Nitekim Ankara, bir süredir uyarılar üzerinden adeta diken üstünde. Ve her şeye rağmen diğer yanağını dönmesi istenen bir “taraf” konumunda. Ki, bu husus asimetrik tehdit ve mücadele anlayışıyla taban tabana zıt!
Kuşkusuz, bu durum alana da çok boyutlu bir şekilde yansıyor. Asıl korku ya da endişe, bu çağrıların çok daha büyük ve etkili bir provokasyona zemin hazırlaması ve hatta bunun için geç bile kalınmış olması. Bölge Kürtlüğünün “eylem” ve “söylem” bazında kendisini hissettiren ağırlığı ve “çelişkiler” üzerine oturtulmuş stratejisi, bunun somut bir göstergesi olarak değerlendiriliyor.
O yüzden ortada ciddi bir “güven sorununun” inşa edildiğine hep birlikte şahit oluyoruz ki, bu husus Türkiye’nin son yıllarda uygulamaya koyduğu yeni Kürt politikasının geleceği açısından da büyük bir risk anlamına geliyor; eğer ortada bir danışıklı dövüş yok ise...
Aksi takdirde bu gelişmeler ortada ciddi ve bir o kadar da tehlikeli bir oyunun-projenin varlığına dikkatleri çekiyor. O yüzden, özellikle son 9 aylık dönemde yaşanan gelişmeleri ve verilen mesajları dikkatlice okumakta fayda var.
Öncelikle 27 Nisan 2013’e, Irak’ın kuzeyindeki Duhok şehrine gidelim ve IBKY Başkanı Mesut Barzani’nin 3. Gençlik Konferansı”na gönderdiği mesaja bakalım. “Kürdistan”ın tüm parçalarının katılacağı ulusal bir kongre için koşulların her zamankinden daha uygun olduğunu açıklayan Barzani aynen şöyle diyordu: “Kürtlerin büyük adımlar atacağı ve aydınlık bir yarının Kürtleri beklediğine olan umudun her zamankinden daha yüksek olduğunu size bildirmeyi bir gereklilik olarak görüyorum. 21.yüzyıl Kürtlerin yüzyılıdır. Gençlerin görevleri ağırlaşıyor ve en iyi şekilde ülkemize hizmet etmek için hazır olmanız gerekiyor.”
Murat Karayılan ise 8 Mayıs’ta geri çekilmenin başlayacağını ilan ettiği açıklamasında, “Ortadoğu’da ve ülkemizde önemli tarihsel gelişmelerin yaşandığı bu süreçte tüm parçalar arasında milli dayanışma ve barış için ulusal bir platform oluşturmaya, Hewlêr’de 'Birlik, Dayanışma ve Barış Konferansı’nı örgütlemeye ve katılmaya çağırıyoruz” ifadelerini kullanıyordu.
30 Ekim’de Washington’da gerçekleştirilen “Yeni Ortadoğu’da Kürtlerin Rolü” başlıklı konferansta ise BDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş “Kendi ülkemiz de dahil her yerde, ülkeleri bölüp parçalayıp yeni sınırlar çizmeden özgürlüğümüzü ve statümüzü kazanarak çözümü sağlayabiliriz” mesajını veriyordu.
Çözüm sürecinin artık “proje” aşamasına geçmesini ve gözlemci olarak “üçüncü taraf”lara açılmasını da isteyen Demirtaş, ABD’li yetkililere Kürtlerin “Yeni Ortadoğu”da önemli rol oynayabileceği ve “Kürtleri doğrudan destekleyen ve muhatap alan” bir politika izlemeleri çağrısını da yapmaktaydı.
Fakat diğer taraftan 21 Mart’ta Öcalan çok daha farklı bir mesaj vermekte, ana hatlarıyla şöyle demekteydi: 1. “Ortak geçmişimizin ortaya koyduğu gerçek, ortak geleceğimizi de birlikte kurmamız gerektiğidir.” (Yani, “Yeni Ortadoğu” ve “Yeni Türkiye” sürecinde “Türk-Kürt ittifakı”); 2. “...Misak-ı Milli çerçevesinde, Türklerin ve Kürtlerin öncülüğünde gerçekleşen Kurtuluş Savaşı’nın derinleşmiş bir türevini yaşıyoruz.” (Genişletilmiş Misak-ı Milli hedefi); 3. “ Batılı emperyalist müdahaleler baskıcı anlayışlar, Arabı, Türkü, Kürdü... Toplulukları sanal sınırlara, suni problemlere gark etmeye çalışmıştır. ..Bizi bölmek ve çatıştırmak isteyenlere karşı bütünleşeceğiz. Ayrıştırmak isteyenlere karşı inat birleşeceğiz.” (Emperyalizmin oyununa gelmemek).
O zaman burada şunu sormak lazım: Karşımızda gerçekte “hangi, nasıl, kimin ve kime karşı olan bir “Kürdistan” var?
Temel soru ve sorun da zaten burada. Buna sağlıklı bir izahat getirilemedikçe, süreç her türlü provokasyona açık olmaya devam edecektir. O yüzden “eylem” ve “söylem” bütünlüğü oldukça önemli. Bunun için de “Derbent Ruhu”nu bu sürece hakim kılmak gerekiyor. Aksi takdirde, 21. yüzyıl başkalarının yüzyılı olmaya devam edecektir!
12.12.2013 Milli Gazete































Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.