Öte yandan, genel ve soyut bağlamında böyle gözükmekle birlikte, örneğimiz olan özgürlük, tıpkı bunun gibi bir mahiyet niteliğinde olan hukukça maddi bir konu halinde ele alınıp tanımlanır. Aslında hukuk, özgürlüğü, maddi konusu olarak belirleyip tanımlarken, kendi mahiyetini de somut, zaman ve mekan sınırı içinde ifade etmeye çalışır. Bu ifade ediş belli şartlar, dolayısıyla ihtiyaçlar ile sıkı bir ilişkiyi tezahür ettirir. Bu anlamda, mahiyet olarak hukuku, belli şartlar ve ihtiyaçların somut tezahürünün kurallaşmış hali olarak, kesin ve son biçimi olarak kavradığımız takdirde, yetersiz, çoğu zaman da yanlış bir yargıya bel bağlamak kaçınılmaz olur. Dolayısıyla bu yetersiz ve yanlış yargının konusu haline getirilen özgürlük tanımı ve kavrayışı da aynı akıbetten kurtarılamaz.
Hele hukuku, belli bir sistem ve yöntem yolu izlenerek meydana getirilmiş kanun (Anayasa da buna dahil) ile özdeşleştirdiğimiz takdirde, özgürlüğün asıl ait olduğu varlık, yani insan ile ilişkisini kopartırız, ama bunun ayırdına varabilmek bir hayli zorlaşır, hatta imkansızlaşır.
Kuşkusuz, özgürlük, asıl mahiyetini, başlı başına bir olgu ve değer olan hukuk alanında tezahür ettirir, somutlaşarak dışlaştırır. Ancak bu tezahür ve dışlaştırmada başka olguların ve değerlerin belirleyici işlevlerinin, şöyle veya böyle sürece katıldığını hesaba katmak şarttır. Sözgelimi özgürlük, mahiyetini tezahür ettirirken ahlak olgusunu ya da özünü içerir. Sözgelimi “kendin için yapılmasını istemediğin bir davranışı bir başkası için de isteme” şeklindeki ahlak ilkesi, “bir kimsenin özgürlük sınırı, diğer bir kimsenin özgürlüğüdür” şeklindeki bireyin temel özgürlüğüyle yakından ilişkili görülüp değerlendirilmelidir.
Genel olarak söylenirse, hukuk bakımından olduğu gibi, özgürlük konusunda da tanımından değerlendirilmesine kadar, bunlar ile mantıklı bir bağ kurulamayan bir anlayış, daha doğrusu algılayışın baskın egemenliği altında bulunulduğu söylenebilir. Öncelikle de, özgürlüğün insandan yalıtılmış bir algılayışla değerlendirilmeye çalışıldığı görülebilir. Özgürlükten yoksun kılınmış bir kimse, insan olup olmama sorunun hem kendi içinde, hem de kendi dışındaki dünya şartlarında yaşamak zorunda bırakılmış demektir. Böyle bir varlığın birey olarak insan olabilme maddi ve manevi imkanına sahip olabilmesi de bir hayli kuşkuludur. Ayrıca akıl, irade, duyu yetilerini kullanabilme şart ve imkanı sınırlandırılmış, belki de imkansız hale getirilmiş olacağı için, yazılı metinlerde sıralanmış birtakım özgürlüklerin ne anlama geldiğini, hayatına ve ihtiyaçlarına neler kattığını belirlemesi de mümkün olamayacaktır. Bütün bunlardan önce özgürlüğün bir ihtiyaç olduğunu asla kavrayamayacaktır.
05.02.2014 Milli Gazete































Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.