• İstanbul 19 °C
  • Ankara 20 °C

Haziran 2020 dergilerine genel bir bakış-4

Haziran 2020 dergilerine genel bir bakış-4
Tanzimat’ın İzzet-İ Nefsine Yolculuk

560. sayısı ile karşımızda Türk Edebiyatı dergisi. Tüm alanlarda edebiyatın nabzını tutmayı başarıyor dergi. Özellikle edebiyat tarihi araştırmalarındaki titizliği Türk Edebiyatı’nı bir adım öne çıkaran özelliklerinden. Dergiden yapacağım ilk paylaşım daha adından başlayan bir ilgiyle okuyucuyu kendine çağıran Muharrem Dayanç’ın yazısından olacak. Yazının adı; “Sezâİ ve Musurus Paşa’dan Hareketle Tanzimat’ın İzzet-İ Nefsine Yolculuk”

“Doğum tarihleri bakımından biri Tanzimat döneminin başına, diğeri sonuna yerleştirilebilecek en çarpıcı iki şahsiyet, -biraz fantastik de olsa-Kostaki Musurus Paşa (1807- 1891) ile Sâmipaşazâde Sezâi(1859-1936) olabilir. Bu iki şahsiyetin 1881-1885 yılları arasında Londra büyükelçiliğinde kesişen yollarından hareketle Tanzimat’ın ruhuna doğru bir yolculuk yapmayı düşündüm. Yazımda bu yolculukta karşılaşılan bir yaşanmışlığa dayanarak, ağırlıklı olarak “şapka” ve “fes” gibi sembolik giyeceklerinden bahisle, döneminin “izzetinefis” anlayışına vurulan bir darbe ve bu darbenin devrin bir aydınının iç dünyasında oluşturduğu infialler, değişik yönleriyle ortaya konulmaya çalışılacaktır.”

“Sezâi, Hâmit’le birlikte Tanzimat döneminin yenilikçi kanadına mensuptur. Bu iki yazarın kendilerine örnek aldıkları ve hemen her ortamda hararetle/fedakârca savundukları insan Namık Kemal’dir. (Bu Namık Kemal sevgisi sonraki kuşaklarda artarak devam edecektir.) Sezâi’nin babası Sâmi Paşa, eli kalem tutan, konağını devrin münevver ve sanatçılarına sonuna kadar açan bir devlet adamıdır. Edebiyatta eski tarzın taraftarlarından biri olan Paşa, kendi çocuğuyla birlikte devrin yenilikçi gençlerini eleştirir, ama onların edebî zevklerine müdahil olmaz. Sâmi Paşa çocuklarını çok sever ve ölünceye kadar onların yanından ayrılmalarına izin vermez. Bu nedenle Sezai, ancak babasının ölümünden sonra 1881’de Londra sefaretine ikinci kâtip olarak tayin edilir.”

“Ömer Seyfettin’in şapka-fes sembolleştirmesini ana hatlarıyla bu şekilde özetleyip Selahattin Beyle Mustafa Kemal’in başından geçen hadiseyi kısaca iktibas ettikten sonra tekrar Sezâi’ye dönebiliriz. Sezâi’ye göre, şapkanın yerini fes alınca sefarette çalışanlar, Çin sefaretindekilerden daha gülünç duruma düştüklerini düşünürler. “Biz Avrupalıyız!” düşüncesinin her şeyiyle revaçta olduğu böyle bir zamanda İstanbul’dan gelen bu emir, sefaret heyetini İranlılardan, Çinlilerden ayırt edilemez hâle getirmiştir. O günden sonra, yüksek aileye mensup madam ve matmazeller Türk heyetinin başındaki kırmızı fesi görünce sefaret mensuplarının yanından bucak bucak kaçmaya başlamışlardır. Çünkü kırmızı fesli ve uzun püsküllü biriyle dans etmek bu çevreye mensup kimselerin alaylı bakışlarını bu insanların (madam ve matmazellerin) üzerine çekebilirdi. Burada biraz durup, Sezâi’nin bütün bu olanlara gösterdiği aşırı tepkinin arka planını, somut iki örnekten hareketle anlamaya çalışalım: Abdülhak Hâmit,1882’de Sezâi’ye bir mektup yazar. Bu mektupta öne çıkan noktalar Sezâi’nin “güzellere” olan düşkünlüğü ile sefaretteki “saltanatlı davet ve ziyafetlerin” ona bu yolda sunacağı fırsatlardır: “…Londra’da senin bulunuşun kadar bence mucib-i arzu bir şey yoktur. Güzellerini seveceğini de beyân icap etmez a. Sizin sefirin orada meşâhir-i küberâdan (ileri gelen tanınmış kimselerden) olduğunu ben bir zaman sana söylemiştim. Devlet-i Osmaniye’yi oranın efradına olsun saltanatlı göstermek merakında bir heriftir. Misafiri çok, davetleri, ziyafetleri boldur. O sayede pek çok kişiyle ülfet edebilirsin.” Ölümünden yedi yıl önce Sezâi ile yapılan bir mülakatta söz döner dolaşır yazarın aşk maceralarına gelir. Bu maceraların merkezinde bulunan kadınlar ve bunların toplumsal aidiyetleri, Sezâi’nin mizacı hakkında bize önemli ipuçları verir: “…İhtiyar romancının vakıa başı koca yalçın dağlar gibi bembeyazdır. Fakat kalbi hâlâ yirmi beş yaşındadır. Bunun için bahsimiz bir müddet sonra aşk hudutlarının içine girdi. Sevmekten aşktan bahsettik. Bana gençliğini, aşklarını, İstanbul’da sevdiği meşhur bir tiyatro artistini anlattı; Madrit’te âşık olduğu Andozalı (Andaluz?) dansöz Konsuella’dan bahsetti.”

Devamı: https://www.dunyabizim.com/haziran-2020-dergilerine-genel-bir-bakis-4-makale,1850.html

Bu haber toplam 383 defa okunmuştur
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Diğer Haberler
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim