Devletin organları arasındaki güç dağılımı, her türlü acil durumla yeterince baş edebilecek bir birliği ve anayasal düzeni ifade etmekteydi. Çünkü ne zaman bir dış tehlike bu güçlerin bir araya gelerek tek vücut halinde hareket etmesini gerektirse, bu süreç tüm sınıflar tarafından başarıyla yürütülürken; kamuda ve özel olarak çalışan her birey de elindeki işi başarıyla tamamlamaya odaklanır. Dolayısıyla devletin bu kendine has düzeni, elde edilmek üzere kararlılıkla girişilen her şeyin elde edilmesini kesinleştirir.
İnsanoğlu tarihi süreçte her konuda olduğu gibi yönetişim konusunda da sürekli gelişmeye açık adımlar attı.
Kur’an-ı Kerim’de Yüce Allah, “müminlerin idareleri, aralarında şura iledir” (Şura, 42/38) ve “her konuda onlarla müşavere et” (Al-i İmran, 3/159) ayetlerinin ilk muhatabı ve Elçisi Muhammed Mustafa (s.a.v.) ve Hulefa-i Raşidin (r.anhum) uygulamalarıyla geniş istişare tabanlı bir yönetişime imza atmışlardır.
Bu konuda tarihi süreç içerisindeki adımlardan bahsetmek gerekirse, teorik açıdan Helen, pratik açıdan Roma döneminden bahsedebiliriz.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.