Güç ve Sanat Üzerine Aykırı Bakışlar

M. Ali ABAKAY

Bizde Güç ve Sanat Arasındaki İlişkilere Dair

Bu makalede ele aldığımız hususlar, sadece “Güç ve Sanat” arasındaki ilişkiyi ele almak ve farklı konularda düşünen tarafların görüşlerini, üçüncü kişi gözüyle değerlendirmekteyiz. Belirttiğimiz düşüncelerin kabul edilmesi-reddedilmesi, paylaşılır olup olmaması önemli değildir.

  Ülkemizde sanat, edebiyat ve düşünce üçgeninde daima hâkim olan anlayış, “İmkânlar söz konusu olduğunda yapılacak ilk iş, istemediğimiz ne varsa onu sindirmek, zayıflatmak ile zaman içinde ortadan kaldırmak” şeklinde özetlenebilir.

Sanatın, edebiyatın ve düşüncenin bileşkesinde yer alan insanın, söylenene, yazılana ve görülene dair mesafeli oluşu, bilinip de söylenemeyen bastırılmış ifadelerin dışa vurulmamasından kaynaklanır.

Gazetelerin az okunuşunun altında yatan husus, gazete okuyucularının artmaması, genelde gazete sahiplerinin izlediği politikadan kaynaklanmaktadır. Gazete sahibinin çizgisinde daima bilinen yol, gazetenin fazla satılmamasından dolayı aşağılanan, yok sayılan ve hor görülen insanımız olmuştur.

Gazetelerin köşelerinde kurulan ve küçücük idarehanelerden plazalara taşınan yazarların insanı küçümseyen bu tavrı, mühendislik algıları sonuçta ülkede yönetenden de daha bilgili, kendi istedikleri dışında kimsenin özgürlüğünün söz konusu olmadığı zeminler oluşturmuştur.

Kendilerinden habersiz adım atılmaması (!) gereken konularda kişinin hürriyetini kısıtlayan, inancını yaşamasına engel olan, düşüncesini açıklama şartını gazetelerin belirlediği yol, gazetelerin çok okunmasını sınırlandırmıştır.

Güç gazete olunca sanatın hegemonyasına girdiği çevreler, sadece istedikleri şekilde bir sanat anlayışını topluma benimsetmeye çalışmış, çağdaş yaşantının dışında bir sanat anlayışını reddederek, düne dair ne varsa inkâr yoluna giderek, yeni bir sanat anlayışını doğurarak, kendilerinin güçlülüğüne yaslanıp, toplumun sanat anlayışını belirleme hakkını kimseyle paylaşmamıştır.

Halka ait olan ne varsa sıradan, basit ve gereksiz görenler, mevcut diğer edebi-sanat anlayışlarını reddetme konusunda yine sanat halk için anlayışını savunarak, gerektiğinde hem nalına hem mıhına vurarak, gerektiğinde ayağa düşürdüğü halk edebiyatını, şartlar gereği el üstünde tutma politikasını geliştirmiştir.

Edebiyatın, sanatın beslendiği ana damarlardan olan tarih yok sayılınca inançta birleşenlerin oluşturduğu edebiyat ve sanat, çağdaş yaşantıda izlenen yol gereği etkilenmektedir. Persona Non Gratavarî anlayış, sanatı ve edebiyatı, gücü elinde bulunduran siyasa anlayışı ile reddetmek, yeni bir anlayışı benimsetmek, geçmişle bağı kopartmak, mevcut olanın inkârı sanatın üzerinde Demokles Kılıncı’nın daima asılı olduğunu gösterir.

Batı’ya dönük yüzlerin kendilerine kıble olarak belirlediği sanat anlayışı, zamanla elit tabakanın beyazlaşmasına ve tümüyle kendisine yabancılaşmaya dönüşmesi,  mevcut gövdeye eklenmek istenen baş ile gözdenin uyuşmaması durumunu ortaya çıkartmıştır. Bu öfkeyle sanat adına ne varsa birer birer ortadan kaldırılma yoluna ya gidilmiş ya da etki alanları zamanla daraltılarak kendi kendisini yok etmesi çizgisi düşünülmüştür.

Halk edebiyatının ve sanatının Divan ve Tasavvuf Edebiyatı karşısında savunulması, dilde sadeleşme, milliyetçi etki, coğrafyamızda belirgin olan ümmet anlayışını zayıflatmış, binlerce yıllık kültür birliğini, sanat anlayışını sarsmıştır. Dün aralarında bir farklılık olmayan, birbirini anlayan milletler, bir zaman sonra birbirine düşman kılınmış, birbirine tahammülü kalmamış, birbirini ortadan kaldırmaya dayalı kinle nefretle yoğrulmuş anlayışlarıyla gücü elinde bulunduranların çizdiği doğrultuda bir sanat anlayışını benimsetmeye dayalı zemini oluşturmuştur.  

Açıkçası Batı’ya yüzünü çeviren anlayış ya da anlayışlar, her şeyin en güzelini, mükemmelini, iyisini ve güzelini Batı’da arama uğraşısı sonrası, Anadolu’daki binlerce yıllık süre içinde, özellikle son bin yıllık oluşan kültüre ve sanata yabancı kalmış, ondan önceki sanat anlayışını Batı’nın çerçevesinde benimsemiştir.

 Roma-Grek Geleneği üzerine inşâ edilen güç ve sanat anlayışını melezleştirerek gündeme taşımışlardır. Osmanlı’nın son döneminde güçle iktidarın şekillendirmek istediği sanat, İstanbul’da nevş u nema bulmuş, bu dönemde oluşan edebiyat ve sanat akımları(!), günümüzde adeta varoluşu kabul edilmiş anlayışlar olarak sunulmuştur. Dar bir çerçevede elit tabakanın, Batı görmüş gençlerin devlet içinde yer alması ve İttihad ve Terakki Fırkası anlayışıyla müzeyyen hale getirilen sanat anlayışı, bazen Fransız bazen İngiliz bazen de Avrupa eksenli akımları taklit eden, özünde bağımlı, görünürde bağımsız edebî yaklaşımları geliştirmiştir.

Gazete ile gelişen, matbaaların artmasıyla şekillenen aykırı uç sanat anlayışlarında görünen Batı’nın desteklediği ve içerden taraftar bulduğu sanat anlayışı, yurt dışındaki gazetelerle dergilerin basımında kendisini gösterir. Mısır’da, Fransa’da, İngiltere’de basımı yapılan gazetelerin yurt içine el altından gönderilmesi, güç ve sanat arasındaki ilişkiye kapı aralar.

Batı’yı benimsemek ya da benimsememek, bizim bu tespitimizi yapmamıza engel değildir. Bu açıklamalarımız kimilerince dünü savunmak olarak yorumlanmamalıdır. Biz, kültürü ve sanatı, bin yılı aşkın zaman diliminde bütün şeklinde düşünmekteyiz.

Dilin değişimi ile kütüphanelere hapsedilen kitapların kaderi, yazmaktan imtina edenlerle ettirilenlerin durumu, mevcut kütüphanelerin geçmişten soyutlanması sonrası kabul edilen yazı dili, belki kurulan dengeler sebebiyledir. Fakat bunun ardılı hareketler, çalışmalar dünün istenmediğini göstermektedir. Bu belirttiğimiz husus, bütünlüğü bozulan kültürel zenginliğin gittikçe sarsılmasına, zengin kütüphanelerin gittikçe kitapsız kalmasına, şiirde ve nesirde alınan önemli yolun devamının getirilmemesine sebebiyet vermiştir. Batın, bin sene önce yazılanı okurken, bizim son yüz yıl içinde dile yapılan müdahaleler sonrası elli yıl önce yazılanı rahatça anlamamıza engeldir. Günün yeni kuşağında görülen dilin konumu, dünden bu güne gelen bu sarsıcı değişimden kaynaklanmaktadır. Elbette yönetim değişir, iktidar mevhumu farklılık arz eder. Lakin dile yapılan müdahale ve sipariş üzerine ortaya konan eserler, düne ait olan ne varsa ortadan kaldırma meşguliyeti, görünen boşlukların Batı’dan alınan türlerle doldurulmasını mecburiyet haline getirmiştir.

Batı’nın türleriyle ve anlayışıyla sanata sahip çıkan güç, sanatın biçimlendirilmesinde etki rolü, öncelikle Türk Ocakları’na vermiş, sonrasında bunu Halk Evleri’ne sunmuştur. Nihayetinde gücün sanat anlayışı mevcudiyetinin kuvvetli olması için sanatın her alanında egemen olan varlığını maddî desteklerle güvenceye almak istemiştir.

Bizde sanata düşen bu güç gölgesi, sanatı bağımsız biçimde sürdürenlerin varlığını köreltmiş, geleneğe bağlı sanat anlayışını zayıflatmış, gücün elinde propagandaya dönüşen sanatın benimsenmesini sağlamış ise de güç ve sanat arasında görülen bu dengesizliğin farkında olanların eser vermelerine engel olmamıştır.

Güce hâkim olan anlayış, milliyetçilik anlayışına verdiği desteği geri çekmiş ise de kendisine mahsus sanat anlayışını idame edenlerin daima destekçisi olmuştur. İnanç boyutuyla giderek zayıflayan, zayıflatılan sanat anlayışı mensuplarının eser ortaya koyamayışları, yayınladıkları dergilerle gazetelerin cılızlığı söz konusudur. Sinen, sindirilen sanat ve sanatçı, ortaya çıkan formatlanmış güç ve sanat arasındaki vaz geçilmez unsurları mecburiyet karşısında kabul etmiştir.

Gerektiğinde kurulması ihtiyaç görülen partileri kurduran güç, kendisinden başkasının varlığına tahammül edemeyişini, kendisinden farklı düşünenleri bertaraf etme anlayışını millî bir vazife şeklinde yansıtmış, 1950 ve sonrasında her on yılda bir, etkinliğini pekiştirme yollarını aramıştır. Gazeteciliğin, dergiciliğin kullanılması, gerektiğinde dergilerle gazetelerin faal rol oynamaları, yazarların gücün gölgesinde kalan sanat dallarında gövde gösterisi, gücün iktidarını gösterme anlamında önemlidir.

Kimi sanat dallarında kabul görmüş olanların milletvekili olarak uygun görülmesi, kendilerine verilen görevi hakkıyla yapmalarına yorumlanmıştır.

1980 sonrasında görülen bu güç ve sanat arasındaki görünmeyen ilişki, alenî hale gelerek, her şeyin belirtilen sanata renk salan, can veren güç karşısında ezilmeye mahkûm olduğunu göstermiştir.

2000’li yıllarda biraz nefes alan ve kendisini gösteren sanat anlayışları, üzerlerindeki gölgeden kurtulma arayışlarını devam ettirmiş, mevcut şartlar dâhilinde çok sesli yayıncılık faaliyeti artmış, dergilerle gazeteler özünde çoğu aynı kalmak şartıyla biçim değiştirmiştir.

Birçok holdingin, iş adamının görünmez ortakları arasında yer alan gazetelerde yazanlara insan havsalasının alamayacağı astronomik ücretleri ödemiş olması, gücün sanat üzerine tekrar gölgesini yansıtmıştır. Bankaların yayınevi sahibi oluşu, gazetelerin kitap yayıncılığı birçok ismin sanat adı altında palazlandırılarak cepheye sürülen kurşun asker misalidir. Bu sanattan kopuk, verilen vazifeyi yerine getirmeye gönüllü isimlerin, mevcut iktidarlara göre yazılar yazması, kitaplar kaleme alması ülkede sanatın ne denli başka amaçlara hizmet ettiğini gösterir. 

Sanat alanında verilen ödüllerin, sadece o çevreye mensup kişilere, kurumlara verilmesi dikkat çekicidir. Kimsenin başkasının adamına ödül vermeyişi, sadece ödülleri kendi aralarında bölüşmesi, kamplaşmanın ne derecede olduğunu gösterir. Var oluşlarını verdikleri ödüllerle duyuranların sanatla olan bağlarının sımsıkı destekçisi oldukları ideolojik saplantılar, gerektiğinde uslu hale getirilmeye müsaittir.

Batının kapitalist sistemiyle Doğunun Komünizm sistemi arasında kalan gücün, sanata verdiği önem, sonunda “Bizim bizden başka dostumuz yoktur.” Sonucuna vararak, kendisinden olmayana tahammülsüzlüğü, 1950’lerden günümüze uykuda olan volkanın, yanardağın aralıklarla canlanmasına benzemektedir. Batıyı reddeden anlayışın varlığını sürdürme adına sanat alanında kabul etmediği Batı’ya kapılanması görülen yerli düşüncenin kıpırdamasına bağlıdır.

Kapitalist anlayışın içinde serpilip gelişen ve sonuçta bu çark içinde öğütülenlerin kendi yazarlarının sanat eserlerini göğe çıkarmaları, kendisinden olmayanları yerin dibine geçirmeleri, alışkın olmadığımız durumlar değildir. Bu kapitalist anlayış, gerekli gördüğü durumlarda sol düşüncenin yayıncılığının destekçisidir. Yayınevleriyle bu eserlerin basımından pazarlanmasına değin canhıraş bir hizmet sunar. Kimi kısa süreli gazetelerin sahipleri olan bu çevreler, kâr getirici her hamlede kaynaklar kurumayıncaya kadar renklerini daima değişken tutar.

Bazen bir boş çerçeveye ödenen binlerce liranın sanatla uzaktan yakından ilgisi kurulamaz. Bu ressam için de geçerlidir, şiir kitapları satmayan, romanları sahiplenilmeyen, öyküleri iş yapmayan, söylediği şarkıları para etmeyen sanatçılar için de aynıdır.

Kimi kültür merkezlerinde boy göstermenin ürünü olan bu yakınlaşmanın sonucunda tablo, ne beyazdır ne siyahtır. Gri zeminde istenirse beyazlık öne çıkar, istenirse siyahlık egemen olur. Kimi holdinglerin destekleri olmasa, birçok dergi kapanır, gazete satılmaz, kitap basılmaz. Bilerek ve ölçülü şekilde birbirinin tersi gazeteler yayınlanır, dergiler basılır, kitaplar çıkarılır.

Son dönemde sendikaların çevresinde görülen sanata yakınlık, ancak sendikanın ilkelerini benimsemeye bağlıdır. Kişinin tarafsız olması, bağımsız oluşunu ifade etmesi, çok değerli olan sanatının kıymetinden habersiz olmamız demektir.

Kişinin Müslümanca düşünmesi, Kapitalistçe yaşaması, Sosyalistçe hareketi önemli değildir, ne denli güçlü bir sanata sahip olsa bile.

Bir müzik grubu, mutlaka kendisine mensup olduğu grupların sesidir. Bir sinema oyuncusu, fikri belli biçimde kimi eserlerde oynayabilir.

Tiyatro oyuncusu, sanatını icra ederken farklı yol izlemez.

Bir romancı, izleğinden şaşmaz, şair ne yaparsanız yapın değişmez, hikâyeci aynı şekilde yazar.

Tanzimat Dönemi Edebiyatı, Fecrî Âtî Edebiyatı, Servet-î Fünûn Edebiyatı, Millî Edebiyat, Garip Akımı, I. ve II. Yeni Şiiri ile Cumhuriyetten günümüze gelen edebiyat anlayışında baskın olan düşünce güç ile sanatın şekillendirilmesini gösterir.    

Siyasetçi, güç ve sanat arasındaki ilişkiyi partizanca düşünür. Eğer, oy artırımı söz konusu ise güç sanatın üzerindeki etkisini belli ettirir. Kimi sanatkâra kucak açar, onları himaye görevi üstlenir.  

Anadolu’da Sol ve Sağ düşünce ekseninde, “İslamcı” tabir edilen gençlerin de dâhil olduğu ortamda çıkan dergilerle gazeteler, daima belli yerlerden reklâm alır, sponsorluklarla yayınlanır. Gazeteyi ya da dergiyi yayınlayanın amacı, yazarların çalışanların düşüncesi değildir, olamaz. Kişi aynı zaman içinde birbirine zıt iki gazete de yayınlar onlarca dergi de çıkarır.

Ortam böyle iken güç ve sanat arasındaki entelektüel tavırlar, pörsümüş memede damlaya düşen süt misalidir. Sanat ve Güç arasında görünmez bu bağlar,  daima reddedilir ve ciddiyete alınmaz.

Bizim dünyamızda güç ve sanat arasındaki ilişki, daima savunulandan yana olanların destek görmesiyle söz konusudur. Bu verilen destek, görünürde olan iktidarın son bulması halinde, yeni iktidarın geçmişte destek bulan ve kendilerine muhalefet halinde bulunanların gazap oklarını üzerlerine çeker. Sonuçta bu kurgu, böyle başlamış ve rövanşlarla bu tarzda devam etmektedir.  

                         Dünyada Güç ve Sanat Arasındaki ilişkilere Dair

Dünyada gücünü sanat üzerine düşüren, aksettiren birçok yerde iktidar sahipleri, kendilerini yücelten sanatçılara(!) özel ihtimam gösterir.

 Sinema piyasasında birçok sinema eseri(!) finalde gücün reklâmını yapar.

Müzik piyasasında (!), mensubu olunan ülkenin güç sahiplerince desteklenen sanatçılar(!), eserlerinin icrâsında daima dinleyenin dimağında o ülkenin ne denli güzel olduğunu işaret-iz olarak bırakır.

Günümüz spor etkinliklerinde dünyadaki birçok devletin sporcularının birinci olması için harcadığı çaba, bunun bir benzeridir.

Dünün güç sahiplerinin sanatçıyı-sanatkârı koruma, ona yardımcı olma, daha iyi eser vermesi için imkân sunma anlayışı modern anlamda sanatın gücün emrine girmesini yüzeyde ortadan kaldırmış görünse de aslında bu gölge tümüyle sanat eserinin özünü oluşturur. Verilen dünya çapındaki ödüllerle-ödülcükler, bunun belirgin vasfıdır.  

Sanatın sanatçının fikri ve dünyası ne ise onu yansıtması düşünülür. Bunun gücün nazarında olumlu-olumsuz olması önemli olmamalıdır. Ortaya konan sanat eserinin önemi oranında değerlendirilmesi elzem iken, gücün nazarında gücü destekleyen bir emare yok ise, tümüyle reddedilmesi, gücün gölgesini sanatçının kabule yanaşmamasıdır. Bu davranış da sanatçının ve eserinin bilinmezliğe doğru çıktığı yolculukta tek başına kalışı demektir.

Charlie Chaplin’in bir ülkeye girişinin yasaklanması, o ülkenin gücünün sanata bakışının yansıtır. Chaplin’in Amerika’da yasaklı olmasının başlıca nedeni, gücün iktidarına eleştiride geri adım atmamasıdır.

Dr. Jivago’nun yazarı Boris Pasternak’ın ödülünü almayışı, yaşadığı ülkenin gücü elinde bulunduran yönetiminin baskısındandır. Rus Yönetiminin izin vermediği Boris Pasternak’ın, ödül aldığı eserini yurt dışına kaçıran ve yayınlayan, dünya dillerine çeviren ülke, aynı zamanda ödülü vermede etkinliğini göstermiştir.

Her devlet-ülke, komşu ülkelerde kendisine desteğe yakın, aynı görüşleri paylaşan yazarlara-şairlere-sanatçılara eserlerindeki kendi fikrî yansımalarını gördükçe, eserin-eserlerin basımında kolaylıklar sağlamıştır. Boris Pasternak’ı ülke dışına ödülü almak için göndermeyen Rusya, başka ülkeden-ülkelerden kaçan ünlü yazarları-şairleri kendi topraklarına kabul etmiştir.

Ülkelerin arasında soğuk savaşta güçlerin kendi varlıklarını kuvvetlendirme anlayışı, sanat ve sanatçı üzerinde etkindir. Bazen öyle karmaşık ilişkiler görülür ki bunu izah etme, anlatma güçtür. Bu soğuk savaş, alanında uzman olan bilim adamlarını kapsadığı gibi, birçok daldaki sporcuları kendi vatandaşlıklarına geçirmeye kadar uzanır. Bir büyükelçiliğe sığınan sporcunun, uzun zaman sonra başka bir ülkeye gidişi, bazen gazetelerde-televizyonlarda uzun zaman gündeme oturur.

Sıcak savaşları konu alan sinema eserlerinde sinema eserinin gücün etkisinde bulunup bulunmadığı hususunda seyircinin dünyanın süper güçleri denilen devletleri hissetmesi fazla zor bir durum değildir. Bu sinema sektöründe, çizgi film sektöründe değişmez. Sonuçta kahraman filmin finalinde dünyayı kötülüklerden koruyan ülkesinin bayrağını taşır ve süper gücün kim olduğunu ifade eder.

“Yıldız Savaşları” olarak adlandırılan kimi sinema filmlerinde işgale uğrayan dünyayı, başka gezegenlerden gelenlere karşı koruyan, savunan kahramanların insanlığa ne denli hizmet yaptıklarını gördüğümüz finallerde, sinema eserini-eserlerini destekleyen ülke yönetiminde iktidarı elinde tutan güç tarafından kahramanların ödüllendirilmesi söz konusudur. Kimi zaman kahramanlar dünyayı ölümcül darbelerden kurtarır ve bilinmezliği seçerken bile o ülkenin ismi söz konusudur.

 Bu gizli mesaj, çoğunlukla etkilidir. Absurd-hayalî-utopik-korku türü sinema eserlerinde seyirciyi büyülü dünyalara taşıyan yönetmenler, gücün etkisini eserlerine süngerin suyu emmesi misali yansıtır. Kimse bu eserin gücün etkisiyle çekildiğini, desteğiyle oluştuğunu söyleyemez hale gelir.

Batı sinema endüstrisi, Hollywood, Warner Bross gibi bu alanda desteklenen yapım şirketleri, kendi ülkelerinin reklâmını eserlerinde ön plânda yansıtır. Dünkü dünyamızda Kızılderili Soy Kırımı yapan beyazın-kovboyun ne denli mazlum olduğunu, Kızılderililerin ne derece vahşi olarak gösterildiğini çocukluğumuzdan gelen bilinçaltına yerleşen algı ile bilmekteyiz.  

                          Güç ve Sanat Hakkında Aykırı Düşüncelerin  Sonuç Kısmı

 Gücü elinde bulunduranın yanında olmayı, sanatın devamlılığı açısından hoş görmeyen gelenek, saltanattan uzak durmanın daima esenlik verdiğinden yanadır. Siyasete bulaşan sanatçının tükenmişliği söz konusu olur. Sanatçı, elbette destek almalıdır, güç merkezinden. Bu alınan desteğin dozajı gittikçe esere-eserlere gücün gölgesi olarak yansırsa eserin sanat sıfatlarından yoksunluğunu ortaya çıkartır. Yazılan eser, ortaya konan eser sadece egemen düşüncenin propaganda vasıtası bilinir. Bunun gerek ülkemizde gerekse dünyada belirgin numuneleri-örnekleri saklanamaz, gizlenemez.   

Yaşadığımız dünyada, dünden gelen sanatçıyı-sanatı koruma anlayışı gücün zenginliğini, refahın göstergesini yansıtırdı. Ülkenin onlarca yıl kaderine hükmeden gücün sanatı desteklemesi söz konusuydu. Krala, Sultana, Şaha, Padişaha yazılan şiirin, sunulan eserin sahibi, eserlerini günümüzdeki anlayıştan daha uzak kaleme alır, ortaya çıkarırdı.

Yaşadığımız dönemde eser veren yazarların, şairlerin, sanatçıların ideolojiye sımsıkı sarılmaları, ideolojik saplantıları, mevcut egemen güce görünmez bağlarla sarmalanmaları, düne rahmet okutmaktadır.

Müzik piyasasında ortaya çıkanlara “Sanatçı” denileli, sanata ve sanatkâra saygının kalmadığını ifade etmemiz, ağır bir ifade midir? Yıllarını eğitime-öğretime veren öğretmenin sanatçı sayılmadığı ortamda, Şair’e-Yazar’a, “Sanatçı” denilmemesi garip gelmiyor, artık. Çünkü bizde sanatkâra verilen değerle (?) birlikte sanat da öldü. Sanatı ve sanatkârı ayakta tuttuğunu iddia edenlere baktığımızda holdingleri-bankaları görüyoruz, onların şefkat kanatları arasında sanat ile sanatkâr ne denli bağımsız olur? İş adamlarının kuruluşlarından maaş alanlara sanatkâr demek, hangi mantığa sığar?

Eserini bastıramayan, bastırınca satamayan şairin, yazarın seksen milyona dayanan nüfusa 300-500 adet kitabını okutamaması, eserini 1000 adet basınca garip karşılanması, delilikle suçlanması olsa olsa bizde tuhaf karşılanmaz, olağan kabul edilir. Bir başka ülkede bir eserin ilk basımının önemli kısmı kütüphanelere alınırken, bizde öncelikle altı nüsha bedava biçimde kütüphanelere mecburen verilir, bu sayı diğer yerlere de yirmiyi bulacak kadar teslim edilir.

Peki siz, bir eserin sadece yazarınca-şairince yayınlandığını biliyorsunuz. Yayıncısız, dağıtımcısız biçimde kendi eserlerini ortaya çıkaran isimlerin neden toplum tarafından tanınmadığını biliyor musunuz?

Gazetelerin, dergilerin, televizyonların, radyoların kendi eserlerini kendisi tarafından yayınlayan sanatçılara-yazarlara-şairlere ne kadar yer verdiğini biliyor musunuz? Yerelde gazetelerin, dergilerin, resmî kurumların ve diğer kuruluşların bu şairlere ve yazarlara desteklerinin çoğunlukla kuru bir teşekkürle sınırlı olduğunu, sadece belirli isimlerin destek alımında geçmişte kalan kimi isimleri dalkavuklukta kat be kat geçtiklerini biliyor musunuz? Eminim, bir yazarın-şairin ıstırabını anlamaktan uzak kalplere, bundan sonra bir şeyler ifade etmenin manasızlığının siz de farkındasınız. Sanatı besleyen damarları kesenler, sanatçıyı anlamaktan uzaktır. Hele hele sanatı yok edenler, sanatı ideolojinin emir eri konumuna getirenler, gücün gölgesinde sanatçı kesilenler, çareyi içinde değil dışarda arayanlar, kendi tarihine, kültürüne, diline, inancına ne kadar yabancı kalırsa o denli ünlü olacağına karar verenler, her şeyi sanal ortamda bulduğunu sanıp kendisini entellektuel sananlar yok mu?

Bu yazıyı, keşke bu şekilde tamamlamasaydım. Kitaba, sanata, sanatkâr’a  saygı duyan, sanatı ayaklara altına düşürmeyen, onu daima yücelten ve insanlığın sanatsız kalışına olumsuzlukları yoran herkesi selamlıyorum; hangi ülkede yaşıyorsa, hangi düşüncelere sahipse ve hangi inancı benimsiyorsa; Sanata ve Sanatçı’ya selam olsun!..

Kaynak: Bu makale Işığın Kaynağı Dergisi Ocak-Şubat 2016 Sayısı’nda yayınlanmıştır. 

Bu yazı toplam 1979 defa okunmuştur.
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim