Açıkça söyleyelim, 2014 Türkiye için tam anlamıyla bir kader yılı olacağa benziyor. Meşhur dananın kuyruğu bu sefer kopacak gibi. İç ve dış politika bağlamında yaşanan son gelişmeler bu öngörümüzü fazlasıyla destekliyor.
Bu bağlamda, neredeyse tüm yıla damgasını vuran 2013’ün son 15 gününde yaşananlar, üç aşağı beş yukarı 2014 ağırlıklı olmak üzere önümüzdeki iki yılın neredeyse ana gündemini de belirlemiş gibi.
Yerel seçimlerle başlayıp, cumhurbaşkanlığı seçimleriyle devam edecek ve finali parlamento seçimleri ile gerçekleştirecek olan bu sürecin sadece “seçimler” ile sınırlı kalmayacağı da ortada. Türkiye, yeni bir dünya inşasında süreçte dış dinamiklerin bir kez daha ön plana çıktığı bir “sistemsel seçim”e doğru gidiyor.
Bir diğer ifadeyle, 1838’den bu yana Batı’ya birçok açıdan fazlasıyla bağımlı olan Türkiye, ilişkilerde “dengenin yitirildiği” ve “kulüp ortaklığı” olarak ifade edilen bir süreçte; “eksen kayması” ya da “makas değişikliği” olarak da ifade edilebilecek bir radikal adımı atmaya hazırlanıyor. Verilen sinyaller ve kullanılan söylem bu yönde...
Kavramlar ile başlatılan vuruşma...
Nitekim süreçte ön plana çıkan dört temel kavrama bakıldığında, ne demek istediğim daha net bir şekilde anlaşılacaktır. Nedir mi bu kavramlar? Cevabı çok zor değil... Birçoğunuzun son dönemde sıkça işitmeye başladığı ve okuduğu kavramlar: “Eski Türkiye”, “Yeni Türkiye”, “Milli İrade” ve “Paralel Devlet”.
Türkiye’deki zihin karışıklığının ve yersiz mücadelenin temel söylemleri olarak da kabul edilebilecek bu kavramlar; “hangi”, “kimin” ve “nasıl” ile başlayan sorularla süreci “ucu açık” bir hale getiriyorlar.
Daha somut bir ifadeyle, Türkiye’yi tehlikeli bir yola sokma kapasitesi yüksek olan bu kavramlar, kontrol edilemediği takdirde süreci “sorunlu” ve “zorlu” bir hale getirebilecek “tehlikeli mayınlar” olarak karşımıza çıkıyorlar. Süreçte oynadıkları “meşrulaştırıcı rol” bu açıdan oldukça önemli!
“Tehlikeli hesaplaşma”...
Yeni bir Türkiye inşası sürecinde ortaya konulan tablo, “Devlet-i 'Aliyye” adına gerçekleştirilen son iki yüz yıllık sistem içi mücadele-hesaplaşmaların bir kez daha tezahürü olarak ortaya çıkıyor. “Paralel devlet” tartışmalarının KCK sonrası bir kez daha gündeme getirilmiş olması da, bu açıdan dikkat çekici.
Dolayısıyla, tarihe 17 Aralık olarak geçen ve birçok kesim tarafından “devlet krizi” olarak da adlandırılan bu son iki hafta içinde ortaya çıkan tablo, eğer aklı selim bir kez daha ön plana çıkmaz ise; “içeriye kapanmış”, “dışarıya kapalı” kendi içerisinde “hesaplaşan” bir Türkiye sürecine işaret ediyor.
Bu noktada Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın 25 Aralık’ta AK Parti Genişletilmiş İl Başkanları toplantısında gündeme damgasını vuran şu sözleri oldukça dikkat çekici: “Bu süreç yeni Türkiye’nin İstiklal Savaşı mücadelesidir.” “...Bu kadar önemlidir. Bu süreç Türkiye üzerine hesaplarının olanların hesaplarının bozulacağı süreçtir.”
Dış politika haricimizde!
Peki, tüm bunlar yaşanırken dış politikamız ne durumda? Açıkçası, durum hiç de iç açıcı değil. Öyle görünüyor ki, Türkiye’yi çevrelemeye yönelik proje artık etkisini içeride de göstermeye başlamış durumda. Dolayısıyla dış politikamız da gündemdeki önceliğini kaybetmiş bulunuyor!
Bir diğer ifadeyle, Mayıs 2013 sonrası Mısır ile başlayan ve Türk dış politikasını “yöntem” ve “araçlar” boyutuyla derinden etkileyen gelişmeler, daha önce bu sayfada tespitini yaptığımız yeni bir sürece işaret ediyor. Türkiye, Washington’daki değişikliğe bağlı olarak “Yeni Ortadoğu” ve “Yeni Avrasya Politikası” çerçevesinde yeniden dizayn edilmek isteniliyor.
Nitekim “değerli yalnızlık” olarak adlandırılan yalnızlaşma/yalnızlaştırılma sürecinin aşamalı ve kontrollü bir şekilde “tehlikeli yalnızlığa” dönüş(türül)mesinin sorumlusu olarak “dış mihraklara” yapılan vurgunun altında da bu husus yatıyor.
Türkiye, enerjisini dışa kanalize etmek zorunda!
Bu kapsamda, Ankara’nın dış politikadaki bir takım karşı hamle girişimlerinin şu ana kadar istenilen etkiyi oluşturamamış olması da dikkat çekici. 2013’ün ikinci yarısından itibaren gerçekleştirmeye çalıştığı ve dış politikada eskiye dönüş olarak da adlandırılan revizyon çabalarının karşılık bulamamış olması, fazlasıyla düşündürücü...
Bu da bir kez daha, Türkiye’ye karşı yürütülen operasyonunun asıl hedefini gösteriyor. Buna karşılık, söz konusu operasyona içeriye “yoğunlaşmak” suretiyle cevap vermek ise, açıkçası çok da makul görünmüyor. Dolayısıyla, bir kez daha teşhis ve tedavi sorunu yaşayan bir Türkiye gerçeği ile karşı karşıyayız.
O yüzden işimiz gerçekten çok zor! 2014, bundan dolayı oldukça çetin bir yıl olacağa benziyor...
02.01.2014 Milli Gazete































Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.