• İstanbul 14 °C
  • Ankara 13 °C

"Hukuk Dili-Kanunların Dili" Türkçe Şûrası Sonuç Raporu

"Hukuk Dili-Kanunların Dili" Türkçe Şûrası Sonuç Raporu
Türkiye Yazarlar Birliği, Türkiye Dil ve Edebiyat Derneği, Yunus Emre Enstitüsü ve Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesi ile müştereken dilimizin dünü, bugünü ve yarınının konuşulduğu bir Türkçe Şûrası düzenledi.

26-27 Kasım 2021 günleri yapılan Şûra'ya, dilciler, edebiyatçılar, ilim ve fikir adamları ile hukuk, tıp, eğitim, spor gibi alanlardan konuyla ilgili çalışmaları olanlar katıldı. Şûra'da müzakere edilen başlıklarla ilgili kapsamlı bir rapor hazırlanarak kamuoyuna açıklandı. Bu raporu bölüm bölüm sunuyoruz.

Bu raporda Türkçe Şûrası’nda ele alınan ve müzakere edilen konularla ilgili olarak 11 başlık altında bilgi verilmekte, dilimizle ilgili meseleler ortaya konulduktan sonra çözüm yolları ve yapılabilecekler üzerinde durulmaktadır.

8. Hukuk Dili-Kanunların Dili

1982 Anayasasının 3. maddesinde devletin dilinin Türkçe olduğu belirtilmektedir. Mâdemki devletin dili (resmî dil) Türkçedir. Devletin, bütün vatandaşlara örnek teşkil etmesi ve teşvik olması için mevzuat dilinde Türkçenin kullanılışına da hassasiyet göstermesi beklenir.

Kullandığımız dil, yani kelime ve kavramlar zihin ve his âlemimizde çağrışımlar ve izdüşümler meydana getirir. Bu şekilde kullandığımız kelimelerle aramızda bir bağ vardır. Bu bağ ana dilde kendiliğinden oluşur. Bu bağ yoksa sun’i şekilde teşekkül eden bir dil var demektir ve sentetik dil ile düşünce geliştirilemez, ilim yapılamaz, hukukî metinler ve hukuk müktesebatı oluşturulamaz.

Her bilim alanı gibi, hukukun da kendine özgü kelime ve kavramlarının olması tabiîdir. Hukuk metinleri (mevzuat), herkese yönelik kurallar bütünüdür. Hukuk kuralları insanlara haklar bahşeder, emirler verir; bu kurallara uyulmadığı takdirde müeyyideler öngörür. Bu yüzden hukuk dilinin, kişilerin kullandığı genel dilden tamamen kopuk olması da düşünülemez. Kullanılan dil ne kadar doğru ise hukuk kurallarının anlaşılabilirliği ve toplum tarafından benimsenebilirliği de o nispette artacaktır. Hukuk metinlerinin anlaşılır olması, bu metinlerin halkın ekseriyetinin yabancısı olmadığı bir dille kaleme alınmasına bağlıdır. Hukuk metinlerinin dili, halka yabancı ise halk da o hukuk metinlerine yabancı kalacak, onları benimsemeyecektir.

Hukuk metinlerinin anlaşılabilirliği, uzun yıllar boyunca oluşan hukuk kültürüne âit kelime ve kavramların kullanılmasına, terim birliğine dikkat edilmesine bağlıdır. Anlaşılabilirliğin ilk şartı, hukuk metinlerinin yaşayan dil ile kaleme alınmasıdır. Yaşayan dil, toplumun geneli tarafından benimsenmiş dili ifâde etmektedir. Hukuk kültürü çerçevesinde yerleşen kelime ve kavramlar yaşayan dilin parçasıdır. Tamamen unutulmuş veya toplumun kullandığı dile tamamen yabancı yahut yeni uydurulan kelime ve kavramlardan oluşan hukuk metinlerinin anlaşılabilirliğinden söz edilemez. Bu sebeple hukuk metinlerinin dili, yaşayan dilden seçilerek, hukuk uygulamasında ve hukuk biliminde istikrar kazanmış kelime ve kavramlar kullanılarak oluşturulmalıdır.

Genel dilde olduğu gibi hukuk dilinde de zamanla bazı kelime ve kavramlar kullanımdan düşer, yenileri oluşur. Ancak bu dilin tabiî gelişimi içinde gerçekleştiğinde herhangi bir kargaşaya sebep olmaz. Devlet zoruyla kelime ve kavramlar değiştirilmeye teşebbüs edildiğinde, dilde kargaşa çıkması kaçınılmazdır. Bu durum hukuk dilinde olursa durum daha da vahim sonuçlara yol açar. Devlet otoritesi tarafından uydurulan, halkın hiç duymadığı kelime ve kavramlarla hukuk metinleri oluşturulamaz.

Hukuk metinlerinde kullanılan kelime ve mefhum ve ıstılahların tutarlılığa ve yeknesaklığa sahip olması vazgeçilemez bir mecburiyettir. Hukuk metinlerinde kullanılan terim, her yerde aynı anlamda kullanılmak zorundadır. Aksi hâlde hukukî karmaşa ortaya çıkar. Mesela “hukukî sebep” yerine “hukuksal neden”; “sebepsiz zenginleşme” yerine “nedensiz zenginleşme”; “müesses durum” yerine “oluşturulmuş durum” denmesi anlam kargaşasına yol açar. Böyle bir kargaşaya sebebiyet verilmemesi için hukuk metinleri kaleme alınırken dilimize yerleşmiş ve herkesçe ne anlama geldiği bilinen kelime ve kavramların kullanılması gerekmektedir. Başka bir ifâdeyle yerleşmiş ve herkesçe bilinin hukuk terimlerine dokunulmamalıdır. Mesela müdâhil, mübâşir, mukâbil, müşâhid, ferâgat, mümeyyiz, temyiz kudreti, müşâhade, muhâkeme, şâhit, müşâhade, akit, muhâsebe, müzâyede, reşit, rüşt… gibi yüzlerce kelime ve kavram herkes tarafından bilinmektedir. Hukuk dilinde yerleşmiş bu kelime ve kavramlar kullanılmaya devam edilmelidir.

Son yıllarda yürürlüğe giren kanunlarımızda, hukuk dilimize yerleşmiş ve herkesçe bilinen kelimeler yerine yeni kelimeler kullanıldığı görülmektedir. Meselâ 2001 tarih ve 4721 sayılı Türk Madenî Kanunu’nda “reşit” yerine “ergin”, “temyiz kudreti” yerine “ayırt etme gücü”, “muris” yerine “miras bırakan”, “tehdit” yerine “korkutma”, “hata” yerine “yanılma”, “teferruat” yerine “eklenti”, “imkân” yerine “olanak”, “hile” yerine “aldatma” kelimeleri kullanılmıştır. Bu şekilde, mecburiyet yokken yeni kelimelerin kullanılması hukuk birikimini bertaraf etmekte, geçmiş ile bağlantıyı kesintiye uğratmaktadır.

Hukukî metinlerde “lafız” (söz) hayati önemi hâizdir. Bu anlamda tercih edilen kavram ve kelimeler kadar nokta, virgül ve bunların cümledeki yerlerinin belirlenmesinin dahi önemi büyüktür.

8-1.jpg8-2.jpg

Bu haber toplam 929 defa okunmuştur
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Diğer Haberler
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim