17 Aralık’tan bu yana Türkiye’de tam bir “gündem depremi” yaşanıyor. İçeride daha da şiddetlenmesi beklenen bu “hesaplaşma” - “tasfiye” sürecinde ülke adeta diken üstünde. Eğer bir son dakika “sürprizi” gerçekleşmez ise, ucu açık bu “örtülü savaş”ta çok boyutlu bir kırılma kaçınılmaz görünüyor.
“Kavga”nın görünürdeki nedeni her ne kadar iç siyasetteki bir takım sorunlar olarak gösterilse de, derinliği bağlamında çok daha farklı şeyler söyleniyor. Bu kapsamda, özellikle “Gezi Olayları” sonrası yaşanan gelişmeler ve sürecin arkasında küresel bir takım dış odaklara çekilen dikkatler bunun somut birer göstergesi olarak ortaya konuluyor. Washington’da ikna edilemeyen “Yeni Türkiye”nin, “Ankara-İstanbul” hattında bir ikna operasyonuyla karşı karşıya olduğu iddiası bu açıdan önemli.
Burada kilit nokta olarak ise, “Yeni Türkiye” sürecinin stratejik kurumu olan “Halkbank” ön plana çıkartılıyor. Türkiye’nin son dönem dış politikasında önemli operasyonların yürütülmesinde aracılık ettiği iddia edilen “Halkbank” üzerinden Türkiye-İran ilişkilerinin gündeme getirilmesi de bundan dolayı önemli. Nitekim basında yer alan değerlendirmelerde “operasyonun merkezinde ‘altıncılar’ var” ifadesi oldukça dikkat çekici. Altınlar da İran demek...
AIPAC’in hedefindeki banka...
Halkbank’ın ABD yönetimini ve İsrail’i rahatsız ettiği bir sır değil. Hatta 17 Aralık ile gündeme gelen bir mevzu da değil. Son 9 aylık dönem içerisinde Türk-Amerikan ilişkilerine etki eden bazı lobi ve düşünce merkezi faaliyetlerinde çok açık bir şekilde görülebilir.
Örneğin, İsrail lobisi AIPAC’in ABD Kongresi’nin Temsilciler Meclisi kanadında başlattığı kampanya bunun en somutları arasında yer alıyor. Dışişleri Bakanı Kerry ve Hazine Bakanı Lew’a gönderilen mektupta 47 milletvekili İran’la ticarete aracılık ettiği gerekçesiyle Halkbank’ı suçlamaktaydı. Vekiller bakanlardan “Sizden Halkbank’ın İran’a altın transfer edilmesindeki işlemlerini ele almanızı istiyoruz” talebinde bulunmaktaydılar.
Türkiye’nin genişleyen ekonomisine ve bu bağlamda gittikçe büyüyen bir şekilde doğalgaz ve petrol ihtiyaçlarına dikkatlerin çekilen bu mektup Tolga Tanış tarafından gündeme getirilmişti.
21 Nisan’daki yazısında Tanış mektupta geçen şu ifadelere yer vermekteydi: “Mart 2012’de Türkiye, İran’dan alımlarını yüzde 10-20 oranında azaltacağını açıkladı ve böylece 11 Haziran 2012’de, 7 Aralık 2012’de ilave alım azaltmasıyla yenilenen bir yaptırım istisnası edindi. Ancak anlıyoruz ki, Türkiye İran’dan petrol ve doğalgaz alımını azaltırken, devlet bankası Halkbank, yaptırımların aşılması için kullanılıyor. İran’ın uluslararası yaptırımları delmek için beş yurtdışı bürosu ve Tahran’da da bir temsilciliği olan Halkbank’a yatırdığı mevduat üzerinden altını kullandığı yönündeki endişenizde size katılıyoruz.”
“Washington Ankara’ya farklı bir yaklaşım göstereli”...
Bir diğer önemli gelişme ise Ekim ayında yaşandı. ABD düşünce kuruluşu Bipartisan Policy Center tarafından yayımlanan Morton Abramowitz ve Eric Edelman imzalı “Söylemden Gerçekliğe: ABD’nin Politikasını Yeniden Çerçevelemek” başlıklı raporda yer alan şu ifadeler oldukça dikkat çekiciydi: “...Washington’un Ankara’ya farklı bir yaklaşım göstermesi gerektiğine inanıyoruz. Amerikan politikacıları bu değişikliklerin ve Türkiye’nin şu anda karşı karşıya bulunduğu güçlüklerle, bunların büyük ABD-Türkiye işbirliği üzerindeki etkisinin farkına varmalı.”
Bu tavsiyeden yaklaşık iki ay sonra Henri Barkey “farklı yaklaşıma” netlik kazandıran şu değerlendirmeyi yaptı: “Amerika Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın söylemlerinden rahatsız... Adalet ve Kalkınma Partisi yaklaşan yerel seçimlerde İstanbul ve Ankara gibi şehirleri kaybedebilir, ancak yine de bu durum Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığının yolunu tıkamaz ve eğer isterse Abdullah Gül partinin başına geçerek başbakan olabilir.”
“İmparatorluğun çöküşü”...
Her ne kadar ABD Büyükelçiliği tarafından yalanlansa da, Büyükelçi Francis Ricciardone’ye atfedilen şu ifade çok önemli: “Halkbank konusunda defalarca uyardık dinlemediler. Şimdi bir imparatorluğun çöküşünü izleyeceksiniz.”
Sürece adeta son noktayı koyan bu “dedikodu”, hiç kuşkusuz Başbakan Erdoğan’ı fazlasıyla kızdırdı ve: “Büyükelçiler bazı provokatif hareketler içine giriyorlar. Onlara sesleniyoruz: işinizi yapın. Biz sizi ülkemizde tutmaya mecbur değiliz.” uyarısını yapmaya yöneltti.
Türkiye’nin içişlerine karışmak olarak da adlandırılan bu gelişme önümüzdeki süreçte daha çok konuşulacağa benziyor. Ama unutmayalım ki, bu bir ilk değildi ve son olacağa da benzemiyor. Örneğin, hatırlatmak gerekirse; Washington Institute’da Haziran 2013’te gerçekleştirilen bir panelde konuşan ABD’nin eski Ankara Büyükelçisi Jeffrey aynen şu sözleri sarf etmekteydi: “Türkiye’nin yaklaşımı daha çok ‘İç işlerimize nasıl karışma cüreti gösterirsiniz’ şeklinde. Evet, gösteririz çünkü siz bu kulübün bir üyesisiniz.”
Dolayısıyla, Ankara’nın işi bu sefer gerçekten çok zor...
23.12.2013 Milli Gazete































Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.