Dış görünüşün ehemmiyeti nedir? Toplumun isteğine göre davranmak mümkün müdür? Değilse toplumun dışlamasına nasıl göğüs gerilecektir?
Abdülhak Şinasi Hisar, 1887-1963 tarihleri arasında yaşamış, ‘Cumhuriyet Dönemi Türk Edebiyatı’ temsilcilerinden olmasına rağmen dil ve üslûp olarak, ‘Meşrutiyet Dönemi Türk Edebiyatı’ anlayışını benimsemiş önemli yazarlarımızdandır. Yukarı paragraftaki girizgâh, onun ilk defa 1941 yılında yayımlanan, ‘Fahim Bey ve Biz’ adlı romanından çıkardığımız sorulardan sadece birkaçıdır. Bununla birlikte bu romanın salt soru sormak için yazıldığı da söylense yeridir. Bu yönüyle, çoğunlukla felsefi bir havanın hâkim olduğu görülen, ‘Fahim Bey ve Biz’ yazarın aynı zamanda bir muhasebe kitabıdır da diyebiliriz. Tabi sadece onun değil hepimizin bir muhasebesidir bu.
1941 yılında yayımlanmış bir roman olması ve üzerinden yaklaşık seksen yıl geçmiş olması, sadece bu haliyle onu bir geçmiş zaman muhasebesi yapmıyor tabi. ‘Fahim Bey ve Biz’ bugüne de hitap ediyor, muhasebe alanına bizi de katıyor ve belki de başarısını tam da buradan alıyor. Çünkü o bir kere, insan ruhunu kavrıyor ve ruhu milattan önce de olsa sonra da olsa sonunda insan ruhu olan her zamandaki insana hitap ediyor.
‘Fahim Bey ve Biz’ ismi verilmeyen bir roman kahramanının, ben anlatıcının dostu olan Fahim Bey’in ölüm ilanını görmesiyle başlar. Fahim Bey, aslında ben anlatıcının babasının dostudur ve kendisinden yaşça da büyüktür. Ezcümle bu ölüm ilanı, kahramanımızı derin bir hüzne sevk eder ve Fahim Bey ismi, bir anda hatıraları ile onun gözünde bir bir canlanmaya başlar. Buradan itibaren kahramanımız biraz geri plana çıkarak, Fahim Bey’i, bir anda romanın asıl kahramanı yapar ve onu, ona dair olanları anlatmaya başlar. Bu yöntemin asıl mimarı ise tabi ki yazarın kendisinden başkası değildir.
‘Bir Ölüm Haberi’ başlığı ile yola çıkıp, ‘Fahim Bey’e Hitaplar ve Sualler’ başlığı ile bir sona ulaşan roman, yirmi iki başlık altında bize, Fahim Bey’i ve çevresindekileri anlatıyor. Daha önce de değindiğimiz gibi romana felsefi bir hava hâkim olduğundan, okurken yazar tarafından özel olarak sınırları çizilmiş bir dizi sorgulamayla karşı karşıya kalıyoruz. İnsan, hayat, zaman, ölüm temalarıyla bir anda muhayyilemiz örülüyor ve Fahim Bey’in hayatı üzerinden bir muhasebe alanına giriyoruz. Fahim Bey’in ömrü üzerine kurulu bu muhasebe ise şaşırtıcı bir şekilde bir anda bizim muhasebemize dönüşüveriyor. Biz de satırlar üzerinde gezinirken bir yolculuğa çıkıyor, adeta hayalin ve gerçeğin kıyılarında dolaşıyoruz. Bazen de bu ikisi arasında, Fahim Bey gibi arafta kalıyoruz tabi.
Fahim Bey; mülayim, gerçek dünyadan ayrı ve kendi hayal dünyasında mukim, hayata bakış açısı çevresindeki tüm insanlardan farklı, yarı uykuda yarı sonsuz bir hesap içinde, içsel ve derin bir kişiliktir. O, diğerleri gibi hayat için adeta bir savaş vermez. Mücadelesi kendi içerisinde, kendine has hayal dünyasındadır. Böyle olmakla birlikte diğerlerinin görece başarılı olduğu maddi âlemde o, başarısız ve sade bir karakterdir. En azından çevresi tarafından böyle görülmektedir. Ancak o da sonuçta bir insan olarak hayata bir yerinden eklemlenmek isteğini bir hırs gibi duymasa da bir arzu olarak içinde hissetmektedir. O da başarılı olmak istemektedir. Fakat yöntemi diğerlerinden farklıdır. O, bunun için diğerleri gibi maddi âlemde her türlü yolu denemek yerine, kendi hayal dünyasında ve bir takım kurgularla bir gün başarılı olmayı arzu etmektedir. Bir nevi bir mucize beklemektedir. Fahim Bey, yazarın da deyimiyle mağlup bir muzaffer adamdır. Çünkü o hayatta ne tipik yöntemleri kullanır ne de diğerleri gibi tipik bir karakter olarak yaşar. O, aykırı bir adamdır. O, diğerleriyle görece çatışan biridir. Yine yazarın deyimiyle; belki tembellik, belki muhabbetsizlik, belki beceriksizlik, belki de talihsizlik dolayısıyla diğerleri gibi hayata tutunamaz ve bir türlü de muvaffak olamaz Fahim Bey.
Fahim Bey, zamanla değişen, gelişen ama sonunda yine aynı kalan bir adamdır. O, bir mucize bekler, diğerleri gibi olamaz, mukadderatını bir ulvi dokunuşa hasreder. Bir rüyanın içerisinde yaşar ve yine bu rüyasından medet umar. Kötüye ve kötülere karşı görme yetisini kaybeder ve böylece bir anlamda ruhun sükûnetini muhafaza etmeyi başarır. Ama bu haliyle kendi eşine dahi anormal görünmekten kurtulamaz. Herkes onu ve davranışlarını eleştirir. Bazen de sözlerini bir ok gibi bu mülayim adama saplayıverirler. Aslında kendi davranışlarını normal gördükleri ve kötülüklerine kılıf aradıkları için anormalliklerini de ona yükler ve suçlarını ancak bu şekilde hafifletmeye çalışırlar. Onlara göre artık bir günah keçisidir Fahim Bey. Böylece çevresindeki bazı kişiler, riayet etmedikleri ahlâk kaideleri sonucu hissettikleri suçluluk duygularını bu günah keçisini itham etmekle geçiştirirler.
‘Fahim Bey ve Biz’ biraz deneme havasında, biraz geçmişi, biraz şimdiyi, biraz da geleceği anlatan bir romandır. Çünkü o hangi devirde yazılmış olursa olsun; sonuçta insanı ve insanlığı anlatan bir eserdir. Muhtevasıyla felsefe yüklü bu roman; şükretmenin, sükûnet bulmanın, hayal kırıklığının, hayatta başarı ve başarısızlığın, dış görünüşün ve iç huzurun kelimelerle çizilmiş bir resmidir aynı zamanda. Bu roman, aynı mayayı tutturmaya çalışanlara ve bir kalıba dökülmeye çalışanlara karşı bir istihza halidir. Başkalarının felaketine sevinenlere, hep kendi saadetini düşünenlere ise karşı bir duruştur. Mevki ve makam sevdasına, dış görünüşün aldatıcılığına, yargısız infaza adeta saplanan bir oktur. Bu, insan davranışlarının sebebi âlisini anlamak bakımından bir kalem başarısıdır. Bu, herkesin aksine, ‘...hadisesiz, muvaffakiyetsiz, bomboş, bir nevi müphem hayal ve intizarla geçen hayatı...’ ile Fahim Bey’in zahiri hayatıdır. Fakat aynı zamanda onun ardında bir dev gibi yatan bâtıni hayatıdır. Kısaca hepimizle konuşan, bize bir daha her şeyi düşünme imkânı sunan bir hayatın muhasebesi veyahut hayatlarımızın derin bir muhasebesidir.
Mehmet Ali ÇELİK
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.