Gerçek Yûnus, keşfedilen Yunus!

D. Mehmet DOĞAN

Anadolu’da türkçenin yazı dili, edebiyat dili olması macerasının başlangıcı bilhassa önemli. Bu başlangıcın, 13. Asrın başlarında aranması yanlış olmaz.

Selçuklularının Anadolu’daki ikinci asrı, yani 12. yüzyıl; birçok bakımdan mühimdir. Malazgirt zaferinden 25 sene sonra başlayan Haçlı seferleri yüz yıllık bir süre içinde Anadolu Selçuklularını meşgul etti. Anadolu’nun fatihleri başkenti asıl hedef olarak seçtikleri İstanbul’un burnunun dibindeki İznik’ten Konya’ya taşımak zorunda kaldılar. Dördüncü Haçlı seferi 1202-1204 arasında yapıldı ve Anadolu’ya geçmeden İstanbul’un Latin işgali ile sona erdi.

Bizans’ın Anadolu’ya dönme hayalinin sonu ve Selçuklu devlet varlığının güçlenmesi

1175’te Anadolu’da bir gaza beyliği olarak ortaya çıkan Danişmendliler, merkeze bağlandı. 1176’da Miryokefalon Savaşı sonucunda ağır bir mağlubiyete uğratılan Bizans, Anadolu Selçukluları için tehlike olmaktan çıktı. 2. Süleymanşah devrinde, 13. Asrın başlarında, Anadolu birliği geniş ölçüde sağlandı. Erzurum merkezli Saltuklu beyliği Selçuklu’ya katıldı. Mücadelelerle geçen bu yüzyılı, Anadolu’ya yerleşme ve kökleşme asrı olarak görebiliriz. Böylece, Anadolu’nun bütünlüğü ve emniyeti sağlandığından istikrarlı bir idare ve ticaretin, ilimlerin ve sanatların gelişmesi için zemin teşekkül etti.

13. Asrın ilk yarısı, Anadolu Selçuklu Devleti’nin zirvesidir. Bu zirveyi Alaeddin Keykubat (Uluğ Kaykubat) temsil eder. 1220–1237 arasında saltanat süren Alaeddin Keykubad devrinde Anadolu baştan başa umran eserleri ile donatıldı. Hanlar, kervansaraylar, köprüler, darüşşifalar, saraylar, tersaneler, camiler inşa edildi. Refah seviyesi yükseldi.

Alaeddin Keykubad’ın ölümünden birkaç yıl sonra ciddi sarsıntılara yol açan Babaî isyanı başladı (1240). Onun ardından, birkaç sene sonra meş’um Kösedağ Muharebesi cereyan etti (1243). Moğollara karşı kaybedilen bu muharebeden sonra Anadolu Selçuklu Devleti’nin zor günleri başladı, 1308’de son Selçuklu sultanı II. Gıyaseddin Mesud’un vefatı ile Anadolu Selçuklu Devleti tamamen ortadan kalktı…

İşte bu yükselişle başlayan ve çöküşle sona eren yüzyılda Anadolu’da türkçe edebiyatın yolu açıldı.  

            Anadolu’da ilk türkçe eserler tıp alanında

Fuad Köprülü 1926’da Anadolu’da ilk türkçe edebî eserin Ahmed Fakih’in Çarhname mesnevisi olduğunu öne sürmüştür. Anadolu’da ilk yazılı eserlerin farsça ve arapça olduğu, türkçe eserlerin onlardan sonra geldiği biliniyor. İlk türkçe eserlerin edebî metinler olmadığı da anlaşılıyor. Mikâil Bayram Hekim Bereket’in Tuhfe-i Mübarizî isimli tıpla ilgili kitabının Anadolu sahasında ilk türkçe eser olduğunu öne sürüyor. Daha önce tarihçi Şahabeddin Tekindağ bu eseri tanıtmış.[1] Hekim Bereket arapça eserini Danişmend emirlerinden Mübarüzi’d-din Halifet Gazi’ye sunmuş, o da arapça olan eserin farsçaya ve türkçeye çevrilmesini buyurmuş. Halifet Gazi’nin türkçe eser yazılmasını teşvik ettiği anlaşılıyor. Halifet Gazi’nin baba ve dedesi Danişmendname kahramanları arasında imiş.[2] Danişmendoğlu Melik Ahmed Gazi’nin Bizans’la mücadelelerini destanî bir tarzda anlatan “Danişmendnâme”nin de 13. asır ortalarında Dânişmend ilinde, Tokat’da yazıya geçirildiği de hatırlanmalıdır.

Türkçe kelimeler de ihtiva eden Evhâdü’d-din Kirmânî’ye (1164-1238) ait bir gazelin Tuhfe-i Mübarizi ile eş zamanlı yazılmış olduğu ileri sürülmektedir.

Mârâ ezeddür mescîd der-i hammâr olısar

Seccâde neyem lâyık mârâ ân nâr olısar

Evhadî dervişleri bu şiiri topluca ilâhî olarak terennüm ederlermiş.[3]

Mağlubiyetin türkçeye açtığı yol

Anadolu Selçuklu Devleti’nin çöküş süreci, merkezî iktidarın tesirini kaybetmesi, böylece farsça yazışan bürokrasinin geri plana düşmesi ve yeni elemanlarla takviye edilememesi, Anadolu’da türkçenin yolunu açmıştır. Türkleşen Anadolu’da farsça bilen bir bürokratik yönetimi sürdürmek giderek güçleşmektedir. Diğer taraftan geniş kitleleri gözetmek ihtiyacını hisseden tekke/tasavvuf ehlinin türkçeye ilgisi türkçe çığırının açılmasında mühim rol oynamıştır. Böylece dilde bir geçiş devri gözlenmeye başlamıştır. Farsça metinlerde türkçe kelimeler görülür olmuş, mülemma denilen türkçe ile karışık şiirler yazılmaya başlanmıştır. En başta farsçanın dört büyük şairinden biri (diğerleri: Firdevsî, Sadî, Hâfız) olarak sayılan Anadolu’nun merkezinde, Konya’da eserlerini farsça olarak söyleyen/yazan Mevlâna mülemma (karışık) bazı beyitler yanında sırf türkçe beyitler de söylemiştir.[4]

Onun oğlu Sultan Veled, farsça yazmakla beraber, eserlerinde türkçe oranını hayli artırmıştır: İbtidaname’sinde 76 beyit, Rebabname’sinde 162 beyit, Divan’ında 128 beyit. Ve nihayet bütünüyle türkçe eser veren Ahmet Fakih, Şeyyad Hamza ve Hoca Dehhanî gibi şairlerin yetiştiği görülmektedir. Bu şairler arasında Yûnus Emre’nin müstesna bir yeri vardır. Bu dört şairin Mevlâna çağını idrak etmekle beraber, onlardan genç oldukları ve 14. Asrı gördükleri dikkate alınırsa, Anadolu’da türkçe edebiyatın bir zaman meselesi olduğu düşünülebilir. Farçanın tesiri azalırken, türkçe kendini göstermeye başlamıştır.

Mevlâna’nın Divan-ı Kebir’indeki bu türkçe beyti de Yûnus Emre’den önce söylediğini tahmin edebiliriz:

Okçulardır gözleri hoş nişandır kaşları

Öldürür yüz süvari kimdir ol Alparslan

(O güzel, okçu gözleriyle, nişan almaya uygun kaşlarıyla, yüz süvari öldüren Alparslan gibidir…)

Bu beyit, Anadolu’da türkçe şiirin büyük başlangıcını Mevlâna’nın yapabileceğini bize gösteriyor. Bu mısralar aynı zamanda Anadolu’yu bize açan büyük Alparslan’ın hatırasının yaşadığını ve Mevlâna’nın onun ismini zikretmeyi önemsediğini de gösteriyor.

Bu güzel türkçe beytin sahibi Mevlâna Celâleddin, geçiş döneminin başında bulunması itibarıyla türkçe edebiyatın büyük başlatıcısı olamamıştır. Buna rağmen, onun muazzam farsça külliyatı yanında türkçe mısralar, beyitler yazması da büyük ehemmiyet taşımaktadır. Ayrıca eserinin dil dışı tesiri edebiyatımızın gelişmesinde daha mühim bir rol oynamıştır.[5] Anadolu’da ondan sonra ortaya çıkan muazzam türkçe edebiyatın temelinde Mevlâna’nın eserleri, bilhassa Mesnevî’si vardır. Yûnus Emre’nin beslendiği esaslı kaynak da onun eseridir.

Beylikler döneminde Anadolu’da türkçe edebiyat gelişmeye devam etmiştir. Osmanlılar Anadolu’da siyasî birliği kurarak yazı dilinin müşterekliğini sağlamışlar, böylece Yûnus Emre’nin büyük başlangıcını ileri bir safhaya taşımanın zeminini hazırlamışlardır. Osmanlı Devleti’nin kuruluşunda Osman Bey’in rolü ile Yunus Emre’nin Anadolu’da edebî türkçenin teşekkülündeki kurucu rolü mahiyet itibarıyla benzeşir. Bu sebeple Anadolu’da ortaya çıkan edebiyatımızı baştan itibaren “Osmanlı edebiyatı” olarak kabul etmek yanlış olmaz.

            Yaşayan Yûnus-keşfedilen Yûnus!

Yûnus Emre’nin şiir yolu, bilhassa tekke-tasavvuf edebiyatında güçlü şekilde sürdürülmüş, sade “Yûnus” isimli/mahlaslı şairler değil, birçok tasavvuf ehli de Eşrefoğlu’ndan, Hacı Bayram Velî’den, Ümmî Sinan’a, Nizamoğlu’na, Niyazi Mısrî’ye kadar birçok isim bu yolun sürdürücüsü olmuşlardır.

Yûnus Emre’nin kalbe dokunan ilahileri yaygın Osmanlı coğrafyasının her tarafında tekkelerde yüzyıllar boyunca heyecanla ve huşu ile terennüm edilmiş, Buhurizade Abdülkerim, Yakubzade Mehmed Efendi, Dede Efendi, Kazasker Mustafa İzzet Efendi, Hacı Faik Bey, Zekaî Dede gibi Osmanlı müziğinin büyük bestekârları onun ilahilerini bestelemişlerdir. Bu durumda, 20. Yüzyılın başında kitlelerin malûmu olan Yûnus Emre’nin milletinin kültürüne bigâne kalmış batıcı zamane aydınları tarafından keşfinin halk nazarında fazla bir ehemmiyeti yoktur. Yûnus’u bu ülkenin tabiî, organik aydınları, Yahya Kemal gibi, Mehmed Âkif gibi, zaten bilmektedir. 19. Yüzyılda Yunus Emre’nin divanı taşbasması olarak, defalarca yayınlanmıştır. Yunus Emre’nin aydınlar tarafından keşfi mahiyetindeki yazılar ilk olarak 1913 yılında çıkmıştır (Köprülüzade Fuad ve Rıza Tevfik). Halbuki ondan önce, Şehbenderzade Ahmed Hilmi yayınladığı Hikmet mecmuasında Yûnus Emre hakkında yazılar neşretmiş ve onu tabii çevresi içinde, tasavvuf merkezli olarak ele almıştır.

Şehbenderzade Ahmet Hilmi hem İslâm kültürüne, hem de batı kültürüne vakıf bir aydın olarak Yûnus Emre’yi kendi hakikati doğrultusunda ele almış ve bu yazılarda tasavvufa da aşina bir fikir adamı olarak değerlendirmeler yapmıştır.[6]

Milletin yüzlerce yıllık büyük bir değerinin bütün bunlara rağmen gecikmiş keşfi, aydınların milletine yabancılaşmasının belli başlı ölçülerindendir. Bu keşif öyle bir sonuç vermiştir ki, millet yüzyıllar boyunca Yûnus’la birleşirken, bunlar Yûnus’la ayrışmışlar, herkes kendi Yûnus’unu icad etmeye/imâl etmeye kalkışmıştır.

 

[1] Şehabeddin Tekindağ: “İzzet Koyunoğlu Kütüphanesinde Bulunan Türkçe Yazmalar Üzerinde Çalışmalar I”, Türkiyat Mecmuası, 1971, XVI, sf.134-139

[2] Mikail Bayram: “Anadolu’da Telif Edilen İlk Türkçe Eser Meselesi” Erdem 2000, S.36, sf. 902

Adı geçen kitapla ilgili doktora tezi hazırlayan Binnur Erdağı, Anadolu’da Mübârizü’d-dîn ünvanlı başka beylerin de bulunduğunu, bunlardan birinin de Aydınoğlu Mehmed Bey olduğunu öne sürerek, bu eserin onun tarafından tercüme ettirildiğini iddia etmektedir. Bu durumda eser yüz yıl sonra yazılmış olmalıdır. “Anadolu’da yazılmış ilk türkçe tıp kitabı” Türkbilig, 2001/2, sf. 46-54

[3] M.Bayram, agm. sf. 904, Mustafa Uğurlu: “Oğuzca ve Anadolu merkezli Oğuz Türkçesi” Turkish Studies, 2011, sf. 134

[4] Mecdut Mansuroğlu: “Mevlânâ Celaleddin Rûmî’de Türkçe Beyit ve İbâreler”, Türk Dili Araştırmaları Yıllığı. Belleten (1954), s. 207-220. İlk olarak M. Şerafeddin Yaltkaya Mevlâna’nın türkçe şiirlerini inceleme konusu yapmıştır: “Mevlâna’ta türkçe kelimeler ve türkçe şiirler” Türkiyat Mecmuası IV (1934) sf. 112-168

[5] Bu konu şu makalede tartışılmıştır: Lars Johanson (Çev. Kudret Savaş). "Rumî ve Türk Şiirinin Doğuşu". Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 4 / 8 (Aralık 2013), sf. 243-254

[6] Şehbenderzade Ahmed Hilmi’nin Şeyh Hüsnü müstearıyla neşredilen bu yazıları Ahmet Koçak tarafından yayınlanmıştır (Büyüyen Ay Yayınları, İstanbul 2021) Mustafa Özçelik “Gelenek Yunus’u nasıl tanıttı? -Filibeli’nin Yunusu” (Şiraze dergisi, temmuz-ağustos 2021) başlıklı yazısıyla bu makaleleri değerlendirmiştir.

adsiz-009.png

Bu yazı toplam 381 defa okunmuştur.
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim