• İstanbul 18 °C
  • Ankara 22 °C

Mehmed Âkif, “Çanakkale Şehîdlerine” ve “İstiklâl Marşı”

Mehmed Âkif, “Çanakkale Şehîdlerine” ve “İstiklâl Marşı”
İnsicam Derginin ilk sayısında D. Mehmet Doğan'ın söyleşisine yer verildi.

- Sizce merhûm Mehmed Âkif’in mütefekkir, şair, dava adamı gibi özelliklerinden hangisi ön plana çıkmaktadır?

- Aslında bütün bir şahsiyetten, şahsiyet bütünlüğü olan bir insandan söz ediyoruz. Unsurlardan biri olmazsa, eksik tarif edilecek bir şahsiyet bütünlüğüne sahip Mehmed Âkif.

Böyle bir ön plana çıkmayı/çıkarmayı dikkate almadan Âkif’in önce şairliği üzerinde durabiliriz. Âkif şairliği üzerinden mütefekkirdir, şiiri tefekkür şiiridir. Şiir kabiliyeti yüksek, deha çapında. Saf şiire yönelse, Fuzulî ile, Galip’le, Haşim’le aynı zümrede sayılacak. Belki de bunların en önüne geçecek. Fakat kendi tabiriyle, gül devrinde yaşamadığı için bülbül olamamış. 19. Yüzyılın sonunda ülkesinin, milletinin, âlem-i islâmın vaziyeti onun diliyle şöyle anlatılabilir:

Gitme ey yolcu, beraber oturup ağlaşalım

Elemim bir yüreğin kârı değil, paylaşalım.

Ne yapıp ye’simi kahreyleyeyim, bilmem ki?

Öyle dehşetli muhîtimde dönen mâtem ki!..

Ah! Karşımda vatan nâmına bir kabristan

Yatıyor şimdi... Nasıl yerlere geçmez insan?

Mehmet Âkif böyle bir zamanda çaresizliğin çaresini arayan adamdır. Bu arayış onu bir kimlik şairi yapmıştır. Batı karşısında, modern zamanlarda kendisi olarak, kimliğini kaybetmeden var olmak isteyen güçlü bir karakter. Batı “medeniyeti”ne tam mânasıyla teslimiyetten başka çare kalmadığı düşüncesindeki okur yazarların, hadi “aydınların” diyelim, ekseriyette olduğu bir zamanda, çoğunluğun aksine bir tavır takınarak bunu sonuna kadar savunan güçlü bir karakter. Bir “karakter heykeli”.

Mütefekkirlik şairliğe karşıdır. Düşünce ile şiir imtizaç etmez. Fakat Âkif şiiri fikir için yazar, düşüncesini, daha ötesi inancını kitlelere aktarmak için şiir vasıtadır. Dava da budur! Davası olduğu için, fikrini kitlelerle paylaşmak istediği için şairdir. Velhasıl birbirinden ayrılmaz üç hususiyetin bütünü Mehmed Âkif’dir.

- Âkif’in şiirleri söz konusu olduğunda öne çıkanlardan biri de Âsım’da yer alan Çanakkale Şehidleri’ni anlattığı bölümdür. Bu şiir, diğer şiirlerinin yanında nasıl bir yerde durmaktadır?

- Âkif’in şiir anlayışı anlatılırken, en başta “sözüm odun gibi olsun, hakikat olsun tek” mısraı hatıra gelir.

Hayır, hayâl ile yoktur benim alışverişim;

İnan ki; her ne demişsem görüp de söylemişim.

Şudur cihanda benim en beğendiğim meslek:

Sözüm odun gibi olsun; hakikat olsun tek!

Mehmed Âkif ne kadar veya nereye kadar bu mısralarla tarif ettiği şairdir?

Büyük ölçüde Âkif bu mısraların mazmununa bağlı kalarak şiirlerini yazmıştır. Gerçekçidir, sözünü doğrudan söyler, tebliğ eder. Bazan o gerçekçilik saf şiir sevenleri rahatsız edecek noktalara kadar varır.

Edebiyat eseri, şiir, hakikati dahi tahayyülî olarak ifade eder. Edebî eserin gerçeği, hayâl edilmiş hakikattir. Hakikatin hayâlle, buna sanatla da diyebiliriz, anlatılması sıradan gerçeklerin ötesine geçen bir ifade kudretine ulaşabilir. Bazen hakikat en güçlü şekilde anlatılmak için hayale muhtaçtır. Gerçek şiir böyle bir ifade kudretine sahiptir. Âkif, manzumede kalmak istese de zaman zaman kendi tarifinin üstüne yükselerek söyler şiirini. Çanakkale Şehidlerine şiiri işte bu tarz şiirlerin en yüksek mertebesindedir. Âkif, bir an gelir ki, şiirinin bu yüksekliğinin sırrını saklayamaz: “Ruhumun vahyini duysam de geçirsem taşına!” der.

Kâbe’nin mezar taşı olduğu bir şehid kabrinden söz etmektedir. Bu onun ölçülerini zorladığı bir andır. Kâbe mezar taşı olacaksa, sıradan sözler onun üzerine yazılamaz. Ancak şairin heyecan kasırgasına kapılarak zaptedilmez bir coşkunluk hissiyle “ruhunun vahyini duyarak” söylediği mısralar kazınabilir. İşte bu Çanakkale Şehidlerine şiiridir!

Hilâl uğruna batan güneşler, kanı tevhidi kurtaran şehidler, Bedr’in arslanlarına benzetilirler. Şehide dar gelmeyecek mezarı kim kazabilir? O tarihe bile sığmaz. Onu ancak sonsuzluklar içine alabilir. O kabrin üstünü ancak gök kubbe örtülebilir, böylece şehidin kabri yeryüzü olur, mor bulutlar türbesinin tavanı olur. Yedi kandilli Süreyya onun avizesidir. Mehtab ta fecre kadar türbedarı gibi bekletilir, gündüzün fecr ile avizesi doldurulur, tüllenen mağrib yarasına sarılır…Ve bütün olağanüstülükler sayıldıktan sonra en son noktaya gelinir: Onun kabri toprakta olamaz, Peygamber onu kucağını açmış beklemektedir, tabii ki cennette!

Bu coşkunluk, bu yüksek dozlu lirizm Âkif için aşırıya gitmektir. Mehmed Âkif Bu şiiri yazmıştır, ama yayınlamaktan uzun süre imtina etmiştir. Şiirin 1915’te, Arabistan seyahatinden dönerken, El Muazzam adlı küçük bir istasyon binasında zafer haberi alındıktan sonra gözyaşları içinde yazıldığı iddiası hayli kuvvetlidir. Âkif bu muazzam şiiri 9 sene yayınlamaz. Öyle anlaşılıyor ki, bu saklanmayacak büyüklükteki şaheserini hiç kimseye de göstermez. Bir şairin bütün ölçüleri altüst eden bir şiirini bu kadar uzun süre herkesten saklaması zordan da öte bir şeydir. Nihayet 1924 yılının temmuzunda Sebilürreşad’da “Âsım’dan bir parça” başlığı altında uzunca bir bölüm içinde yayınlar ve zaten bir ay sonra da Âsım kitabı çıkar. Böylece onu bir muhteva içinde değerlendirir. Müstakil olarak yayınlasa idi, çok daha fazla dikkat çekecekken, bunu bilerek yapmaz.

Evet Âkif, Çanakkale’yi görmemiştir. O Arabistan vazifesinde iken Harbiye Nezareti şairleri, yazarları toplar Çanakkale cephesine gönderir. Savaş devam etmektedir, edebî heyetteki şairler yazarlar barut kokularını, kan kokularını ve savaşın havasını hissederek İstanbul’a dönerler. Bu heyetle Çanakkale’ye giden edipler bir hayli şey yazarlar. Bugün onların yazdıklarını değil de Çanakkale cephesinden binlerce kilometre uzakta şiirini yazan Âkif’in Çanakkale Şehidlerine şiiri bize bu harbin hakikatini hissettiriyor. Âkif Çanakkale’yi maddi gözleri ile görmemiştir, fakat aynel yakin görmüştür. Çanakkale şehidlerine şiiri o yüzden de büyük şiirdir.

- Merhûm şairimiz hakkında “Camideki Şair Mehmed Âkif”, “İslâm Şairi İstiklâl Şairi Mehmed Âkif” ve “Mehmet Âkif: Çanakkaleden Sakaryaya” üç değişik kitap yazdınız. Sizin gibi Âkif hakkında üç kitap yazan başka biri galiba yok. Sizi böyle üç ayrı kitap yazmaya iten sebep nedir? Bu kitapları, şaire dâir yazılan kitaplardan ayıran özellikler hakkında neler söylersiniz?

- 1970’li yıllardan beri Âkif’le hemhal oluyoruz. Eserini okuyoruz, hayatını öğrenmeye çalışıyoruz. Düşüncesini çözümlemek ve mücadelesini anlamak için gayret sarfediyoruz. Bunun bir şairi tanımanın ötesinde bir anlamı olduğundan şüphe yok. Âkif’i tanımak yakın tarihimizi bilmek yönünde zorlu bir cehd aslında. Onu tanımakla kendimizi tanımak yolunda adımlar atıyorsunuz. Birçok şairi yazarı, okursunuz, araştırırsınız, tanırsınız. Bu bir yerde biter. Âkif bitmez, tükenmez! Bildikçe, tanıdıkça daha derinlemesine tanımak arzusu uyanır. Aslında Âkif’le ilgili olarak oturup, belli bir zaman ayırarak kitap yazmış değiliz. Muhtelif zamanlarda, muhtelif vesilelerle yazdığımız yazıları bir araya getirerek ilk kitabımızı meydana getirdik. Aynı şekilde tanıma cehdinin ikinci, üçüncü verimleri de ortaya çıktı. Üç kitap kâfi mi? Ömrümüz oldukça, gücümüz yettikçe Âkif’le ilgili yazmaya devam edeceğiz.

 

Bu haber toplam 649 defa okunmuştur
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Diğer Haberler
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim