Kendisini tanıdığımda 16’lı yaşlardaydım.
Hızlıydım.
Kitap alacak kitapçı arardım boş zamanlarımda 30 bin nüfuslu ilçede. Günlük gazetelere bakmak için ücra kahvehanelerdi durağım. Olur da bir hocamız bizi görmesin…
İşte o günkü gazetelerden bir haber:
“Kuruluş, Osmanlı İmparatorluğu'nun kuruluş sürecini anlatıyor. Bu akşam TRT’de ”
İyi de nasıl izleyeceğiz?
Bu sorunun birçoğunuza garip geldiğinin farkındayım.
Özetle, tek odalı bir öğrenci evidir kaldığımız yer. Mutfak banyo gibi lükslerimiz yoktur. Bulgurdan aş (pilav) yaparız, çorbaya benzer. Çorba yaparız tarhanadan, aşa benzer… Televizyon ne gezer bu çilehanede?
Akşamın geç saatleri olduğundan yaş haddinden kahvehanelere alınmıyoruz. Serde İmam Hatiplilik var ya dert adamıyız. Osmanlı'ya kızlardan daha çok aşığız. Ülkemiz ve halkımız bizlerden kahramanlık(!) bekler. İyi de bu dizi nasıl izlenecek? Küçük kardeşim ve yan komşumuz olan “düz lise”li çocuğu alıp vuruyoruz kendimizi ilçenin sokaklarına. Olur ya biri bizi görür ve belki de, “ Gelin gelin… Diziyi bizde izleyin. Çay da taze… Kurabiye, pasta, börek falan da var…”
O hiç olmayacak hayallerle ilçenin tren istasyonuna kadar geliyoruz. Tren bekleyen insanları ve oradan oraya koşturup duran istasyon kedi ve köpeklerini seyrediyoruz bir müddet. İlk ben duyuyorum sesi:
“ Bre Osman Bey!”
“Olum koşun! Valla burada televizyon var.”
Devamı: https://www.dunyabizim.com/portre/hakkini-helal-et-yucel-cakmakli-h1877.html































Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.