Söyleten hayatla hudutlu değil ki, söylenen olsun. Eğil yapıştır kulağını toprağa, Yunus binyıldır söylüyor orada, Karacaoğlan söylüyor, Veysel söylüyor, elbet söyleyecek Neşet Baba da... Madem ki bir gönül hançeresinden çıkmış ve madem ki aksi sedasını bulmuştur başka gönüllerde; hiç kuşku yok, âvâzede çınlayıp duracak bu feryat!
Ne ki biz yine de öksüz kalacağız. Hayat yine de eksilmiş olacak. Her şeyden bir adım geri çekilmiş olacağız bir kere daha. Eksilen güzelliğin yerini yine güzellikle dolduramıyoruz nicedir. Kayıplarımız o kadar büyüyor, o kadar büyüyor ki, iki yakasını bir araya getirebilmek için hayatın, bir ton laf ediyoruz lüzumsuz yere. Şimdi bakın, hepimiz bir Neşet Ertaş tutturmuş gidiyoruz. Oysa o daha dün bizimleydi, küçücük gövdesine sığmayacak büyüklükte türküler söylüyordu, nereden bulup çıkardığını bilemediğimiz hikmetlerle örüyordu sözlerini, biz de öyle küçücük dinliyorduk. Abdal'a mâlûm oluyordu hakikat, o söylüyordu biz dinliyorduk. Ama onun bütün söylediği, bize efkara banıp yiyecek kadar bir malumat olup kalıyordu.
Neşet Ertaş, ayrılığı da biliyordu, yoksulluğu da... Şimdi ölümün kapısından geçerek Dost'un bahçasına da erişti:
Dost elinden gel olmazsa varılmaz
Rızasız bahçanın gülü derilmez
Kalpten kalbe bir yol vardır görülmez
Gönülden gönüle yol gizli gizli
Yanık gönüller, yoksul ocaklar, nasırlı avuçlar, uçsuz bucaksız bozkırlar öksüzlüğün acısını bir uzun hava gibi yıllar boyu çekecek.
Büyük ustaya Allah'tan rahmet diliyorum, mekânı cennet olsun.
27.09.2012 Yeni Şafak































Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.