• İstanbul 14 °C
  • Ankara 18 °C

“İstanbul’da Bir Dolunay” Orhan Okay Hocamız

“İstanbul’da Bir Dolunay” Orhan Okay Hocamız
Necmettin Turinay’ın Üç İsim Dört Mevsim kitabının Orhan Okay’a dair bölümüne koyduğu “İstanbul’da Bir Dolunay” başlığını okuyunca gönlümüzde çok latif duygu ve düşünceler ihtizaza geçti.

Orhan Okay hocamıza karşı ziyade muhabbetimiz vardı. Bunun sebep ve kaynaklarını düşününce hatıralar sökün etti. Elbistan’da çalışırken Öğretmenevi binası bünyesinde M.E.B. kitapları satış yeri açılmıştı. Elbistan büyük ve okuyanı çok bir kaza idi. Orada M.E.B. yayını olan Batı Medeniyeti Karşısında Ahmed Midhat Efendi kitabı dikkatimizi çekmişti. Kitabın adı bile ziyadesiyle düşündürücü ve uyandırıcı idi.

Ahmed Midhat Efendi, hezarfen mütebahhir bir Osmanlı münevveridir. Batı yani Avrupa medeniyetinin röntgenini çekmişti. Kendisi Ahmed Cevdet Paşa’yla da muasır ve münasebattar idi. Batı medeniyetini teşrih masasına yatırmıştı. Kitabın içindekiler bölümüne bakmak çok fikir veriyordu. Bölüm başlıkları bile çok şey söylüyordu. O sebeple pek çok öğretmen ve talebeye o kitap hem tavsiye hem de hediye edilmişti.

2011 yılında bir kadirşinas talebesi, hoca hakkında bir açık mektup yayınlamış bir “bütün”ve “insanı kâmil hoca” nasıl oluru edibane tasvir ve takdim etmişti. O mektup da pek çok meraklı ve kabiliyetli insana fotokopi yapılıp ulaştırmıştı.

Şimdi düşünüyorum da güzel insanlardan bahsetmenin, onlara dair eserlerle meşgul olmanın özel bir zevki var. Onları çoğaltan gençlerimizin, nasıl gönüllü ve şevkli çalıştığını hatırlayınca, “Salihlerin anıldığı yere rahmet yağar” hadisi şerifindeki hakikatin tecelli ettiği anlaşılıyor. O münasebetle mektubun müellifi Prof. Dr. Turan KARATAŞ hocamızla da dostluğumuz derinleşmiş olduydu. Mektubun ilk paragrafı ve son cümlesi şöyledir:

“Muhterem büyüğüm,

Bu perişan satırlarla huzurunuzda olmayı, bir hadsizlik addetmeyiniz. Bu mektup, en yalın ifadeyle bir vefa, bir gönül borcudur. Benim neslim, ama daha çok da bizden önceki nesil sizin "parmaklarınızdan süt içti". Diyebilirim ki, insanı, yaşamayı, mücadeleyi sizin şiirlerinizle daha manalı ifadelere kavuşturduk. Kelimelerinizle taze bir nefes, yeni bir söz oldunuz bize. Manidar ve sarsıcı deyişlerinizle delikanlılık kirlerinden yunduk arındık. Piştiğiniz çile kazanında bizi de kaynattınız kabiliyetimizce. Gençlik telaşımızı derleyip toparlayan sizdiniz. Hayal ufuklarımıza rengârenk ışıklar düşüren de. O kapkara günlerde "kaldırımların emzirdiği çocuk"ken her birimiz, "kaldırımların kara sevdalı eşi"yken ruhumuz, bir şey söylediniz bize, "her şeyi tutan bir şey". İçimizde bakırçalığı bir ümitsizlikle yaşayıp dururken, yanıbaşımızda gümüş aydınlığında bir umudun da var olduğunu haber verdiniz. Bizi, eşyanın dilini bilmeye, kâinatın sırrını anlamaya çağırdınız. İçimize bakmayı, ruhumuza eğilmeyi öğütlediniz. "Söndürün lambaları, uzaklara gideyim;/ Nurdan bir şehir gibi ruhumu seyredeyim" diyerek karanlık bölgemize çerağ tutmayı öğrettiniz. Hasılı, tek başına bir okul oldunuz; bize, mektebinizin nurlu pencerelerinden ışık düşürdünüz. Bu kadar hakkın küçücük bir şükrânesi kabul edin bu mektubu.

Bu haber toplam 190 defa okunmuştur
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Diğer Haberler
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim