• İstanbul 16 °C
  • Ankara 19 °C

Kim Afganîci? Abdühamîd mi? Âkif mi?

D. Mehmet DOĞAN

Birçok şairi ve yazarı küçük yaşlarda beğenir ve benimsersiniz, gençliğinizde başınızın üstünde tutarsınız... Sonra, tanıdıkça kanaatleriniz sarsılmaya başlar...

Mehmed Âkif'de tam tersidir, şairinize itimadınız büyüdükçe, okudukça, anladıkça artar...

Mehmed Âkif yaşarken ona düşmanlık edenler olduğu gibi vefatından sonra da bir hayli düşmanı oldu. Son senelere kadar onun fikir ve iman arkaplanına düşmanlıklarını bu sembol şahsiyet üzerinden ifade edenler vardı, son yıllarda aynı fikir ve iman arkaplanına sahip oldukları sanılan kesimlerden de bir hayli düşman türedi. Rencide edici olan, sûret-i hakdan görünenlerin insafsız saldırılarıdır. "Eğer Akif düşmanınızsa dostunuz kimdir?"

Âkif müdafaası, bizim için bu müstesna adama haksızlık edildiği noktada şerefli bir vazifedir!

Âkif’e son saldırılar Abdülhamîd üzerinden yapılıyor. Onun Abdülhamîd aleyhindeki mısraları öne çıkarılıyor. Bize göre bu mısralar dikkatle okunursa, Abdülhamîd değil, istibdat aleyhdarlığı olduğu görülecektir, fakat okuyan kim? Okusalar, anlasalar belki de bu haksız isnatlardan vaz geçecekler. Bilmeden saldırmak en iyisi!

Âkif, Abdülhamîd dönemini eleştirdiği noktadan İttihatçıları da en sert şekilde tenkid eder. “Gelenin hatırı için geçmişe kalkıp sövemem” ne demek? “İttihatçıların hatırına Abdülhamîd düşmanlığı yapmam” demek. “Hele haksızlığa ölsem tapamam” denilince kimler kastediliyor?

Bu Adbülhamîd dostu görünenler son büyük Osmanlı padişahının hayatını doğru dürüst okusalar, akılları başlarına gelir. Fakat nerde?

Mesela Mehmed Âkif, bir mason, zındık ve “hatta kâfir” olan Cemaleddin Âfganî’nin yolundan gitmektedir! Bu gözü kapalı saldırganlar, Âkif’in Afganî’yi açıkça eleştirdiği mısraları bile görmezden gelirler. Mehmed Âkif döneminin her türlü fikir hareketinden haberdardır, Afganî’yi de bilir Abduh’u da. Muhammed İkbal’i de tanır Abdürreşid İbrahim’i de. Bunları bilmek ve okumak bunların yolundan gitmek olabilir mi?

Âkif’i bütünüyle Cemaleddin Afganî’ye yamayanlar, neredeyse onun yıllar boyu Afganistanlı mı, İranlı mı, Fars mı Afgan mı veya Azeri mi olduğunun tartışıldığını bilmezden gelirler. Her ne ise, 19. Yüzyılın sonunda doğru veya yanlış işler yapan biridir Cemaleddin Afganî. Doğrusu varsa, sahiplenilir. Yanlışı da kendini bağlar.

Soru şudur: Mehmed Âkif bir kerecik olsun Cemaleddin Afganî ile bir araya gelmiş olabilir mi? Çünkü Afganî ömrünün son yıllarını İstanbul’da geçirmiştir.

Bu sorunun cevabı kesinlikle “hayır!”dır.

Peki aynı soruyu şöyle soralım: Sultan Abdülhamîd “mason, zındık hatta kâfir” Afganî ile görüşmüş, konuşmuş olabilir mi?

Görüşmek ne kelime!

Afganî Abdülhamîd’in ehemmiyet verdiği, danıştığı bir şahsiyettir. İstanbul’a son defa davet eden bizzat Abdülhamîd Han’dır.

Bunun ötesi var: Afganî Sultan Abdülaziz’in de gözdesidir. Bunların tarifiyle iki İslâm halifesi de Afganî’yi davet etmiş, İstanbul’da ağırlamıştır. Abdülaziz dönemindeki ikameti, Darülfünun’daki bir konuşması yüzünden sona erdirilmiştir.

Diyanet İslam Ansiklopedisi’nin ilgili maddesinden aktarıyoruz: “Efgānî konferansında hayatı ve ihtiyaçları bakımından toplumu canlı bir bedene benzetmiş, bu ihtiyaçları karşılayan sanatları bedenin organlarıyla, hikmet ve nübüvveti ise ruh ve canla karşılaştırmış, hikmetin mârifetle elde edildiğini, hakîmin (filozofun) yanılabileceğini, bu sebeple dine aykırı sözlerine uymanın doğru olmadığını, peygamberliğin ise Allah vergisi olduğunu ve onlara uymanın gerekli bulunduğunu söylemişti. Muhalifler, konferansta söylenenlerden yalnızca ‘nübüvvet sanattır’ kısmını almışlar, Hasan Fehmi Efendi bu yüzden Efgānî’yi tekfir etmiş.”

Burada bir hakikat arayışından çok “çıkar çatışması” hissedilmiyor mu?

Bu konuşmadan sonra Afganî’ye yol görünmüştür. Mısır’a gidiyor, Mısır’dan kovuluyor, Hindistan’a gidiyor. Paris’te 1884’de Urevetül vuska’yı çıkarıyor. Bu arada Abdülhamid’i övüyor. Bunun üzerine olmalı ki Cevdet Paşa Abdülhamîd’e, onunla ilgili görüşlerini belirtiyor. Afganî ile bizzat görüşen, konferans metnini okuyan Cevdet Paşa, Padişah’a sunduğu arîzada onun lehinde sözler söylüyor ve olayın yanlış anlamadan kaynaklandığını belirtiyor. Tarihçi Cevdet Paşa’ya mı güveneceğiz zemanenin tarihçi geçinenlerine mi?

İşte bir süre sonra Afganî tekrar İstanbul’dadır! Bu masonu, zındığı, hata kâfiri Mehmed Âkif davet etmiş olmasın? Âkif düşmanlarının ifadelerinden böyle bir sonuca varılabilir. Ya hakikat?

Afganî’yi bizzat davet eden Sultan Abdülhamîd’dir. Londra Sefiri Rüstem Paşa’yı onu İstanbul’a davet etmekle vazifelendirir. İlk davet mâzeret beyan edilerek reddedilir. İkinci daveti kabul eden Afganî İstanbul’a gelir.

Sultan ona çok itibar gösterir. Kendisine Teşvikiye’de bir ev, araba, at verilir ve yüksek bir maaş bağlanır. Bu arada Abdülhamîd’in onu İstanbul’a bağlamak için saraydan bir hanımla evlendirmek istediğini de belirtelim. Bu kabul görmemiştir. Afganî âlimler, edipler, siyasîlerin meclislerine devam eder; çevre edinir. Abdülhamid’in arzusu üzerine İslâm birliği ve Şiî-Sünnî yakınlaşması konusunda rapor hazırlar. Bu maksatla Şiî-Sünnî yakınlaşmasını ve ittihâd-ı İslâm’ı teşvik eden mektuplar yazar ve yazdırır. 600’e ulaşan bu mektuplara 200 kadar cevap gelir.

Hindistan’a ve Afganistan’a yönelik bu tür faaliyetler İngilizler’i rahatsız eder, sultana baskı yaparlar. Fakat Sultan buna rağmen onu yanında tutmaya devam eder. Onun Jön Türkler’le münasebetleri, İran şahının öldürülmesinde parmağının olduğu iddiası, Abdülhamid’in Şiîlik’le itham edilme endişesi, sultanın onunla ilişkisini azaltmasına yol açar. Buna rağmen ülkeden ayrılma isteğini kabul etmez. Diyanet Ansiklopedisi’nde Afganî maddesini yazan Hayreddin Karaman hoca, Fethi Okyar’a dayanarak Sultan Abdülhamid’in hayatının sonuna kadar onu koruduğunu, takdir ettiğini ve kendisini “ictihad sahibi büyük âlim” olarak kabul ettiğini yazmaktadır. Afganî, 9 Mart 1897’de İstanbul’da vefat edince de Padişah, Maçka’da Şeyhler Mezarlığı’na defnedilmesine izin verir.

Meraklılara söyleyelim: Âkif Afganî’nin cenazesinde de bulunmamıştır. İstese de bulunamazdı. Çünkü vazifesi icabı İstanbul’da değildir!

Konuyu bir de şu açıdan anlamaya çalışalım: İslâm halifesi Abdülhamid’in alâka gösterdiği, danışman olarak yanında bulundurduğu bir şahsiyetle ilgili bir Müslüman nasıl olumsuz kanaate sahip olabilir? Âkif, eğer Afganî aleyhdarlığı yapmış olsa idi, Abdülhamîd Han bundan rahatsız olmaz mıydı? Bir mümin İslâm halifesini rahatsız etmek ister mi?

Bu yazı toplam 201 defa okunmuştur.
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim