Adı var, şekli yok, resmi yok, tasviri yok! Sûret gitmiş, söz kalmış!
Âmennâ deyuben hem ikrâr ettik
Erenler bezminde lâ şekcesine
Bu şiirden haberdardım, şairinin Kalecikli olduğunu da okumuştum. Fakat Yakın çevremden, Kaleciklilerden, onunla ilgili bir bilgi kulağıma çalınmamıştı. Mir’atî’nin bu nefesini zihnime kazıyan, Ali Birinci Hoca’dır. Bir süre Tarih Kurumu başkanlığı da yapan Hoca, ne zaman karşılaşsak, Mir’atî Baba’nın bu nutk-ı şerifini ezberden ve yüksek sesle okur, bizim Kalecikliliğimizin hatırına.
Kalecik, ona işte bu şairi hatırlatır, Kalecikli o şairi hatırlamasa da!
Ne diyor şair? Bir cümle ile: Erenler topluluğunda şüphe duymadan inandık ve kabullendik.
Bâğ-ı ma'rifetde yetiştik bittik
Bûy aldık bir gülden çiçekcesine
Marifet bağında bittik ve yetiştik, bir gülden çiçekmiş gibi koku aldık. Yani bir pîrin terbiyesi altında yetiştik, onun irfanının izlerini taşıyoruz.
Söylesem kelâmım gelmez takrîre
Nutk-i derûnumuz sığmaz tefsîre
Îmân ettik ikrâr verdik bir pîre
Er evlâdı eriz gerçekcesine
Söylesem, ifade edemem, anlatamam. İçden gelen sözümüz, tabir edilemez, bir şeye yorulamaz. Bir pîre inandık, bağlandık; sözümüz erkek oğlu erkek sözü, dönmek yok!
Gel gönül ârif ol haddini bil sen
Semî'dir Basîr'dir etme şek gümân
"El hakku ezhârun mine'ş şems" iken
Sofu inâd eder eşşekcesine
Ey gönül, ârif ol, yerini, mevkiini bil. Allah duyar ve bilir, şüphe etme. Cenâb-ı Hakk, güneşden daha açık görünür, fakat sofu görmez de eşşekçe inad eder.
Mir'âtî sözlerin gizli muamma
Ulu'l-ebsâr olanlara hüveyda
Elsiziz belsiziz dilsiziz amma
Gezeriz âlemde erkekçesine
Mir’atî sözlerin ancak basiret sahiplerine açılır gizli bilmecedir.
Elsiziz, belsiziz, dilsiziz, yani edebliyiz, fakat âlemde erkekçesine, yani yiğit bir insana yakışır şekilde dolaşırız…
Has şiir açıklamaya gelmez; sesiyle, âhengiyle uyandırdığı çağrışımlarla sizi yakalar. Mir’atî’nin bu nutk-ı şerifi de öyle şiirlerdendir. Bir coşkunluk anında, neşve seline kapılarak dudaklardan bir çırpıda dökülüvermiş gibidir. Her açıklama teşebbüsü, şiirin özünü gizler.
Mir’at, ayna demektir. Mir’atî’ye “aynaya has” mu desek, “aynalı” mı desek bilmiyorum. Bu bir mahlâs, yani takma ad. Mahlâslar ekseriya böyle nisbet eki ile yapılır: Bâkî’den tut Seyranî’ye kadar.
Sırlı aynada kaybolan, “mir’at-ı mücellâda nihan olan”, Neşatî’dir, 17. Asrın Edirneli Mevlevî dedesi…
Ettik ol kadar ref’i teayyün ki Neşatî
Âyine-i pürtâb-ı mücellâda nihanız!
Yani? Ey Neşatî, kendimizi o kadar belirsiz hâle getirdik ki, cilâlı aynada gizliyiz!
Yani, sûretimizi, benliğimizi öyle yok ettik ki, cilâlı aynada dahi görünmüyoruz! Yoksa şöyle mi: Aynaya baktığında görünen biziz!
Her şeyin dışa vurulmakla kalmayıp abartılarak reklam edildiği bir devirde yaşıyoruz. Ben buyum, ben şuyum…Her ben kelimesi bir övünme cümlesinin başlangıcı. Kendini olduğundan daha fazla gösterme tavrı. Eskiler “ben” demez. En fazla “biz” derler. Bilinmemek, tanınmamak, kendini gizlemek üzerine kurulmuş bir anlayıştan gelen, daha yakın zamanda yaşamış Mir’atî’yi Neşatî kadar bile tanımıyoruz. Neşatî, Osmanlının yazlık payitahtı Edirne’de yaşamış. Mevlevî şeyhi olduğu için, öyle veya böyle bilinir, ne kadar kendini saklasa da.
Mir’atî taşralı bir şair. İsyan ahlâkını kuşanmış ve makamı, mevkiyi, düzenini, rahatını bırakarak başka bir hayata başlamış. Şiirlerini yazmamış, söylemiş. Gezginci bir âşık olarak âşıkların ipek yolu denilebilecek, Erzurum’dan başlayıp Tokat, Niksar, Amasya, Çorum, Çankırı, Kastamonu, Bursa derken İstanbul’a ulaşan şehirlerde, kasabalarda, âşık kahvelerine, bey konaklarına, tekkelere uğrak verip şiirlerini okumuş. Dengi şairlerle müşaare etmiş, atışmış.
Zamanın Erzurumlu Emrah, Gedayî, Tokatlı Nurî gibi en meşhur âşıkları ile aşık atmış. Gedayî, Nurî onun şiirlerine nazireler yazmış.
Gizli muammalarını halledilmesi için kahvehane duvarlarına asmış.
Son menzili İstanbul mu olmuş? Öyle deniyor. Nerede ömür mühletini tamamlamış, nerede sırlanmış, o dahi bilinmiyor. Onun kimlik belirten tek adresi, Kalecikli olması. Tabiî takip ettiği yol, bağlı olduğu dergâh da bir adres olabilir. Kalecikli de, Kalecik’te kimlerden, hangi mahalleden, köyden, aileden?
Bunlar hep meçhul. 19. Yüzyılda yaşadığına göre, yakın bir devirden; onu anlatan sözlü bir gelenek olmalıydı; bu dahi yok.
Abdülbaki Gölpınarlı Alevî-Bektaşî Nefesleri kitabında, icazetli hocalardan olduğunu ve Hacı Bektaş tekkesi şeyhi Türabî Ali Dede Baba’dan (öl.1839) nasib aldığını yazıyor. Sazıyla yer yer gezer, muamma asar, şairlerle boy ölçüşürmüş. Bir de “şiirleri güzelcedir” diyor Gölpınarlı…
Bu bir adres olabilir diye, Türabî Ali Dede Baba’yı araştırdım. Bu Yanbolulu derviş, Üsküp’te Melamiliğe yönelmişken, sonra Bektaşiliğe meylediyor. İstanbul’a geliyor. Dede Baba da oluyor. Fakat bu arada, Kalecik için daha yakın bir adres olan, Çankırı’daki Turabî Ocağı’nın varlığından haberdar oldum. Bu ocağın başlangıcında 13. Asırda Anadolu’ya gelmiş bir Horasan ereni var. Ocak 19. Asırda da faal ve hatta, Çankırı’nın kaya tuzlarının işletmesi imtiyazına sahip…Mir’atî’nin bir zaman Hacıbektaş’a gidip dede baba postuna oturduğunun isbatı zor…
Mir’atî, “Soyundum harf libâsından iriştim nokta-i sırra…” diyor.
Mutlak varlık, aşk-ı zatî sebebiyle, yani bilinmek istediği için, önce kelâm/söz şeklinde tecelli etmiş, harflerle belirmiş. Mir’atî işte bunu söylüyor: Harf elbisesinden soyundum, sır noktasına eriştim!
Kendi benliğinden geçerek ilahî varlığa ulaşmak!
Mir’atî’nin tasavvuf deryasından devşirdiği kavramlarla yazdığı nefesler, semailer olduğu gibi, destanları da var. Bir âşığın böyle şiirlerle uzun süre dikkat çekmesi, bana müşkil görünürdü. Fakat destan bahsine gelince, iş tam da halkın ilgisini çekmenin ilk adımı gibidir. Mir’atî’nin destanları diğer şiirleri gibi, 3-4 kıt’alık değil, hayli uzundur. Atasözleri destanı 44 kıt’a, yani 176 mısra.
Bu destanda Mir’atî’nin müşterek dinî telakki üzerinden konuştuğunu görürüz:
Farz ile sünneti tutarsan eğer
Yarın sana şefî olur Peygamber
Rah-ı sevap için ararsan rehber
Hakka ulaştırır Furkan demişler.
Eğer farz ile sünneti tutarsan, yarın sana Peygamber şefaatçi olur. Eğer sevap yolunda rehber ararsan, Kur’an seni Hakk’a ulaştırır…Mir’atî müşterek dinî telakki üzerinden konuştuğu gibi, herkesin bildiği atasözlerini bir mantık silsilesi çerçevesinde sıralıyarak öğüt verir:
Sular ters yüzüne açık çağlamaz
Gidenin yolunu kimse bağlamaz
Bilirsin ki kendi düşen ağlamaz
Kişi öz başına düşman demişler!
Nefeslerinden birinde, “ömür gemim gam girdabında, demir atmış yatar, hareket etmek için havasını, rüzgârını bekler. Sitem dağında aşk delisi olan, yuva kapısında Mevlâsını bekler!” diyor.
Sefine-i ömrüm girdab-ı gamde
Lenger-endaz yatar havasın bekler
Mecnun-ı aşk olan kûh-ı sitemde
Babında aşiyan Mevlâsın bekler
Mir’atî’nin ömür gemisi rüzgârını bulmuş ve bizim bilemediğimiz meçhul limana çoktan ulaşmış…
Hanhana Dergisi 2021 Yılı/Sayı:6
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.