• İstanbul 16 °C
  • Ankara 21 °C

Mehmed Âkif ve sonuçsuz kalan Kur’an tercümesi tecrübesi!

D. Mehmet DOĞAN

(Yeni bir “Meal”e ihtiyaç var mı?-3)

“Meal”in yakın tarihi: Keyfiyetten kemiyete/nitelikten niceliğe

“Cumhuriyet’ten itibaren Kur’an-ı Kerim’in türkçe tercüme faaliyetlerinde keyfiyetten çok kemiyet planında fark edilir bir artış dikkati çekmektedir”[1] diyen Osman Cilacı 21 mealin künyesini veriyor. Cemil Said’in Kur’an-ı Kerim tercümesi (1925-1928) ile başlıyor, sonuncusu Muhammed Hamîdullah’tan çevrilen Aziz Kur’an (2000).

Arada, doğrudan asıl metinden olmayan tercümeler de var: Ebulûla Mevdudi’nin Tefhimü’l-Kur’an’ının tercümesi (1987, 8 C.) ve Muhammed Esed’den Kur’an Mesajı (1999, 3 C.) Osman Cilacı, Mehmet Âkif’den ve 5 Kur’an mealinden örnekler veriyor. “Sadelik ve anlaşılırlık yönünden en güzel meal Âkif’in kaleminden çıkandır” diyor.[i][2] Müzakere kısmında da, Mehmet Âkif’in dilinin yaşayan dil olduğu kanaatini ifade ediyor.

Tercümenin tercümesi yahut mealin meali

Mevzumuz tercüme; Kur’an tercümesi. Bu sahada, tercüme değil, “meal” kelimesini kullanma hassasiyeti yerleşmiş durumda. Kur’an’ın aslî lisanından yapılan tercümeler yanında, tercümesinden tercüme şeklinde eserler de var. Acıkça kimliği belli bir eserden yapılan tercümeler var, bir de tercümeye esas alınan metnin belirtilmediği tercümeler/ mealler var. Tercümeden tercüme meal, Türkiye’de işin nasıl muhtevasının değiştiğini gösteriyor.

Meal ve “asrın idraki”

Müslüman zihni, dünyanın birikimini döneminde veya dönem öncesi olsun dikkatten uzak tutmamıştır. Antik felsefe ile tanışmaktan kaçınmamış, o birikimi bilen bir zihinle yoluna devam etmiştir. Sonraki yüzyıllarda bu geniş kavrayış sürdürülememiştir. Dış dünyada olup bitenleri görmezden gelerek, kendi kabuğunu çekilerek var olmak, selefilik veya vahhabilik olarak tezahür etmiş, buna karşılık batıyla yüzyıllardır temas halinde olan Osmanlı zihni dünya kavrayışını yeniden inşayı gerekli görmüştür.

Mehmed Âkif Mevlâna’nın pergel mecazında ifade ettiği tarzda bir ayağını sağlam bir zemine yerleştirerek diğer ayağı ile arayışa giren bir fikir önderidir. Onun düşüncesinde, Kur’an merkezî bir yer işgal eder. Âkif, Kur’an-ı Kerim’in Müslümanın hayatını tanzim eden mevkiinden uzaklaştırılarak mezarlıkta okunan bir kitap haline getirilmesinden yakınır:

Ya açar Nazm-ı Celîl’in, bakarız yaprağına;

Yâhud üfler geçeriz bir ölünün toprağına.

İnmemiştir hele Kur’ân, bunu hakkıyle bilin,

Ne mezarlıkta okunmak ne de fal bakmak için!

Kur’an’ın hayatımıza dönüşünün nasıl mümkün olabileceğini Âkif, Âsım kitabında temellendirmeye çalışır. Önce medresenin “çoktan yürüdüğünü”, yani bittiğini, tesirini kaybettiğini; İbnü'r-Rüşd, İbn-i Sîna, Gazâlî, Seyyid, Râzî gibi âlim ve mütefekkirlerin geride kaldığını belirtir. On şerhe bakıp, bir kuru ma’nâ çıkarıldığını, yedi yüz yıllık eserlerle bu dinin ihtiyacını telafi etmenin kabil olmadığını söyler. Zamanın şartlarına bağlı olarak ortaya konulan eserlerin ötesine geçmek, geçmiş bilgileri de taşıyan bugünkü birikimimizle konuya yaklaşmak gerekmektedir. Âkif işte bu heyecanla konuşur:

Doğrudan doğruya Kur’an’dan alıp ilhâmı,
Asrın idrâkine söyletmeliyiz İslâm'ı.

Tabiî doğrudan doğruya Kur’an’dan ilham almak öncelikle yüzyıllardır çözülememiş ictihad meselesini önümüze getirmektedir. İçtihadın zorlukları çok tekrarlanmıştır. Âkif de bu zorluklardan bahseder, fakat yine de “ilham” alarak da olsa, Kur’an’ın hayatımızın düzenleyicisi olması fikrini savunur. 

İkinci mısra, yani İslâm’ın asrın idrakine söyletilmesi de aynı şekilde farklı tepkilere yol açmıştır. Fakat bundan sonra gelen mısra, bu iki parlak mısraın gölgesinde kalmıştır:

Kuru da’vâ ile olmaz bu, fakat ilm ister.

Bu mısra ihmal edilerek, hatta tek başına mısralardan biri okunarak yanlışa düşmek kaçınılmazdır.

Mealden ahkâm çıkarmak!

Birinci mısra, yani doğrudan doğruya Kur’an’dan ilham almak, 1960’ların islâmcı radikalizminden bir cüz olan “mealcilik”te Kur’an’ı mealine söyletmeliye indirgenmiştir. Mealden ahkâm çıkarmak hatasına düşülmüştür.

Âkif’in Cumhuriyet’in başlangıç döneminde Kur’an tercümesi-meali hazırlama işini üstlenmesi, konunun zorluklarını anlamamıza yardımcı olabilir. Âkif’in mealinin Diyanet’e teslim edilen ilk tecrübe kısmındaki anlamlandırmaların, daha önce yine Âkif tarafından farklı şekillerde yapılması dikkat çekicidir. Âkif’in mealinin son hali günümüze ulaşsa idi, muhtemelen ilk denemelerde verilen anlamların da değişikliğe uğradığını görecektik. Bu sebeple, günümüzde sayıları dört yüze ulaşmış, belki de geçmiş meallerden birine bakarak, ahkâm kesmek bizi sağlıklı bir noktaya ulaştırmaz.

İkinci mısra da bazılarınca “İslâmı asra uydurmak!” şeklinde anlaşılmak/ anlatılmak istenmiştir.

Mehmed Âkif, sadece Kur’an’ı çok okuyan, ezberleyen bir mümin değildir; esasen böyleleri çoktur. Âkif, Kur’an’ın hakikatini anlamaya ve anlatmaya çalışan bir noktada durmaktadır. Şiirlerinde ortaya koyduğu düşünce dünyası, Kur’an merkezlidir. Bu yüzden doğrudan veya dolaylı olarak Kur’an’a atıfları çokdur. Bazı mısraları, beyitleri Kur’an âyetlerinin şiir olarak meali-ifadesi şeklindedir. Yazılarında çoğu defa Kur’an âyetlerinin tefsirinden hareketle görüşlerini geliştirir.

1912’de İstanbul’un selâtin camilerinde başlayıp 1922’ye kadar cami kürsülerinden verdiği vaazlarda, âyet meallerine, tefsirlerine çok sık rastlanır. Âkif’in, yaptığı işin gereği olarak serbest bir tefsir tarzını benimsediği söylenebilir. Onun yaptığı esas olarak lafzî (literal) tahliller şeklinde değildir, özle, ruhla ilgilidir. Âkif, lafzî tahlillerin öneminin farkındadır, fakat bu zaten yapılagelmektedir. Onun esas gayesi, Kur'an’ın mesajını en etkili şekilde gününün insanına ulaştırmaktır. Âyetin hedeflediğini beyan etmek veya varmak istediği sonuca işaret etmek şeklinde bir yorumlama tarzı geliştirir. Zıddını söyleyerek yokluğu halinde karşılaşılacak sonucu ortaya koymak yolunu seçtiği de olur. Esasen bütün bu tarzlar, tefsir kavramının kapsamı içindedir. Âkif örneklerini gerçeklik üzerinden verir, böylece Kur’an’ın, nâzil olduğu devrin olaylarını izah ettiği gibi, günümüzde olup bitenler konusunda da kılavuzumuz olduğunu gösterir.

Âkif, ilim kavramını konunun merkezine koyar. Bu ilmin sırf bugünün bilgileri olmadığı açıktır; daha doğrusu, öncelikle Kur’an ilimleri olduğu şüphesizdir. Bu çağın insanı, bu ilimlerin tamamlayıcısı olmamakla birlikte yaşadığı dünyanın bilimlerine, bilgilerine, düşünceyi harekete geçiren hadiselerine vâkıf olmaktadır. Bütün bunları yok saymak mümkün değildir.

Bu yüzden, “günümüzde inancına sahip çıktığı halde ‘asrın idraki’ kavramının dışında kalarak yazan, çizen, fikir ortaya koyan kimse yoktur” diyebiliriz. “Asrın idraki” kavramına şu veya bu şekilde itiraz edenler de buna dahildir!

Asıl mesele şudur: Mehmed Âkif doğrudan doğruya Kur’an’dan ilham alacak geniş bir birikime ve kavrayışa sahipti… Acaba ondan sonra gelenlerden kaçı böyle bir iddia ile ortaya çıkabilir? 

Mehmed Âkif için meal hazırlama resmî bir yükümlülük olmuştur. Onun birikimi, türkçe ifade kudreti, arapça ve dini ilimler konusundaki bilgisinin derinliği, halk nezdindeki itibarı böyle bir işle vazifelendirilmesi yönünde yaygın bir kanaat oluşturmuştur. Âkif istememesine rağmen, bu vazifeyi kabullenmek zorunda kalmıştır.

            Resmiyetin mealsizliği!

Meal konusunda modern dindarların fikirleri olduğu gibi, resmiyetin de beklentileri, hatta hesapları vardır. Âkif’in ortaya koyduğu tercümenin/mealin bir devlet metni olarak Diyanet’e bastırılması ve “din inkılâbı” iddialarının havada uçuştuğu bir zamanda nasıl namaza çağrı, ezan türkçeleştirildiyse, cami içi ibadetin de türkçeleştirilmesi kurulmaktadır. Âkif bunu sezmiş ve harcadığı o kadar vakti, o muazzam emeği yok sayarak mukaveleyi feshetmiştir. Avansı Elmalılı vasıtasıyla iade ettirir ve meali göndermez, gerekçe olarak da başarısızlığını öne sürer. Bu hususta yapılan baskılara göğüs gerer. Vefatına yakın İstanbul’a döndükten sonra da resmî baskılar devam eder. En üst makam tarafından Âkif’in yakınları devreye sokulur, yazar- gazeteci milletvekilleri gönderilir. Asgariden bir emekli maaşı dahi olmayan Âkif için çok yüksek meblağlar teklif edilir, fakat ikna edilemez.

Resmî meal konusu modern dindarlar için hayal kırıklığı olduğu gibi, resmiyet açısından da sonuçsuzlukla malûl olmuştur.

Resmiyetin Kur’an tercümesine, mealine talebi tek parti devrinde olduğu gibi, darbe dönemlerinde de sürer. Bir “türkçe Kur’an’a” sahip olmak, türkçe ibadet sözkonusu olduğunda bunu devreye sokmak! Bu konudaki baskılar sonuç vermemiş, fakat Âkif mealinin yok edilmesine yol açmıştır!

 

 

[1] Cilacı, 25

[2] Cilacı, 28

Bu yazı toplam 300 defa okunmuştur.
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim