Bismillah dedi adam. Çavuş üzümü sepetlerinin aralarına, düşmeyecek şekilde sekiz tane de sarı kabak yerleştirdi. Üzüm ve kabaktan başka ne var derseniz, Allah ne verdiyse onlar var. Mehmet Efendi’nin su değirmeninde çekilmiş yarım çuvaldan fazlaca mısır unu, birkaç tahta kasada ferik elması, birkaç tahta kasada Mustabey armudu, garabağdan örülmüş bir yarım çitende güdül armudu, meşe fıçıya konmuş beş-altı kilo kamış pekmezi, iki kilo tereyağı, üç kilo şirden mayalı peynir, keten dokuma ince bir çuval içinde, kurutulmuş demetler hâlinde kantaron ve sinir otu, ayrı bir küçük çuvalda on beş demet kadar kuru ısırgan…
Gün doğmamıştı daha. O yüzden havada yoğun bir ozon vardı ve ozon bir dinçlik, zihin açıklığı, neşe ve güç veriyordu adama ve herkese. Bu hâl, gün doğumuyla bitecek, yeryüzündeki ozon atmosfere doğru yükselecekti. Ağıldaki on yedi koyun da uyanıktı ve hepsi ayaktaydı. Adam için bu durum, şaşılacak bir şey değildi. Her sabah, gün doğumundan önce koyunlar hep böyle yaparlardı. Sabah namazından hemen sonra adam onları, tel çitle çevrili bahçeye salardı. Çiğ çoksa eğer koyunlar pek otlamak istemezler, bir köşede topluca bekleşirlerdi.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.