• İstanbul 13 °C
  • Ankara 10 °C

Hasan Arslan: Mehmet Âkif'in Bilgeliğinin Derinliği Hakkında Düşünebilmek

Hasan Arslan: Mehmet Âkif'in Bilgeliğinin Derinliği Hakkında Düşünebilmek

Kabuklarını çatlatarak hayata merhaba diyen yavru Karetta Karettaların, diğer ismiyle Deniz Kaplumbağalarının enteresan yazgılarını öğrendim, iki bin altının sıcacık Ağustos ayında beş on gün geçirmek, şifa bulmak, dostlarıma selâm vermek niyetleriyle uğradığım Anamur'da. Akdeniz kumsallarında nesilleri tükenmesin diye demirden kafeslerle koruma altına alınmış Deniz Kaplumbağaları doğdukları anda deniz ışığına meylederek kendilerini ana kucağı sabrı, merhameti, şefkatiyle bekleyen Akdeniz'in derin sularında hayat bulurlar, ömürlerini geçirecekleri bu sularda mutlu mesut yaşar giderler. Peki deniz ışığı yerine o anda daha kuvvetli bir ışığa yönelen yavru Deniz Kaplumbağalarına ne demeli? Çok az da olsa bu yavrucaklar sahte bir ışığa doğru yürüdüklerini bilmeden heyecanla yöneldikleri bu ışıkların kendilerinin karanlığını artıracağını, cazibe merkezi olarak yöneldikleri bu ışıkların kendi sonları olduklarını anlamadan yumarlar gözlerini hayata. Işıltılı araba farı, sarı ışık demetiyle yanan bir balkon lambası, geceyi aydınlatması için yol kenarlarına dikilen elektrik direklerinden ulaşan albenili beyaz ışık demeti bu yavru Karetta Karettaların sonlarını hazırlarlar.

Bir dostumun belirtmesiyle bu memleketin gençleri, evlatları, insanları, yeni doğmuş Karetta Kareta yavruları gibidirler. Ruhlarının aydınlığa kavuşma isteği, var oluş hikmetinin gizemine vâkıf olmak merakı, canlılıklarını, neşelerini, kendilerini arttırmak düşünceleriyle peşlerinden koştukları insanların birçoğu, bu ruhların karanlıklarının artmasına, zifirileşmesine, dolayısıyla yaşayan ölüler topluluğunun çoğalmasına sebebiyet verebilirler.

"Ey dipdiri meyyit!'İki el bir baş içindir'/ Davransana... Eller de senin, baş da senindir!"-Ey canlı cenazel'İki el bir baş içindir" Davransana... Eller de senin, baş da ser\\r\d\r.-(Safahat, Hakkın Sesleri.) 

işte tam da bu noktada Akdeniz'in enginliğine sahip bir yürek taşıyan, hayatı onun kadar derinliğine yaşayan, 

"Arzı olmazsa hayatın ne çıkar tülünden"- Derinliği olmazsa hayatın ne çıkar uzunluğundan?- (Safahat, Âsim.)

Akdeniz'in binlerce canlıyı gönlünde barındırabildiği gibi bağrında İslâm coğrafyasının sorumluluğunu yüklenen, ümmetin neslinin kendisiyle hayat bulabileceği'kişisel menkıbesinin'ayrımına erebileceği, bu neslin karakter oluşumuna destek verebileceği, şahsiyet hamurunun yoğrulmasını sağlayabileceği, yanık ruhlara su serinliği serpen, gailesiz canlara kor üfüren Akdeniz'in bilgeliğini kuşanmış bir ışık adam karşımıza dikiliyor, mahcup, gösterişsiz. İşte Mehmet Âkif ismi bu ışık adamın diğer adıdır. 

"Karşında ziya yoksa sağından, ya solundan, /Tek bir ışık olsun buluver... Kalma yolundan."-Karşında ışık yoksa sağından, ya solundan, Tek bir ışık olsun buluver... Kalma yolundan.-fSafahof, Hakkın sesleri.) 

Akdeniz'e ne zaman uzaktan baksam, kendimi kaybedip seyre dalsam, ufka uzanan ihtişamlı güzelliğinin cazibesine kapılsam, hüzün duyguları kaplar bütün azalarımı. Buna benzer hüzün duygularına kapıldığım başka bir deryadır Mehmet Akif'in gözleri...

"Kiminin yâd-ı ihtirâmı kalır, Kendi gittikte cânişîni olur; Kiminin bir yığın meberrâtı Toplanır, heykel-i metîni olur; Kiminin de olanca hâtırası, Böyle bir sâye-i hazîni olur!"- Kiminin saygıyla anılan hatırası kalır, Kendisi gittiğinde adını devam ettirir. Kiminin bir yığın iyiliği, Toplanıp onu yaşatan sağlam bir anıt olur; Kiminin de bıraktığı yegâne hatıra, böyle bir hüzün dolu gölge olur!- (Safahat, Birinci Kitap)

Hüznün gergef gergef işlendiği bu gözler aynı zamanda bakışları kaçırmayan gözlerin ta kendisidir. Küfeyi yani aile geçimini çocuk yaşta sırtlanan Hasan'ın gözbebeklerindeki kederi görür bu gözler.

"Nefes değil soluklar, kesik kesik feryat; Nazar değil o bakışlar, dümû-i istimdat."- Nefes değil o soluklar, kesik kesik feryat; Bakış değil o bakışlar, yardım dileyen gözyaşları.-(Safahat, Küfe.)

Bayram yerinde ücretli salıncaklara binememenin aczini, ezilmişliğini yaşayan yetimin yine de ışıldayan, bir yandan da merhamet bekleyen saf zümrüt yeşili gözlerine kenetlenir; hâkimâne niyetlerin bakışlarımızda olduğunun idrakini taşıyan bu gözler

Salıncakçı! Kuzum, biraz bu da binsin... Ne var sevabına say... Yetim sevindirenin ömrü çok olur.../-Hay hay! Hemen o kız da salıncakçının mürüvvetine, Katıldı ağlamayan kızların şetaretine. -Katıldı ağlamayan kızların neş'esine.- (Safahat, Bayram)

Halkalı Ziraat Mektebinde öğretmenken hastalığını yüzünden okuduğu Doğulu Ahmet'in ellerinden tutarak yatılı mektebin umarsız tabibine götürür. 

"Bir uzun boylu çocuk... Lâkin o bir levha idi! / Öyle bir levha-i rikkat ki unutmam ebedi; Rengi uçmuş yüzünün, gözleri çökmüş içeri; Elmacıklar iki baştan çıkıvermiş ileri." (Safahat, Hasta.)

"Nezarurraculi ilâ ehîhil müslimi hubben lehu ve şevkan ileyhi hayrun min i'tikâfi senetin fî mescidi hâzâ"-"Bir kimsenin Müslüman kardeşine bir muhabbet ve şevk ile bakması, benim bu mescidimde bir senelik itikâftan hayırlıdır"- (500 Hadis. Ömer Nasuhi Bilmen) anlayışına sahip olan bu bakışlar, onun tabiriyle yüzsuyunun içkiler gibi döküldüğü, ümitlerin kadehler gibi kırıldığı, insanlık ruhunun şarabın kızıl dalgalarında boğulduğu meyhanede, kocasının peşine düşen, çocuklarıyla sefaleti yudumlayan sarhoş kocasının hakaretleriyle oracıkta düşüp bayılan kadının bakışlarındaki donukluğa hissiz kalmadı.

"Kadın da girdi o zulmet-serâ-yı menfura./ Gözünde ebr-i te'essür, yüzünde hûn-i hicâb, Vücudu ra'şe-i nâçâr-ı ye's içinde harâb", -Kadın da girdi o tiksindirici karanlık dünyaya. Gözleri acıyla buğulanmış, yüzü utançtan ateş kesilmişti, Çaresiz kederler içinde titreyen vücudu haraptı.- (Safahat, Meyhane.)

Goncada dürülmüş duran her yaprağın ümmü'l-kitâb /Goncada matvî duran her varak ümmü'l-kitâb/ (Safahat, Gül, Bülbül) olduğunun ayrımına varan bu merhametli gözler bakışlarımız kadar insan olduğumuzu öğretir bizlere. Onun kadîm dostu Seyfi Baba'yı ziyarete giderken yolunu aydınlatsın için elinde taşıdığı fenerinin bile gözleri vardır.

"Böylece kaç manzara gördüyse bizim kör kandil / Bana göstermeli bir kere... Niçin? Belli değil."(Safahat, Seyfi Baba.)

Bir koyunun memelerinden süzülen tertemiz sütün benzeridir bu bakışlardan süzülen kelâmın oluşturduğu mısralar bütünü olan Safahat. Berrak bir pınardır aynı zamanda içtikçe kanılan, kanıldıkça içilen. Hem Doğudan hem Batıdan nice diyarlar gezmiş, nice çiçeklerden bal devşirmiş bir arının bal peteğinin adıdır Safahat. Tatlandırır ağzı kederin acısına direnelim, göğüs gerelim diye. Kökleri toprağın derinliklerinde, dalları gökyüzüne doğru serpilmiş ulu bir ağacın meyveleri gibidir sonsuzluğun sembolü niteliğindeki yedi kitaptan oluşan Safahat. Sürekli verir yemişlerini, fıtrata uygun, doğal besinlerle ruhlarını beslemeyi düşünen Anadolu evlatlarına.

"Hastalanmışsa ağaç, gösteriniz bir bilene; / Bir de en çok köke baksın o bakan kimse yine./Aşılarken de vurun kendine kendinden aşı./Şayet isterseniz ağacın donanıp üstü başı, / Benzesin tâze çiçeklerle bezenmiş geline; / Geçmesin, dikkat edin, balta çocuklar eline! / işte dert, işte devâ, bende ne var? Bir tebliğ... / Size âid sizi tahlis edecek sa'y-i b e liğ .S iz i kurtaracak en güzel çalışma kendi çalışmanızdır. (Safahat, Süleymaniye Kürsüsünde)

Yıkan, bozguna uğratan, tarumar eden bir çağın ortasında, benliğindeki ıslah duygusuyla, onarmaya, düzeltmeye, tamir etmeye, şifa sunmaya hazır gönlüyle karış karış dolaşır İslâm coğrafyasını.

"Yıkmak insanlara, yapmak gibi kıymet mi verir? / Onu en çolpa herifler de emin ol, becerir. / Sâde sen gösteriver,"işte budur kubbe"diye, / iki ırgatla iner şimdi Süleymâniyye. / Ama gel kaldıralım dendi mi, heyhât, o zaman / Bir Süleyman daha lâzım yeniden, birde Sinan." (Safahat, Âsim.) Uzattığı ilaç sadra şifa cinsindendir:"Allah'a dayan, sa'ye sarıl, hikmete râm ol. / Yol varsa budur, bilmiyorum başka çıkar yol." (Safahat.)

Martin Lings,'Yirminci yüz yılda bir veli'adlı eserine şu sufi sözüyle başlar. “Dinin elinde nefsi kar gibi erimeyen kişinin elinde din kar gibi erir." Ömrü 'Hervele Yürüyüşü' ile geçen M. Akif'in hikmetli tavırlarını, çıkarsız niyetlerini, çağı aşan ferasetini, olayları yorumlamadaki basiretini, bitip tükenmeyen çalışma enerjisini, sarsılmayan ümidini, zorun karşısında bükülmeyen iradesini, ihsandan anlayan duygularını, çok boyutlu erdemlerini kavrayabilmemiz, hissedebilmemiz için onu olduran, erdiren, ona hayat enerjisi aşılayan Allah ile bağını, dostluğunu, gerektiğinde sitem ederek, "Ağzım kurusun... Yok musun ey adl-i İlâhi!"(Safahat, Hakkın Sesleri.) sitayişte bulunarak, yakararak, umarak ilerlettiği, derinleştirdiği bu beraberliğini imrenerek, takdir ederek ifade etmek istiyorum. Sırtını gökyüzüne dayayarak geçirilen her anın azığı da elbette takva olacaktır. Hayattaki tek azığı takva olan bu er kişinin karakterinin oluşumunu sağlayan en önde gelen anlayış ise /Ve men yettekillâhe yec'al lehu mahracen./ 'Kim Allah'tan korkarsa, Allah ona bir çıkış yolu ihsan eder.'- Kur'an. Talâk Sûresi, âyet2.- anlayışı olmalı.Toplumsal felaketlerimizden, bireysel buhranlarımızdan, mağaralarımızdan, kuyularımızdan, nefessiz kaldığımız, dünyanın bize dar geldiği anda, açılan bu pencereden oksijeni bol, ciğerlerimizi genişletebilecek, bir nehir misali coşkuyla akan toplumun ummana karışmasının izi işareti sırrı verilmiş olacaktır böylece. Çıkmaz sokak yoktur önünde. Tanrı'nın üzerine üflediği ruhun açığa çıkması için gerekli olan bütün düşüncelerin, hareketlerin, işlerin ardındadır, takibindedir artık o. Her kamıştan ney olmayacağı gibi, üzerine sert rüzgârlar vurmayan ney de istenilen kıvama gelemeyecektir. Mecrasının, yönünün belli olmadığını bildiği çıkış yollarında sebatla, azm ile ilerleyen M. Âkif de kavrularak olma yolunda kendinden beklenen içli musikinin, sedanın şahsında zuhur etmesine müsaade etmiş ve böylece onun hakkında söylenen olağan üstü yerinde bir tespitle'Allah'ın şehitlerini ancak Allah'ın şairleri yazar'fîkrine misâl olmuştur. 

Tâlût'un neferlerinden bir neferdir o. imtihanın farkındadır. (249 veTâlût, kuvvetleriyle yola koyulduğunda "Sak/n," dedi, "Allah sizi şimdi bir nehirle imtihan edecek: ondan içen benden olmayacak, onu tatmaktan sakınan ise benden olacaktır; ondan sadece bir avuç dolusu içen ise affa mazhar olacaktır." Ancak, birkaçı dışında hepsi ondan -dolu dolu- içtiler. O ve ona inananlar nehri geçer geçmez ötekiler: “Câlût ve kuvvetlerine karşı -koymak için- bugün hiç gücümüz yok!" dediler. -Ama- kesin olarak Allah'a kavuşacaklarını bilenler:"Nice küçük topluluklar, Allah'ın izniyle büyük kalabalıklara üstün gelmiştir!Zira Allah, güçlüklere karşı sabırlı olanlarla beraberdir." diye cevap verdiler. 250 Onlar Câlût ve kuvvetleriyle karşı karşıya geldiklerinde, "Ey Rabbimiz! Bize zorluklara tahammül gücü bağışla, adımlarımızı sağlam kıl ve hakikati inkâr eden bu topluma karşı bize yardım ef/"diye dua ettiler. 251 Bunun üzerine, onları Allah'ın izniyle bozguna uğrattılar. ..(Kur'an-ı Kerim. Bakara Suresi) Dolu dolu akan hayat nehrinin şaşaasından, debdebesinden, sadece bir avuç suyla yetinmeyi bilerek karşıya geçebilmeyi başarabilmiş ve koyulduğu uzun seferde ayaklarını sabit kılacak eminlik duygusuna ulaşabilmiştir. Çekiciliği ile gökyüzünde ışıldayan yıldızlar gibi parıldayan süsleriyle insanın kendisini gerçekleştirmesi yolundaki dağlar gibi engelleri aşarak yokluğun zıddı olan var olmayı, varlığı besleyen 'hayat nehrinden sadece bir avuç su ile'yetinebilmek idrakini sergileyerek'zahmeti rahmet bilerek'az oluşu berekete, gücün karşısında sinecek bir güçsüzlüğe karşı dua duyarlılığı ile sabır dediğimiz direnci kuşanarak İslâm coğrafyasına cesareti, ümitvar olmayı, azmi, aşılayacak olan ahlaki olgunluğa, kendini tanıma bilgisine ulaşmış olur. 

"Bekayı gâye sayanlar koşup ilerlemede./Yolunda zahmeti rahmet bilip müzâhamede."-Varlığını sürdürmeyi gaye edinenler koşup ilerlemede; Yolunda zahmeti rahmet bilip sıkıntılara katlanmakta. (Safahat, Fatih Kürsüsünde)

Nehre dalanların ne onları mücadeleye sevk edecek bir cesaretleri, ne de olayların arka planına vâkıf olabilecek bir gönül gözleri vardır. Onların payına düşen acizlenmekten başka bir şey değildir

"Âvâre beşer işte bu bâzâr-ı cihanda, / Her gün yeni bir kâr peşinden cevelânda. / Maksad bu kadar dağdağadan bir yaşamaktır... / Lâkin bunun altında ne maksat olacaktır?/ Heyhât, onu idrâk için i'mal-i hayâle/Yok vakti: Bütün demleri mevkuf cidâle! / insan ki onun rûh ile insanlığı kâim, / Daim oluyor cisminin âmâline hâdim / Gelseydi eğer rûhunu i'laya da nevbet, / Anlardı nedir, belki hayâtındaki gâye. / Bir anladığım varsa şudur: Hâlik-ı âlem, / Hilkat kalıversin, diye bir ukde-i mübhem, / Daldırmada insanları hâcât-ı hayâta, Döndürmede ezhânı bütün başka cihâta. / Ömrün öteden berk- süvârâne şitâbı, lyşin beriden lâzım-ı bî hadd ü hesâbı, / Göstermede dünyâya, nedir maksad-ı Hâlik... / "Kimden kime şekvâ edelim biz de şaşırdık!"- Başıboş insan işte bu dünya pazarında, Her gün yeni bir kazanç peşinde koşmakta. Bu kadar uğraşmaktan yegâne amacı yaşamaktır... Lâkin bunun altında başka ne amaç olacaktır? Yazık, bunu anlamak için hayâlini işletmeye yok vakti. Bütün zamanı kavgaya ayrılmıştır. Aslında insanın insanlığı ruha bağlıdır. Ancak o, daima cisminin hizmetindedir. Ruhunu yükseltmeye de sıra gelseydi eğer, belki anlardı hayatın amacı nedir. Bir anladığım varsa şudur: Âlemin yaratıcısı, yaratılış anlaşılmaz bir düğüm olarak kalsın diye insanları hayatın ihtiyaçlarına daldırmakta; zihinleri bütün bütün başka yönlere çevirmekte. Bir yanda ömrün şimşek gibi geçip gitmesi, bir yanda yaşamanın hadsiz hesapsız ihtiyaçları, göstermede dünyaya, nedir Yaradan'ın m aksadı... "Kimden kime şikâyet edelim biz de şaşırdık!" (Safahat. Geçinme Belası.)

Şehrin ta bir ucundan, ücra bir köşesinden şehrin diğer ucuna, merkezine, can baş üstüne diyerek can havliyle koşuşturarak gelerek beldesindeki insanları uyarmak için gönderilen Elçileri yalanlayıp onlara hayat hakkı tanımayan şehrin ileri gelenlerinin başı tuttuğu topluluğa müdahale ederek "Kâle yâ kavm i'ttebiu'l m ürselîn: Ey kavmim ! Bu elçilere uyunuz." (Kur'an-ı Kerim. Yasin sûresi 13-28) diyerek gösterdikleri tavrın karşılığını toplumundan istemeyen, onlardan bu anlamda bir beklentileri olmayan bu elçilerin doğruluğa ulaş(tırıl)mış dolayısıyla doğrultucu misyonları olduğunu belirtmesi karşılığında oracıkta canına kast edilmiş ve ölüm anında göstermiş olduğu bu onurlu, vakur, gözü pek, niyeti hâlis tutumuna mükafat olarak "Gir cennete denildi.'Keşke, dedi Rabbimin beni bağışladığını ve beni ikrama mazhar olanlardan kıldığını kavmim bilseydi!'Ölüm anında bile kavminin bilgilendirilmesini düşünen, tek endişesi kendi canına kast eden kavminin hakikatin iç yüzünü görmelerini isteyip de, katillerine lanet savurmayan, başına gelenlerden dolayı pişmanlık duymayan, bilakis gittiği yerden, karşılanma biçiminden memnun olan, terk ettirildiği yere karşı özlem duymayan bu isimsiz kahramanın ta kendisidir Mehmet Âkif ismi. 'Can, cihan hepsi de boş, "gâye"dedir varsa hayat' (Safahat, Süleymaniye Kürsüsünde.) sözlerinin sahibidir o. Varlığını, rüşt yolunda halkının bilgilendirilmesine adayan bu samimi, riyasız, vitrinsiz ve çıkarsız, vefa duygularıyla dolarak taşan gönlüne karşılık verebilecek bir neslin de mimarıdır aynı zamanda o. Anadolu bozkırının bahçıvanıdır o. Elinde çapasıyla susuz topraklardan reyhan, ıtır, kÂsımpatı, hanımeli çiçekleriyle bezensin, latif ruhlar oluşsun ve bu cânların güzellikleriyle kokularıyla donansın bezensin düşünceleriyle yaklaştığı Anadolu halkına ne 'Eyfel kulesinden bakma küstahlığına soyunmuş, ne de cami minaresinden bakma kibrini göstermiştir.’ (Mehmet Âkif, Mithat Cemal, İş Bankası Yay.) Peygamberler mücadelesine destek vermek için didindiği, koşuşturduğu, gurbete düştüğü, bir ömrün sonunda güzelce karşılandığını, kendisine ikram edildiğini hissedebilmemiz, bunun şuuruna erişebilmemizdeki büyük emek de kendisine aittir. Silik ve ürkek benliğimize erdemler korunu üfleyen bir nefes olarak şahsiyet mayamızın hamurunu o yoğurmuştur, mahir ve çileli elleriyle. 

"Adam ister yalınız etmeye bir kavmi adam! / Doğru yol işte budur, gel, diye sen bir yürü de, / 0 zaman bak ne koşanlar göreceksiniz sürüde!" (Safahat, Süleymaniye Kürsüsünde)

Her toplumun ruh dinamitini ateşleyen yüce ruhlar vardır. Ateşlenen bu dinamitler erdemleri su dalgaları gibi iletirler nesillerden nesillere. Bu insanlar bazen Eski Yunan'da

sofrasında sadece mercimek çorbası ve kuru ekmek bulunduğu için kendisine 'kralın yanında olsaydın mercimek çorbası içmek zorunda kalmazdın' diyenlere karşılık olarak 'sizler mercimek çorbası içebilseydiniz kralın yanında olmak zorunda kalmazdınız' karşılığını verebilen Aristo olarak çıkarlar karşımıza. Bazen de Umumi seferberlik zamanında arkadaşlarıyla kuru fasulye aşına kaşık sallayan Âkif'e, Nezâret erkânından çıkagelen birisinin, 'yazılarında ileri gitmemesini' nazikçe söylemek istemesine karşılık, 'Nazırına söyle; kendilerini düzeltsinler! Bu gidiş devam ettikçe bizi susturamazlar. Ben fasulye aşı yemeğe râzı olduktan sonra kimseden korkmam!' (Âkifnâme. Haşan Basri Çantay.) deme cesaretini ortaya koyan Mehmet Âkif olarak gösterirler kendilerini. Yeryüzüne düşen rahmet sağanağı, yağmur damlaları olurlar; canlandırırlar, hayat bahşederler, silkinmelerini, kıpırdanmalarını sağlarlar durağanlığa alışmış çorak topraklara. Toprak susuz da olsa elbette bereket yemişlerinden ihsan edecektir...

Tüm bu sözlerden sonra söyleyeceğim son söz;'elhamdüliilâhi rabbil âlemin'dir. Gündüzünüz hayr, geceniz hayr olsun efendim. Hürmet ile...

"Mehmet Âkif, Türkiye'de Modernleşme ve Gençlik" 70 yıl sonra Mehmet Akif bilgi şöleninde sunulan bildirilerinden oluşan TYB'nin 30. Mehmet Akif Ersoy Araştırmaları Merkezinin 1. kitabı. Mart 2007

 

 

Bu haber toplam 711 defa okunmuştur
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Diğer Haberler
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim