Çeşitli zamanlarda yayımlanan birçok yazılarımızda, “siyaset” ile “iktidar” olgusunun kaynak, mahiyet, nitelik, tezahür ve değer ile ilişkileri bakımından farlı olduklarının tartışmaya değer olduğuna dikkat çekmeye çalışılageldi. Siyaset, elbette bir “iktidar”ı içkindir, içerir. Ama siyasetin içkin olduğu iktidar, siyasetin mahiyetini oluşturan, oluşturması zorunlu olan birtakım değerlere (dini, ahlaki, hukuki, örfi) göre belirlenir, anlam kazanır. Sözgelimi hak-haksızlık, adalet-zulüm gibi değer ve değer dışılıklar, siyaset alanında tezahür etmeleriyle, iktidarın niteliğini somutlaştırırlar. Hak ve adalet, birer değer olarak muhtevasını dini, ahlaki ya da hukuki kaynaktan devşirebilir, alabilir. Oysa soyut ve doğal yapısı itibariyle iktidar, kendiliğinden bir değeri içermez. Aksine iktidar bu yapısı bakımından, her türden değeri yoksayıcı, kendisini sınırlandırıcı, hatta ortadan kaldırıcı şeyler olarak tasavvur eder, tasarlar ve tahayyül edebilir. Dolayısıyla iktidar olgusunun kendini herhangi bir değer ölçeğine tabi tutarak muhasebe ve murakabede, kısacası özeleştiride bulunmasını beklemek, salt mahiyeti gereği gerçekçi değildir. Ancak siyasetin içselleştirdiği, değer ölçüleri bağlamında anlama ve değere kavuşabileceği söylenebilir.
Somut örnek olarak, iktidar olgusunun siyaseten paylaşılmasını öngören ve “kuvvetler ayrılığı” olarak tanımlanan kuram burada hatırlanabilir. Öncelikle hukukun içerdiği adalet, özgürlük gibi ilkeler, sadece maddi hukukun konusuna girmezler. Öznesi insan olması dolayısıyla inanç, ahlak alanlarının değer ölçülerinin gerçekleşme imkanını da içerir. İnsana, onun haysiyet ve onuruna saygıyı, riayeti ve bunları koruyup gözetme yükümlülüğünü öngörür. Aksi, iktidarın temerküzü, yoğalması, tek merkezde toplanmasıdır. İşte enaniyet, benlik kabarması da buradan başlar.
29.01.2014 Milli Gazete































Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.