulsa idi meramını sadece nazımla, şiirle anlatmak zorunda kalmazdı diye düşünüyorum.
Yine öyle sanıyorum ki, tek yapabildiği yazmak olduğu için, yüzbinlerce mısra yazmış, rivayete göre 80 bin mısrası da yok edilmiştir.
Onun Balkanlarda son Osmanlı edibi, şairi olduğunu söylemek yanlış olmaz. Balkanlarda türkçe edebiyat, kendisinden sonraki nesillerde maalesef o dili ve duyuşu terk ederek var olabildi.
Osmanlı ilim ve edebiyat dilini Abdülfettah Efendi’nin bütün zenginliği ve kudreti ile temsil ettiğini söyleyebiliriz. Onun zengin dil haznesi, Balkanlarda klasik Türkçenin, Osmanlı Türkçesinin 1920’li, 1930’lu yıllardaki gücünü gösterir. Bu dil zenginliği sadece okuyarak kazanılamaz, öğretim sistemi ve mükaleme de ona göre olmalıdır. Yani bu dili besleyen, muhit, ortam da olmalıdır. Türkiye’de medreseler ve tekkeler kapatılırken Balkanlarda devam etmesi, aynı zamanda zengin Türkçenin devamı anlamına gelmektedir.
Bu zengin dilin 1930’lardan itibaren Türkiye’de öğrenilmesi mümkün olmamış, sonraki yıllarda da kullanılması imkânı giderek zayıflamıştır.
Onun gençlik çağında, Türkiye’de dile, kültüre keskin müdahaleler yapıldı. Abdülfettah Efendi’nin bundan etkilenmediği veya bu değişmeyi dikkate almadığı görülüyor.
Onun bağı Türkiye’nin siyasi sistemi ile değil, müşterek kültürel yapısıyladır. Türkiye’de Klasik Türkçenin bir anlamda yasaklandığı günlerde onun Osmanlı Türkçesinden zerre kadar inhiraf etmediği görülmektedir.
Bunu Türkiye’de yapabilen, başarabilen çok fazla edebiyatçı yoktur.
Balkanlarla ilgili konuşurken “köprü” kelimesine ve mecazına sık başvurulur. Coğrafya bunu gerektirir, tarih bunu icab ettirir.
Abdülfettah Efendi’nin zihniyet olarak, dil olarak, edebi verim olarak, Balkanlarda devamı temsil eden ender şahsiyetlerden olduğu şüphesizdir. O bu yönüyle edebiyat alanında eski ile yeni arasında bir köprü olabilirdi. Aynı şekilde Türkiye ile Rumeli arasında bir köprü olması mümkündü. Fakat dönemin şartları buna imkân vermemiştir. Bunu sadece mahalli hükümetin tavrına bağlamak yanlış olur, Türkiye’nin o dönemdeki alâkasızlığı da hatırdan çıkarılmamalıdır.
Onun temsil ettiği devam, ondan sonra filizlenen edebiyatta ne yazık ki aynı şekilde sürdürülememiştir. Türkçe yazanlar mevcut rejimin Türkiye’den tercih ettiği kesimlerin edebiyatını ve dil anlayışını benimseyerek yollarına devam etmişlerdir. Fettah Efendi’nin eserlerinin yayınlanamaması, kamuoyuna mal olmaması böylece bilinmemesi, yeni yetişenlerin ondan istifadesini de güçleştirmiştir. Abdülfettah Efendi’nin nisbeten daha hür bir devre girilmişken erken yaşta göçmesi, bu anlamda bir talihsizlik olarak görülebilir.
Burada sevgili Avni Engüllü’nün değerlendirmelerini, ona öncelikle şifalar dileyerek, bilhassa anmak istiyorum.
Onu, “İdeolojik sınırın” ötesinde kalan, Makedonya Türk yazarlarının kendisini de aralarına katmaya herhangi bir teşebbüste bulunma zahmetine bile katlanmayı göze alamadıkları edebiyatçılardan biri ve hiç kuşkusuz en değerlisi” olarak niteliyor.
Fettah Efindi’nin her türlü kuşatılmaya rağmen 20. Yüzyıl Türk edebiyatını takip ettiği anlaşılıyor. Mehmed Âkif’e bağlılığı, Yahya Kemal’e muhabbeti yanında, 1950’li yıllarda bir fikir mücadelesi öncüsü olarak ortaya çıkan Necip Fazıl’ı benimsemesi bilhassa önemlidir.
“Necip Fazıl Kısakürek”e şiirinde,
Ben de Yusuf gibi bi-cürm ü kabahatdım âh
Beni de mahbese atmış idi a’da-i Allah
İfadesi, Necip Fazıl’la nasıl bir benzerlik, aynılık ilişkisi içinde olduğunu ifade ediyor. O da Hz. Yusuf gibi suçsuz ve kabahatsizdir, fakat Allah düşmanları onu da hapse atmıştır.
Burada Necip Fazıl’ın Sakarya Türküsü’nden
Öz yurdunda garipsin, öz vatanında parya!
Mısraını hatırlayabiliriz. Her iki şairin içinde bulundukları psikoloji aynıdır.
Eğer arkadan gelen yeni nesil edebiyatçılar Abdülfettah Efendi ile etkileşim içinde olabilselerdi hem dil hem de dünya görüşü olarak daha farklı bir zeminde eserlerini verirlerdi.
Her şeye rağmen bugün Fettah Efendi’nin Üsküp’te hatırlanıyor alması çok mühim bir hadisedir. Üsküb’ün, Bakanların bir değerini aradan geçen zamana rağmen yâd edilmesi, hayırlı ve ümit verici bir başlangıçtır. Emeği geçenleri minnet hisleriyle tebrik ediyorum.
Abdülfettah Efendi’nin bugüne kadar yayınlanamamış olan şiir külliyatının, eserlerinin yayınlanması müjdesi, kayıp bir hazine sandığının bugünün ve gelecek nesillerin önüne açılması anlamına gelecektir.
Bu büyük vatan evladı muztaribi, rahmetle ve minnetle anıyorum. Mekânı cennet, ruhu şâd olsun.
Onun İstiklâl Marşı şairimiz Mehmed Âkif’in vefatı üzerine yazdığı şiiri okuyarak sözlerimi tamamlamak istiyorum.
Bir şair-i mülhem idi Âkif, o büyük zât
Âkif gibi üstâd-ı beyân geldi mi, heyhât
Âdâb, edebiyyât ile zıd addedilirken
Feyzinle bunun zıddını sen eyledin ispât
Şi’r olmuş idi müşhir-i her fuhş-u fezâhat
Şi’rinde edeb buldu edepsiz edebiyyât
Bir münbit-i şer olmuş idi hâk-ı belâgat
Bir tohm-i edeb zerk ederek eyledin inbât
Türk şi’rini, fen nazmını, âdâb-ı beyânı
Âkif’le beraber alıyor âlem-i emvât
Mefkûre-i İslâmı belâgatla kulûba
Telkin edecek hâme bugün sustu mu heyhât.
(30 Şevvâl 1355/13 Ocak 1937)
Şiirin son beytini açıklamak yeterli olur: İslâm idealini kalplere akıcı şekilde telkin edecek kalem bugün sustu mu? yazık!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.