• İstanbul 20 °C
  • Ankara 26 °C

Kâzım Yetiş: Mehmet Akif'in Âsım'ın Kişiliğinde Çizdiği Modernleşme

Kâzım Yetiş: Mehmet Akif'in Âsım'ın Kişiliğinde Çizdiği Modernleşme
Mehmet Âkif kendisini modernleşme gayretlerinin içinde bulur.

1683 Viyana bozgununun arkasından yapılan 1699 Karlofça Antlaşmasından sonra Osmanlı Devleti, o güne kadar yenilmediği, galip geldiği Avrupa'nın ilim ve fen alanındaki gelişmelerinin farkına varır gibi olur ve varlığını sürdürme telâşına kapılır; panik hâlinde batıyı taklit etme ve başka bir ifade ile modernleşme gayretleri içerisine girer. Bu gayretler artarak sürer ve sonunda Tanzimat Fermanı (1839), Islahat Fermanı (1856) gibi kalkınma, batının geldiği teknolojik seviyeye ulaşma ile doğrudan ilgisi olmayan ama modernleşme adına yapılması gerektiğine inandırılan fermanlar ilân edilir.

Âkif, 1873'te doğmuştur ve tabir yerinde ise köprülerin altından çok sular akmıştır. Şairimizin çocukluk yılları, Abdülhamit döneminde geçer. Bu dönemin en belirgin özelliği kısmî bir sükûnetin varlığı, eğitim seferberliğinin sağladığı okuma imkânlarıdır. Yeni yeni okullar açılır. Gerçi bunu söylerken ne 1877-78 Türk-Rus Savaşı'nı unuttuk, ne de 1897Türk-Yunan Savaşını. Ayrıca Avrupalı devletlerin ve Rusların çeşitli saldırılarla içerde ve dışarıda verdiği huzursuzlukların Âkif ve muhitinde derin izler bırakmaması beklenemezdi.

Aslında padişah da modernleşmek iştiyakında idi. Bu iştiyak hem asker, hem idareci, hem aydın kesimin ruh dünyasını sarmıştı. Ama nasıl? işte bunun tayini farklılıkları oluşturuyordu. Nitekim Âkif bunu, yani padişahın da modernleşme iştiyakında olduğunu fark etmez. Esasen Âkif uzun boylu düşünmez. Ancak asrın idraki ile Kur'ân'a bakmak ister. Fakat bu, ilk bakışta pusulasız bir yolculuktur. Esasen Kur'âriın pusula olması gerektiği söylenerek bu düşünceye karşı çıkılabilir. Yalnız o pusulayı kullanmasını bilmek pek kolay değildi. Konumuzu ve salahiyetimizi aşacak bu noktaya girmeyelim ve Kur'ân't asrın idrakine söyletmenin başlı başına bir modernleşme parolası olduğunu belirtelim, ayrıca bunu tartışmanın yerinin burası olmadığını da ekleyelim. Fakat şairimizin, inmemiştir hele Kur'ân, bunu hakkıyla bilin Ne mezarlıkta okunmak ne de fal bakmak için (s. 155) beytini hatırlayalım. Yalnız modernleşmeyi nasıl anlayacağız, onu belirleyelim.

Âkif için modernleşme, içinde bulunulan durumdan - o bunu hep atalet olarak tanımlar - kurtulup daha doğrusu silkinip çalışmak ve bu çalışmanın sonunda da ilim, fen, teknik bakımdan gelişmektir. Yoksa gelenekten gelen anlayışa karşı çıkmasını ben modernlik olarak almayacağım. Bir örnek vereyim: Onun kolera ile ilgili yazısı modernlik olarak yorumlanmak isteniyor. Halbuki koleraya teslim olmamak Islâm'ın özünde vardır. Koleraya karşı hafızlar tutup bölgenin etrafında döndürülmesinin sağlıklı ve hatta dinî olduğunu söylemek elbette doğru değildir. Bazı hâdiseleri genelleştirmek bizi yanlış sonuçlara götürür.

O, her hâl ü kârda çalışmayı, aklî, tabiî ve gerekli olanın yapılmasını ister. Daha ilk Safahatta "Durmayalım"diyecektir. Yer çalışsın, gök çalışsın, sen sıkılmazsan otur. Ey bütün dünya ve mâfiha ayaktayken yatan! Leş misin, davranmıyorsun? Bari Allah'tan utan. (s. 26) 

Üstelik O bu konuda faydacıdır. "Geçinme Belâsı" deyiverir. Azmin, çalışmanın önemini "Azim"de belirtir. Nitekim "Seyfi Baba"geçinmek için çalışacaktır."Meyhane"ye,"Mahalle Kahvesi"ne şiddetle karşı çıkar. Bu söyleyiş ve yaklaşımlar, modernleşmenin gerçekleşmesi için düşünce temrinleridir. Şairimiz, "Köse imam"dayeni bir açılım kazandırır konuya. 

Bu cehâlet yürümez; asra bakın, asr-ı ulûm. Başlasın terbiyeniz âilelerden oğlum. Sâde hürriyeti ilân ile bir şey çıkmaz Fikr-i hürriyyeti i'lân ile bir şey çıkmaz; Fikr-i hürriyyeti hazm ettiriniz halka biraz, (s. 116) 

Burada ilim ve fen almayı ben modernleşme olaraK algılıyorum. Öyle olması gerekir. Modernliğin göstergelerinden biri de matbaa. "Süleymaniye Kürsüsünden"şiirinde Akif'in Rusya'da matbaa kurdurması önemlidir ve modernleşmenin en dikkate değer göstergelerindendir. Modernliğin bir başka göstergesi Avrupa'da öğrenim. Bunun için Âkif, aynı yerde, zenginlerin gençleri ilim ve fen öğrenmeleri için Avrupa'ya okumaya gönderdiklerini söyler. Bu, hâlâ bugün tutulan bir yoldur. Bunun o devirde "Süleymaniye Kürsüsünden" söylenmesi ayrıca önem kazanmaktadır. Burada şunu çok net vurgulamak gerekir. Bilindiği gibi bizde modernleşme tepeden gelmiş, âdeta devlet adamlarının zorlaması ile olmuştur. Halbuki Âkif bunu, bu konudaki çabayı, gelişmedeki itici gücü çoktan unutulan din adamına yaptırmaktadır. O, kalkınmanın, modernliğin rehberi olarak din adamını görmektedir. Bu da o dönem için fevkalâde ehemmiyet kazanmaktadır. Yalnız burada Rusya'daki zenginlerin okusun, modernleşsin diye gönderdiği gençler maalesef modernliği yanlış anlamışlardır. Onlar için modernlik, Ruslaşmak veya Avrupalılaşmaktır. Bu bir anlamda modernliği almanın, daha doğrusu tekniği, bilimi ülkeye getirmenin yolunun yanlış olduğunun tespitidir. Batılılaşmaya veya Avrupalılaşmaya ne gerek vardır? Batının ulaştığı ilmi ve tekniği almak Avrupalılaşmak değildir. Batılılaşmaya ihtiyaç da yoktur. Çünkü bizTürküz; Alman veya Fransız olmamızın hiçbir izahı olamaz. Öyle zannediyorum Akif'in bu konudaki en sağlıklı ve isabetli görüşü budur. Bilim alanında batıdan faydalanılabilir. Yalnız batılılaşmaya, batılı gibi olmaya veya yaşamaya gerek var mı? Hatta gönderilen öğrenciler bu konuda o kadar ileri giderler ki dini bırakmak gerektiğini düşünürler, işte şairimiz haklı olarak bunu kabul edemez. Bir anlamda o, yanlış modernleşmeye dikkati çeker. Peki doğrusu nedir modernleşmenin? Yukarda onun Kur'âriı anlamanın modernleşmek olarak aldığına işaret etmiştik. Bu konudaki örneği Japonya'dır. Zira Japonya gerekli olanları almış, gerek olmayanı sınırlarının içine sokmamış, hele hiç Avrupalılaşma dememiştir. Bunun için şairimize göre "safvet-i İslâm"oradadır. 

Görüldüğü gibi Âkif, aydınların modernleşme anlayışına karşı çıkar. Çünkü onlar, Avrupa'nın gittiği yolun aynısını istemektedirler. Halbuki Âkif böyle düşünmemektedir. Ona göre her milletin gelişme çizgisi ayrıdır, ayrı olmalıdır: 

Ki çemen-zâr-ı terakkide atılmış her adım Değişir büsbütün akvâma, cemâate göre; Başka bir kavmin izinden yürümek, çok kerre Âdetâ muhlik olur, sonra ne var, her millet Gözetir seyr-i tekâmülde birer ayrı cihet (s. 184)

Modernleşme için her millet kendine göre bir yol ve yön bulmalıdır. Sonra "Süleymaniye Kürsüsünden"şöyle seslenecektir:

.............................................Sırr-ı terakkinizi siz Başka yerlerde taharriye heveslenmeyiniz Onu kendinde bulur yükselecek bir millet; Çünkü her noktada taklit ile sökmez hareket, Alınız ilmini garbın, alınız san'atını. Veriniz hem de mesâinize son sür'atini Çünkü kabil değil artık yaşamak bunlarsız, Çünkü milliyyeti yok san'atın, ilmin; yalnız, İyi hâtırda tutun ettiğim ihtârı demin: Bütün edvâr-ı terakkiyi yarıp geçmek için, Kendi "mâhiyyet-i rûhiyyeniz" olsun kılavuz.

Görüldüğü gibi Âkif, gelişmenin, modernleşmenin sırrını toplumun kendisinde bulur. Taklitle bir yere varılamaz. Garbın ilmini, sanatını almak tabiî taklit değildir. Önemli olan onu kendi şahsiyeti ile bütünleştirmektir. Burada milliyet ve bu milliyetin ruhu öne çıkmaktadır, çıkmalıdır. Hemen ifade edelim ki Âkif bir milletin gelişmesini ağaca benzetir. 

Ağacın gövdesi, dalı, budağı, kökleri milletin mazisine bağlı olmalıdır. Kökü olmayan bir ağaç kurur. Ne sanal bir ağaç olur, ne de bir ağaç camda, camekân içerisinde uzun zaman saklanabilir. Ağacın bütün uzuvları kökten beslenmelidir. Ağacı aşılarken de kendinden aşılamalıdır. Hem bütünlük, hem maziye dayanma modernleşmenin esasını oluşturmaktadır. Yenileşmenin tarihçesine bakılırsa Akif'in ne kadar haklı olduğu görülür. Kalkınma, gelişme, hem toptan olmalı hem de köke bağlı kalmalıdır.

Buraya kadar söylediklerimiz Mehmet Akif'in genel çerçevede modernleşme ile ilgili söyledikleridir. Onun modernleşmeden anladığıdır. Bunlar başlı başına yetebilir aslında. Ana başlığımıza bağlı kalarak konuyu Akif'in kahramanı Âsım'a getirelim. Bildiğiniz gibi edebiyatımızda ve kültürümüzde Nâbî ve Sünbülzâde Vehbî'den beri şairlerimiz oğullarının şahsında gençliğe nasihatlarda bulunmuşlardır. Asım, Akif'in oğlu değildir. Köse imamîn oğludur. Ama Asım, Akif'in zamanındaki Türk gencidir. Gençlerde görmek istediklerini Âkif, Âsım'ın şahsında canlı bir örnek olarak söylemiştir. Ve kitabının birinin adını da Asım koymuştur.

Şimdi bu noktadan modernleşme anlayışında, modernleşmede şairimiz Âsım'a nasıl bir görev vermektedir? Bunu söz konusu ederek konuyu tamamlamak istiyoruz.. Âsım'ı biz, Hocazâde yani Akif'in, Köse imam'ın gözüyle tanırız. Ayrıca onun yani, Âsım'ın nakledilen faaliyetleri, yaptıkları da onu bize tanıtır. Köse imam, gençliği şöyle niteler:

Nesl-i hâzır denilen şey pek acâyip bir şey. Bilindiği gibi, Köse İmam önce bize Asım ile ilgili sıkıntısını hissettirir; sonra pek çok konuya temas eder. İşte bunlardan biri bu okuduğum mısradır. Sonra şöyle bir beyit geçer. Bu, Razî, Gazalî gibi bilginlerin artık yetişmemesi anlatılırken söylenir: 

Doğrudan doğruya Kur'an'dan alıp ilhamı Asrın idrakine söyletmeliyiz İslâm'ı 

Yukarda da söz konusu ettiğimiz bu beyitle Âkif bize, modernleşmedeki ölçüyü verir. Tabiî Kur'an'ı anlamak için ibn-i Rüşd, Gazalî gibi bilginlere ihtiyaç vardır. 

Memleketin hâli, insanımız, dertlerimiz konusunda Köse imam ile şair uzun uzun konuşur. Sonunda Köse İmam ülkenin hâline bakıp gelecekten ümidini keser: 

Hele baktıkça adam kahroluyor, elde değil Bizi kim kurtaracak var mı ki bir başka nesil?

Şair - Âsım'ın nesli, Hocam deyiverir. Karşılıklı konuşurlar. Şair, Âsım'ın neslinin özelliklerini belirtir. Âkif, burada sadece tehlikede olan vatanın selâmeti için cepheden cepheye koşmalarını, büyük bir mücadele içinde olmalarını ve meşhur Çanakkale şiirini söyler. Bu tasvirde, Âsım'ın neslinin gösterdiği kahramanlığın tasvir edildiğini görüyoruz. Köse imam'ın anlattığına göre Âsim, pek mütehevvirdir. Ramazanda sigara içen biri Köse imam'a "oruca hayvan gibi neye bağlanmalı?"deyince Âsim ona girişmiş ve çıkan kavgada dört beş kişiyi perişan etmiştir. Neyse, konu mahkemeye intikal etmemiştir. Davacı olan olmamıştır. Üstelik Âsım 

"Beşerin adli masal, hak zıpırındır yalnız; Dövülen mahkemelerden kovulur, çünkü cılız" 

sözünü vird edinmiştir. Bu söz, ilk bakışta ters gelir. Ama doğru olan budur. Âsim bunu vird etmekte son derece haklıdır, işte bugünkü dünyanın hâli. Güçlü olursanız haklısınız. Güçsüzün haklı olduğu nerde görülmüş? Öyleyse, modernleşmede öncelik mutlaka güçlü olmaya verilmelidir. Şaire göre Âsim, dört başı mamur bir insandır. Kesinlikle babasına karşı gelmez. Âsım'da şairin hayran olduğu özelliklerden sadece konumuzla alâkalı olanlarına işaret edeceğiz. 

Köse İmam, oğlunun yanarak gömdüğü binlerce şehit arkadaşı yüzünden âdeta cinnet hâli yaşamaktadır. Bunun için de başına bir iş gelmesinden korkmaktadır. Çünkü bir tarafta vatan için ölenler, geride sıkıntı çekenler; diğer tarafta ise safa sürenler. Âsim, kendini adalet dağıtıcı yerine koymuştur.

Meyhaneyi basar. Kumarbazı tehdit eder. Toplanıp eğlenenleri basıp döver. Nara atan sarhoşları kovalar. Cebren kadını kocasından ayırır. Komşular adını "Kel Kâhya" koymuştur. 

Âsim kendini savunur. Herkes aç iken, perdeleri kaldırıp işret edenler cezalandırılmalıdır. Dünya aç iken onlar sefih hayatı yaşamamalıdırlar. İnsanlık bu değildir. İnsanlık dışı bu davranışlar cezalandırılmalıdır

Millet ışıksız bunalırken haftada bir sandık gaz yakılarak kumarhane çalıştırılmaktadır. Bu israf çekilmez. Kumarhanenin gazı halka dağıtılır. Kumarhaneyi işletenden öksüzler için 1000 lira alınır. Bunca ölen, sürünen varken eğlenmek, cümbüş yapmak doğru mudur? Köse İmam, zaptiye ruhuyla hükümet sürdürülemeyeceğini söyler. Kanunun hâkim olması gerektiğini ekler. "Beşerin adli masal, hak zıpırındır yalnız; Dövülen mahkemelerden kovulur, çünkü cılız" Üstelik Âsim, Babıaliyi basmayı düşünmektedir. Köse imam oğlunun vatan için şehit olmasından değil, katil veya maktul olmasından korkmaktadır. Şairden yardım ister. Yarım kalan öğrenimini tamamlaması için bulunduğu yerden, ülkeden uzaklaşmalıdır.

Âkif, Âsım'la konuşur. Cemaleddin Efganî'nin Muhammed Abduh'a söylediklerini nakleder. Buna göre, inkılâp gereklidir. İslâm'ı yeniden kaldıracak inkılâp. Nazariye ile bir şey olmaz. Bir okul açıp birkaç da faziletli mücahit bulup orada yeni Cemaleddin'ler, inkılâpçılar yetiştirilip İslâm ülkelerine gönderilmelidir. Mizancı Murat'tan beri idealistlerin kurtuluş için sundukları reçete budur. Mehmet Âkif bunları, Cemaleddin'in Abduh'a söylediğini nakleder. Peki Âkif, Âsım'a ne der? Âsim, arkadaşları ile bir kenara çekilmeli, mümkünse Avrupa'ya dönüp yarım kalmış ilimlerini, öğrenimlerini ikmal etmelidirler. Milletin yükselmesi için marifet ve fazilet gerekli. Bilgi, refahın sebeplerini hazırlayacak, fazilet onun ülke için kullanılmasını sağlayacaktır. Fazilet, yürüyen ilimle at başı gitmelidir. Hâkim yaşamak için bilime, fenne ihtiyaç vardır. Aksi takdirde batının emriyle yatıp kalkarız, ilimsiz fazilet; hissiz, hareketsiz ve ölgündür

Bu cihetten, hani, hiç yılmasın, oğlum, gözünüz; Sâde garbın, yalnız ilmine dönsün yüzünüz O çocuklarla berâber, gece gündüz didinin; Giden üç yüz senelik ilmi tez elden edinin! Fen diyârında sızan nâ-mütenâhî pınarı. Hem için, hem getirin yurda o nâfî suları. Aynı menba'ları ihyâ için artık burada. Kafanız işlesin, oğlum kanal olsun arada. Yarının ilmi nedir, halbuki? Gâyet müthiş "Maddenin kudret-i zerriyyesi" uğraştığı iş. (s. 442-443)

Âsım'ın arkadaşlarının hepsinin mesleği müspet ilim. 

Demek ki Âsim ve nesli müspet ilmi öğrenecek, ilmi alacak ve faziletli olarak, faziletli olduğu için onu insanların, ülkesinin faydasına sunacak. Âkif, natüralist-realist. Müspet ilimleri öne çıkarır. Ama fazilet onu kontrol eder, insanlara faydalı olmayı mümkün kılar.

Sonuç olarak söylemek gerekirse Mehmet Âkif, Âsım'ın şahsında modernleşmenin formülünü verir. Evet, vatan tehlikede ise cepheye koşup onu savunacak bu nesil. Fen, müspet ilimleri öğrenecek, bu konuda gelişmiş ülkelerle arasında bir fark olmayacak. Sonra bilgi, tarihî şahsiyetiyle var olan faziletiyle ülkesinin ve insanının faydasına sunacak.

ilim, fen, tek başına yeterli değildir. Faziletli ve kendisi olmalıdır insan. 

Bir kuş gibi marifet ve faziletle uçabilir o. Şayet ilmi olur fazileti olmazsa veya fazileti olur ilmi olmazsa uçamaz.

"Mehmet Âkif, Türkiye'de Modernleşme ve Gençlik" 70 yıl sonra Mehmet Akif bilgi şöleninde sunulan bildirilerinden oluşan TYB'nin 30. Mehmet Akif Ersoy Araştırmaları Merkezinin 1. kitabı. Mart 2007

Bu haber toplam 691 defa okunmuştur
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Diğer Haberler
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim