Bu da özgül bir bilinci adeta zorunlu kılıyordu. Ankara’yı tercih edişi bundan dolayıydı. Nitekim üniversite olarak İstanbul’u ve alan olarak felsefe ya da edebiyatı tasarlarken, Ankara’da kalmamızı ve hukuk fakültesine kaydolmamızı önermiş ve biz de (Osman ile) kabul etmiştik. ’69 Ocak’ında ilk sayısı çıkacak olan Edebiyat’ın muştusunu da daha o sırada vermişti. Oysa hukuk hiç aklımda olmadığı gibi, arazi davalarıyla boğuşagelen rahmetli babamın da pek tasvip etmediği bir alandı.
Hedefi belirleme ne kadar zor ve önemliyse, ondan sapmama ve savsaklamama da bir kat daha zor ve önemlidir. Uygarlığın yeniden kurulmasında hedef olarak sanat ve edebiyatın öncelenmesi ve gerçekleştirilmesi yönünde, içeriğin yanında, zamanın gerektirdiği bir üslubu belirlemek ve uygulamak, bilincin bir bakıma etkin kılınmasının göstergesi sayılmalıdır.
Derleyip toparlama, eğitip yetiştirme, somut örnekler ortaya koymada Edebiyat, eş deyişle Nuri Pakdil’in öncülüğünü, çabasını, doğal olarak bilincini asla ihmal etmemek gerekir. Her ne kadar, daha önce çeşitli dergilerde hikâyeleri yayımlanmış olsa da, asıl kimliğini kazanmasında Edebiyat dönüm noktası sayılmalıdır. Keza şiir alanında da bu gözlem ve değerlendirme yapılabilir. Cahit Zarifoğlu, Alaeddin Özdenören, şiirinin kendi içinde yeni bir söylem kazanmasıyla dikkat çekecek olan M. Akif İnan, Osman Sarı, Arif Ay, Turan Koç öncelikle zikredilebilir. Hikâye alanında Hüseyin Su, Ali Ulvi Temel, Fuat Altınsoy da mutlaka anılmalıdır.
Devamı: https://www.milligazete.com.tr/makale/11615058/ismail-killioglu/rasim-ozdenoren-ii
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.