• İstanbul 25 °C
  • Ankara 30 °C

Mehmet Kurtoğlu: Safahat'ın Şehirleri

Mehmet Kurtoğlu: Safahat'ın Şehirleri

a. Giriş 

Homeros Odeysseia'nın başlangıcında" Ne çok şehirler görmüş ne çok düşünce tanımıştı" diye yazar. Bu aynı zamanda çok gezmekle çok okumanın bir bütünlük içinde olması gerektiğine işaret eder. Milli şairimiz Mehmet Akif'in safahatına baktığımızda okumak/bilgi ve gezme sonucu kaleme alınmış bir eser olduğunu görürüz.

İstanbul, Fatih'te doğan Mehmet Akif, iyi bir eğitim almış, şair ve düşünce adamıdır. O bilgi ve birikimini ayrıca gezme ve görme ile desteklemiştir. Gerek düşünce ve duygu, gerek ruh ve beden olarak yalnız doğduğu şehirde sınırlı kalmamış, yaşadığı dönemin o zor şartları içinde Avrupa'dan Afrika'ya kadar birçok şehir ve ülkeyi dolaşmış, yaşayıp gördüklerini şiirlerinde anlatmıştır. O, gezipgörme amacını “Süleymaniye Kürsüsü" adlı o uzun şiirinin bir kıtasında Abdurreşid İbrahim'in dilinden şöyle ifade etmiştir:

"Şark'ı baştanbaşa yıllarca dolaştım, gezdim Hem de oldukça gördüm... Kafa gezdirmedim! B u Arap'mış, Bu Acem'miş, bu Tatar'mış demedim Müslüman unsurunun hepsini bir gördüm"' 

Akif şiirinde belirttiği gibi işgale uğrayan bir ülkenin evladı olarak "kafa gezdirmedim" diye belirttiği mısrasında olduğu gibi belli bir bilinç ve kültürle şehirleri gezmiştir. O, “işi dolaysıyla, Osmanlı topraklarının birçok yerini görmüş, oralarda gördükleri ile bildiklerini mezcetmiş bir insandır. O dönemde birçok insanın hayallerini süsleyen Paris'in aksine Akif, Osmanlı topraklarının kendi zenginliğine tanık olacağı yerleri gidip görmüş, oralarda az çok yaşamış, halkın arasına karışmıştır."2 Akif, gezip gördüğü şehir ve ülkeleri şiirlerine taşımış, onları bir görsel unsur olmaktan öte duyarak, hissederek, deruni bir şekilde anlatmıştır. Sezai Karakoç; onun şiirleri için" Türk edebiyatında Akif kadar hayatı şiire ve şiiri hayata sokmuş bir şair yoktur"3 demiştir. Bu anlamda Akif'in şiirlerine baktığımızda, şiirlerini hayatın gerçekçiliğinden hareketle yazmış, başta İstanbul olmak üzere diğer bütün şehirleri içselleştirerek şiirine taşımıştır.

"Bir İstanbul çocuğu olan Mehmet Akif, hayatının ilk devresinde ancak meslek icabı, resmi görevler dolaysıyla başka şehirlerde yaşamıştır. İlk resmi vazifesi olan Baytar müfettiş Muavinliği sırasında Rumeli, Anadolu ve Arabistan'ın çeşitli bölgelerinde dolaşmış, Edirne'de baytar müfettişi, Adana'da vilayet baytarı olarak bulunmuştur. Mehmet Akif, baytarlık mesleği dolaysıyla İstanbul haricinde bulunması dışında ilk defa 1914 yılında Sadrazam Said Halim Paşa'nın kardeşi Abbas halim Paşa'nın davet ve desteği ile Mısır ve Hicaz seyahati yaptı. Aynı yılın sonunda Teşkilatı Mahsusa tarafından Berlin'e, oradaki Müslüman esirlerin durumunu incelemek, sömürgelerden getirilen Müslüman askerlerin Alman Osmanlı ittifakına karşı savaşmalarını önleyici telkinde bulunmak üzere gönderildi. Üç ay süren bu seyahatten sonra 1915 Mayıs'ında teşkilatı Mahsusa'nın yöneticilerinden Eşref Sencer Bey ile Necid'e gitti, isyan etmek üzere olan Şerif Hüseyin'e karşı devlet'e sadık Necid Emiri ibnürreşid ile görüştü. Bu seyahat dönüşünde Medine'yi ikince kez ziyaret etti. Şam'a, Beyrut'a uğradı, 1915 Ekim başında İstanbul'a döndü. 1918 Temmuzunda Mekke Emiri Şerif Haydar paşa'nın daveti üzerine Aliye'ye gitti(Lübnan)."4

Mehmet Akif'in Safahat'ında doğduğu ve ömrünün büyük bir kısmının geçtiği İstanbul'un önemli ve özel bir yeri olduğunu görürüz. Akif'in gerek düşüncesi gerekse sanatının oluşumunda İstanbul'un kendine has yeri vardır. Zira yedi sekiz dilin konuşulduğu, birçok kültür ve dinin bir arada yaşadığı, bu saltanat ve medeniyet şehri, onun hayata bakışını şekillendirmiş, sanatını etkilemiştir. Akif, bu şehirden aldığı bilgi ve birikimin yanında İmparatorluğun sınırları içinde bulunan birçok şehir ve ülkeleri dolaşmış, yerinde gözlemler yapmış ve bunu şiirine taşımıştır.

Mehmet Akif'in şiirlerinde şehir ve ülkeler din ve medeniyeti eksenli anlatılır. Örneğin Asya, Avrupa, Hind, Çin sözcüklerine yüklediği anlam yalnız coğrafi durumla sınırlı değildir. Bu kıtalara aynı zamanda din ve medeniyeti temsil eder. Mehmet Akif'in şiiri bir medeniyet krizi yaşayan İslam toplumunun şiiridir ve bu kriz halen devam etmektedir. Bu manada Akif'in şiirlerinde ülke ve şehirlere yüklediği anlamı çözmeden, yeni bir medeniyet tasavvuru oluşturmak mümkün değildir... Akif'in şehir ve ülkelere yüklediği anlamı çözebilmek için onun beslendiği kültür kaynaklarını, içinde yetiştiği aile çevresini, sürdürdüğü yaşama biçimini, sanat anlayışını ve çevreyle olan ilişkisine bakmak gerekir. O İslam skolâstiğine karşı, dinamik ve yenilikçi bir din anlayışıyla şehirlerin ve ülkelerin bir medeniyet merkezi olacağını savunur. Zira gerek bizzat kendisinin gezip gördüğü şehirleri veya yakından tanıdığı Abdurreşit İbrahim Efendi'nin kendisine aktardıkları dolaysıyla anlattığı ülkeler ve şehirler hep bu medeniyet eksenindedir. Onun Safahat'ının hemen her satırında İstanbul görülür. Sokakları, caddeleri, camileri, kahveleri, çarşıları ve en önemlisi insanlarıyla...

Akif, şiirlerine başlık olarak seçtiği isimler dahi medeniyetimizin işaret taşları sayılan şehirler ve mekânlardır. Mesela "Süleymaniye Kürsüsünde'' medeniyetimizin en muhteşem eseri olan bir camidir ve Akif bunu bilinçli bir şekilde seçmiştir. "Bu eser Süleymaniye Camisinde, Sibirya'da doğmuş, Mekke ve Medine'de tahsil görmüş,!881'de İstanbul'a gelmiş, Rusya'ya dönüşünde yeni okullar açılmasına sebep olmuş, bugün Türk Cumhuriyetleri dediğimiz ülkelerde yaşayan soydaşlarımızın, Osmanlı devleti sınırları içine göç etmelerini teşvik etmiş,!908'den sonra tekrar Türkiye'ye gelmiş ve sonunda I944'de Japonya'da vefat etmiş Abdürreşit İbrahim Efendi'nin Türk ve İslam dünyası hakkında gözlem ve kanaatlerini anlatmaktadır. Yani anlatıcı durumundaki insan, hayali değil, gerçektir. Akif bu şahsı yakından tanımaktadır."5 Akif, şiirinde yer verdiği şehir ve ülkeleri ya bizzat gezip görerek ya da Abdürraşit İbrahim Efendi örneğinde görüldüğü gibi sağlam kişi ve bilgilerden yola çıkarak anlatmıştır. 

Safahat'ta adı geçen Şehirler: Ankara, Badha, Berlin, Buhara, Brüksel, Bartın,Cava, Çanakkale,Edirne, Erzurum, el Uksur, Gazne, Hicaz, Hilvan, Hıyve, İpek, Kaşgar, Malta, Medine, Menaha, Meşhed, Necid, İstanbul, İzmir, Pirzerin, Semertkant, Selanik, Sedan, Serendip, Sibirya, Siroz, Sind, Urba, Şam, Şile, Taşkent, Tıhame Transva, Trabzon, Varna, Yena,Yakova, 

Safahatta adı geçen Ülkeler: Afganistan, Almanya, Arabistan, Arnavutluk, Belçika, Bulgaristan, Cezayir, Çin, Endülüs, Fas, Fransa, Habeşistan, Haydarabat, Hersek, Hindistan, İran, İngiltere, Japonya, Kırım, Kosova, Mançurya, Mısır, Prusya, Rimpapa, Rusya, Turan; Türkistan, Tunus, Yunanistan, Yemen,

Göl, nehir ve yer isimleri: Akdeniz, Beyti Makdis, Cudi, Dicle, Hira, İstanbul Boğazı, Kâbe, Kızılırmak, Kubbetül Harda Meriç, Mağribi Aksa, Marmara, Nil, Süveyş, Şap Denizi, Sina,, Şark-ı Aksa;Tacettin Dergâhı, Turi Sina, Tunca, Umman Denizi, 

Kıtalar ve Yönler: Şark, Garp, Mağrip, Avrupa, Asya, Kafkasya, Afrika, Hind, Sina, Avusturalya, Eski Dünya, Yeni Dünya

Topluluklar, Milletler, Kavimler: Tatar, Arap, Acem, Arnavut, Moskof, Osmanlı, Türk, Rus, Rum, Hırvat, Sırp, Kürt, Laz, Çerkez, Bulgar, Yunan, İngiliz, Fransız, Moğol, Pomak, Oflu, Frenk,

Akif'in safahat'ında tekrarların haricinde kırk iki şehir, otuz ülke, yirmi iki göl, nehir ve yer ismi, on üç kıta ve yönler, yirmi iki topluluk, kavim ve millet geçmektedir. Yalnız bu rakamlar dahi Akif'in ufkunu ve safahatın gücünü anlamamız için yeterlidir... Bu anlamda Akif'in düşüncesi ve şiiri oldukça geniş bir coğrafyayı kapsar. Onun şiirlerinde geçen bu ülke, şehirler dahi ne denli büyük bir ufka sahip olduğunu ve nedenli büyük bir coğrafyayı kucakladığını gösterir. Onun şiirlerinde şehirler ve ülkeler ete kemiğe bürünür adeta. Ahmet Hamda Tanpınar'ın deyişiyle ülkeler konuşur, şehirler konuşur kıtalar konuşur... Tıpkı Akif'in yaralı yüreği gibi İslam ülkeleri de yaralıdır, tıpkı Akif'in Bülbül'ü gibi ağlar, feryat ve figan ederler... 

Akif'in şiirindeki şehirleri onun ruh halinden ayrı düşünmek mümkün değildir. Özellikle anlattığı İslam şehirleri onun gibi yaralı, onun gibi muzdarip ama onun gibi içinde bulunduğu durumdan çıkmak için can atan şehirlerdir. Akif'te şehirler konuşmakla kalmaz, İstanbul gibi ayakta durmak için çırpınır, yabancı fikirlerle yerli fikirler arasında gidip gelir. Çanakkale şiirinde bu cephede savaşır gibi kopan kafa, kol, ayaklar ve akan kanları yazar ve destan yazan, direnen bir şehrin şiirini okursunuz. Berlin'de batının soğuk yüzü, Japonya'da henüz yükselişe geçen değişim ve yeniliği, ırklar ve kıtalar arasındaki amansız mücadeleyi görürsünüz... Şehirler muzdarip şehirler ayaktadır... Hatta diyebiliriz ki, birbirine meydan okur şehirler.

Safahatta geçen şehirlere bakarak Akif'in bilgi, birikim ve ufkunun genişliğini görebiliriz. Bugünkü modern şartlarda dahi Akif'in gezip gördüğü şehirleri görme şansına sahip olduğumuz halde, onun kadar istekli olmadığımızı düşünüyorum. Zira Akif, gezip gördüğü şehirlerin derdiyle dertlenmiş, insani ve İslami bir kaygı sonucu şiirinde gördüğü şehirleri konuşturmuştur... Çölden sahraya, Boğaz'dan Süveyş Kanalı'na, Avrupa'dan Afrika'ya uzanan bir coğrafya içinde dolaşıp durur... 

b. İstanbul 

Mehmet Akif'in Safahat'ında en önemli ve özel yere sahip şehir hiç kuşkusuz İstanbul'dur. İstanbul imparatorluğun başkenti, Avrupa ülkeleriyle kültürel, sosyal ve siyasal anlamda en sıcak ilişkilerin yaşandığı şehirdir. Akif, İstanbul'u hem yaşadığı şehir hem de imparatorluğun başkenti olması nedeniyle oldukça ayrıntılı tasvir eder. Hatta diyebiliriz ki, Akif, Safahat'ında İstanbul'un şiirle romanını yazmıştır. 

Safahat'ta geçen İstanbul'un semt, mahalle ve mekânları; Heybeli Ada, Fatih, Kartal, Şile, Süleymaniye, Maltepe, Remle, Eyüp, Yakacık, Bit Pazarı, Haliç, Galata Köprüsü, Vefa, Vali­de Sultan, Ekmekçioğlu Medresesi, Boğaz, Kurna, Kâğıthane Göksu, Babıâli, Kuzguncuk, Yeni Cami, Üsküdar vs. olduğunu görürüz. 

Akif İstanbul'u anlatırken mahalleden başlayarak anlatır. Onun şiirinde mahalle şehri anlamamızda en önemli göstergedir. Hemen hemen birçok şiirinde kendini evden dışarı atarken bir mahalleden diğer mahalleye, ya camiye ya da şehrin nabzını tutan kahvelere gider. Buradaki insanların konuşmalarını, ruh hallerini, duygu ve düşüncelerini anlatır. Evdeki Akif; sıkılgan bir kişi olarak, sokaktaki Akif; sosyal bilimci ve düşünce adamı ve sanatçı duyarlılığıyla, camideki Akif; ise medeniyet krizi yaşayan İslam âleminin derdiyle hemhal olan bir âlim ve aydın olarak karşımıza çıkar... Akif'in evdeki ruh hali ile camiye sığınışını anlatan: 

"Ezanı beklemez oldum; açılmadan af ak Zalamı sineye çekmiş yatan sokaklardan Kemal-i vecd ile geçtim. Önümde bir meydan Göründü Fatih’e gelmiştim anladım, azıcık Gidince. Ma'bede baktım ki bekliyor uyanık"6

Bir adresi tarif edercesine İstanbul'un mekânlarını şiirine taşıyan Akif için doğduğu semt olan Fatih'in büyük bir yeri vardır. Fatih Akif'e göre İstanbul'un ruhudur. Hatta diyebiliriz ki, Akif, Fatih'ten yola çıkarak İstanbul'u anlatır. Merkezde doğrudan veya dolaylı olarak hep Fatih vardır. Yahya kemal İstanbul şairi olarak bu şehri İslâmlaştıran camileri, medreseleri estetik bir kaygı ile anlatırken, Mehmet Akif, sosyal gerçekliğiyle anlatır. İstanbul'un ihtişamlı camileri Yahya kemal'de insanı hayale daldırıp, geçmişe götürürken, Akif'te gür bir sedayla haykırarak bizi uykudan yani dalmış olduğumuz hayalden uyandırır. Yahya Kemal, sanat ve tarih felsefesiyle İstanbul'a yaklaşırken Akif sosyal gerçekçi bir İstanbul şairi olarak karşımıza çıkar."Onun şiirlerinde İstanbul alelade bir dekor değil, bir milletin tarihinin ve talihinin lisan-ı hal ile konuşan şahidi, en mutlu ve en acı günlerin izlerinin birlikte yaşadığı, dünya ile ahiretin arasındaki sınırın kaybolduğu biryakaza halinin sülietidir."7

Akif'in İstanbul'unda şehrin eğlence mekânları, düşkün kadınları, safahat yerleri değil, kenar mahalleleri, ezilen insanları, hastaları, sıradan insanları yer alır. 

"Bizim mahallede İstanbul'un kenarı demek: Sokaklarında gezilmez ki yüzme bilmeyerek Adım başında derin bir buheyre dalgalanır Sular karardı mı, artık gelen gelir dayanır Bir elde olmalı kandil bir elde iskandil Selametin yolu insan için bu, başka değil"8

Akif'in anlattığı bu İstanbul o dönemdeki sosyal gerçekleri ortaya koyan tasvirlerdir. Akif, şehrin veya imparatorluğun içinde bulunduğu bu durumdan kurtulması konusunda bir şeyler söylemek istediğinde, bu defa kenardan değil, Camiden, yani şehrin en ihtişamlı

yerinden konuşur, insanları uyarır. Süleymaniye Kürsüsünde konuşurken İmparatorluğun içinde bulunduğu durumu tahlil eder ve Müslümanların kurtuluşu için reçeteler ileri sürür. Tabi Süleymaniye kürsüsüne çıkana kadar yolda gördüklerini tasvir eder. O evden dışarı çıkarken belli bir amaç doğrultusunda çıkar. 

“Dedim ki Fatih'e çıksam yavaşça, bir yanda Durup o âlemi seyreylesem de meydanda Ziyaret etsem ahibbayı sonradan... Hoş olur Bütün gün evde oturmak ne de olsa pek boştur."9

stanbul sokaklarını, yol üzerindeki mekânları bütün ayrıntılarıyla tasvir eder. Mesela Yahya Kemal, İstanbul şiirlerinde Türk medeniyetinin ihtişamlı eserleri tasvir edilirken, tarihe gömülüp kalır. Akif ise bu ihtişamlı eserlerin içine girip, oradan seslenir ve ihtişamla birlikte sefaleti, medeniyet ile vahşeti birlikte diyalektik bir şekilde ortaya koyar. O İstanbul sokaklarını bütün gerçekçiliğiyle tasvir eder:

"Canım sıkıldı dün akşam sokak sokak gezdim Sonunda bir yere saptım ki, önce bilmezdim Bitince bir sıra ev, sonra birde virane Dikildi karşıma bir han kılıklı meyhane Basık tavanlı, karanlık sefil bir dükkân İçinde bir masa yahut civar tabutluktan Atılma çok ölü görmüş acıklı bir teneşir! Yanında hurdası çıkmış eski püskü bir sedir. Sakat, bacaksız on, on beş hasırlı iskemle, Kırık dökük şişeler, bir de çinko tepsiyle,"’°

Bir başka şiirinde Fatih'i bir bayram günü tasvir eder. Bayram da olsa Akif, ortada olan hakikati değiştirmeden verir. Bayram yerini olduğu gibi tasvir eder.

Gelin de bayramı Fatih'te seyredin, zira Hayale, hatıra sığmaz o here ü merc-i sefa, Kucakta gezdirilen bir karış çocuklardan Tutunda ta dedemiz demlerinden arta kalan, Asırlar ölçüsü boy boy asalı nesle kadar, Büyük küçük bütün efrad-ı belde hepsi de var! Adım adım kurulmuş beşik salıncaklar, İçinde darbuka, deflerle zilli şakşaklar. Biraz gidin kocaman bir çadır... Önünde bütün, Çoluk çocuk birer onluk verip de girmek için Nöbetle bekleşiyorlar. Acep içinde ne var? Caponyadan gelen insan sureti i bir canavar"'’ 

Yoksulluk, perişanlık içinde tasvir ettiği İstanbul sokaklarında Fatih merkez konumundadır. Fatih'in perişanlığı ve sıkıntısı ile İstanbul'un perişanlığı ve sıkıntısı özdeşleştirilir. Yağmur, çamur ve ot bitmeyen bir semt... Bu aynı zamanda Akif'in mustarip ruhuyla özdeş gibidir. Akif, Fatih'te doğmuş, büyümüştür ve bu yüzden en iyi kenarı o anlatır...

"Bizim mahalleye poyraz kışında uğramaz; Erir erir akarız semtimizde geldi mi yaz! Baharı görmeyiz ama latif olur derler... Çiçeklenirmiş ağaçlar, yeşillenirmiş yer. Demek şu arsada ot bitse nev bahar olacak... Ne var gidip Yakacık'larda dem-güzar olacak? Fusulü dörde çıkmaz bizim sokaklarımız. Kurak, çamur, iki mevsim tanır ayaklarımız! Müneccimin, bereket versin, eski takvimi Haber verir bize, mevsim şehirde gelmiş mi?"’2

Akif'in mekân tasviri insansız değildir. Onun sokak, cadde, cami, semt veya mahalleyi tasvirinde insan-mekân birlikte verilir. Kendini evden dışarı attığında gördüklerini, yaşadıklarını içselleştirerek yazar. Yapılan tasvirden o mekândaki insanların sosyal yaşamına ilişkin durumlarını, düşüncelerini fikir edinebilirsiniz. Mesela kızıyla evden dışarı kendini atarken, küçük bir kızının duygularına bile tercüman olur. 

"Bizim çocuk yaramaz, evde dinlenip durmaz Geçende fatih'e çıktık ikindiüstü biraz Kömürcüler Kapısı’ndan girince biz, develer Kızın merakını celbetti, daima da eder"’3

Adres tarif eder gibi İstanbul'u tarif ve tasvir eden Akif, aynı zamanda İstanbul'un tahrip olan tarihi mekânlarına da şiirinde yer verir:

"Sapınca, doğru Vefa Meydanı'ndayız şimdi iraz tanır gibi oldum... Ya az mı geçtimdi... Al işte istediğin: türbe, taş konak, karakol... Fakat bunun nesi meydan? Bu adeta bir yol... Tuhaf değil mi ya? Vaktiyle belki meydandı... Kapanmış olsa da gittikçe, kalmış eski adı"’4

Şehir ve mekânları insanileştirerek anlatan Akif, onlara adeta ruh verir. Mesela Ekmekçioğlu medresesini anlatırken:

"Evet, bu sıska vücudun yarın durur nefesi Fakat şu gördüğün Ekmekçioğlu Medresesi Yaşar, demir gibi göğsüyle, belki on bin yaş... Ya her kaburgası: kurşunla bağlı yalçın taş!"15

diyerek, onu nefes alıp veren, çelik gibi kaburga ve göksüyle insana benzetir. Onun İstanbul tasvirinde ev sıkıcı, sokak mahzun, cami konuşan, umut ve ruh veren bir mekân olarak karşımıza çıkar. Akif'in şiirinde evin sıkıcı olması, onun topluma yönelik kişiliğinin bir göstergesi olarak algılanmalıdır. Her şiirinde kendini evden sokağa, camiye atması, toplum meselelerine duyarlı olmasındandır...

Akif daha birçok şiirinde İstanbul'a gerek medeniyet gerekse hilafetin merkezi olması konumu dolaysıyla siyasi anlamda yer verir. İtalo Calvino'nun'6 belirttiği gibi herkesin bir şehri vardır ve Akif'in ilk şehri de İstanbul'dur ve bu şehirden hareketle diğer şehirleri tanımlar, tasvir eder. Akif'in şiirini ve Safahat'ta geçen ülke ve şehirleri istanbulsuz anlamak mümkün değildir...

c. Berlin 

Akif'in Safahatında yer alan "Berlin Hatıraları"adlı şiiri bizzat Akif'in gezip görerek yazdığı bir şiirdir. Akif'in bu seyahatini hususi vazifesi dolayısıyla yapmıştır. 5 Mart 1915 tarihinde tamamladığı 398 beyitlik17 bu şiiri Akif'in diğer şiirlerinde olduğu gibi kendini otelden (sokağa) kahveye atmak istemsiyle başlar. Sonra yanındaki arkadaşı mahalle kahvesinin Berlin ile ne münasebeti var diye uyarmasıyla Akif, kendine gelir ve geçmişten kafasında kalan şeyler olduğunu düşünür. Sonra otelden hareketle bulunduğu ortamı tasvir eder. İlk karşılaştığı şeyler iyi değildir. Daha sonra trenle bir başka yere geçerken yolda karşılaştıkların anlatır ve bir başka otel'e yerleşir: 

"Otel meğer o değilmiş, şimendifer de kaza... Sokak mı benzeyen az çok? Aman canım hâşâ! Meğer oteller olurmuş saray kadar mamur Adam girer de yaşarmış içinde, mest-i huzur Beş altı yüz odanın her birinde pufla yatak... Nasib olursa eğer, hiç düşünme yatmana bak! Sokakta karyağadursun, odanda fasl-ı bahar Dışarıda Leyla-i Yelda, içerde nısf-ı Nehar!"'8

lk kaldığı otele karşın yenisinin saray gibi olduğunu anlatır ve daha sonra şehirlerarasında bir karşılaştırma yapar:

Şehirlerin yapışık sanki hepsi birbirine: Tutup da pencereden fırlatılsa bir iğne Düşer, ya tık diye her halde mevkifin damına Ya şehrin ismi olan levhaların gelir camına Düdük sedasına hasret kalır işitmezsin... Bizimki durduğu yerde öter durur, miskin!"'9

Berlin'in modern bir şehir olduğunun altını çizer ve burada gördüğü yenilikleri şiirine yansıtır. Teknoloji anlamında gelişmişliklerini anlatır.

"Sokak dedikleri neymiş? Feza-yı bi -payan, Ki tayyedilmesinin yoktur ihtimali yayan Demek, vesaiti nakliye namı tahtında Havada, yerde, yerin çok zamanlar altında Uçup duran o havarık bir ihtiyacı şedid Piyade harcı mı, hâşâ, bu imtidad-ı medid!"20 

Berlin'de gördükleri karşısında sarsılır ve Batı ile İslam âlemini karşılaştırır ve İslam âleminin içler acısı durumuna işaret ederken:

"Bilir misin ne kadar anne var bugün, yasta Tunus'ta, sonra Cezayir'de, sonra Kafkas'ta

Hesaba katmıyorum şimdilik bizim yakada Sönen ocakları; lâkin zavallı Afrika'da"2

diye haykırır. 

Akif, Berlin Hatıraları'nda Garp- Şark, Asya - Hind, ve Rus - Alman karşıtlığı üzerinde durarak, bu defa yaşanılan duruma din ve medeniyet ekseninde yaklaşır. Avrupa'nın Neron çıkardığını ve acımasız olduğunun altını çizerek hatırlatır. Akif bu şiiri yazdığı sırada itilaf devletleri Çanakkale'ye hareket halinde olduklarından, Berlin seyahatinin her satırında hep işgale uğramış imparatorluk topraklarının hazin durumu anlatılır:

"Çatırdamakta bütün hanumanının temeli Alev, saçaklara sarmış... Yerinde yok Rumeli"22

d. Necid çölleri ve Medine 

Mehmet Akif, Berlin'den dönüşünden yaklaşık iki ay sonra bir heyetle Arabistan'a gitmiştir. Çanakkale savaşının karadan tazyikinin devam ettiği bu sırada, aklı fikri bu cephede kalan Akif, cepheye gidemediğinden bu görevi hizmet kabul etmiştir.23 "Necid Çöllerinden Medine'ye" diye yazdığı şiirinde,

" O güzel sine, o çöl şimdi ne korkunç oluyor Bir cehennem ki uzanmış, dili çıkmış, soluyor"24

diye tasvir eder. Necid çöllerinde birlikte yola çıktıkları kafileyi Mecnun'a benzetir. Çölün o zor şartlarını, içinde bulundukları durumu tasvir eder: 

"Yok mu ey bağrı yanık çöl! Ebedi payanın Nerdedir vahası, ya Rab, bu serabistanın? Necid'in amakına dalmış, iki aydan beridir Koca bir kafile meacnun gibi haib, haşir Koşuyor, merhamet et, badiyeden badiyeye Görürüm bir gün olur, Hayme-i leyla'yı diye Ne devam etmeye takat, karar etmeye yer... Bir ılık gölge, İlahi. ..O d a olmazsa eğer, Kalmıyor sali-i masksada vuslal imkânı"25

Bu meşakkatli yolculuktan sonra Medine'ye ulaşır. Medine'de müthiş bir duyguya kapılır. Adeta kendin geçer, cemaati yarıp kendini peygamberin kabrinin direklerinin dibine atar. Ürperip titrediğini söyler. Burada gördüklerini ve duygularını şöyle ifade eder: 

"Karşıdan kubbe-i harda edivermez mi zuhur 0 nasıl heykei-i didar, o nasıl ceshe-i nur! Öyle bir Tur ki, her lemha-i istiğrakı' Olmadan çak-i tecelli, süzüyor hallak'ı!"26

Akif, Medine'de Peygamberin huzurunda o denli kendinden geçtiği halde yine Müslümanların (işgal dolaysıyla) perişanlığını düşünemeden edemez: 

"Önümde ümmeti mazlumiyesiyle Peygamber Gözümde sel gibi yaşlar, içimde titremeler"27

Akif, Arabistan seyahati sırasında küçük bir istasyon olan El Muazzam'da Çanakkale savaşının zaferini işitir ve en etkileyici şiirlerinden Çanakkale Şehitlerine şiirini burada yazar.

e.Ankara 

Milli mücadeleye katılmak için İstanbul'dan yola çıkan Mehmet Akif, zahmetli bir yolculuktan sonra Ankara'ya gelmiştir. Mithat Cemal Kuntay'ın yazdığına göre Akif, Ankara'ya kısmen yürüyerek, kısmen de arabayla gitmiştir. Yanında Sebilürreşad'ın klişesi vardır. Akif'in İstanbul'dan Ankara'ya gidişi gerçekte işgal edilmiş İstanbul'dan kaçıştır.28 "Mehmet Akif'in Ankara'ya gelmesi, içeride dindar halka yönelik olduğu kadar, dışarıda Müslüman topluluklara da çok güçlü bir mesajdır. O yüzden İslam Şairi vurgusu bilhassa öne çıkarılmıştır. Mehmet Akif'in bu sıfatı, Milli Mücadele sırasında hep ön planda tutulmuştur."29 Tıpkı, Mekke'den Medine'ye hicret eden Peygamber (sav) 'in sonradan Mekke'yi kuşatıp fethetmesi gibi, bir fetih düşlüyordu Akif. Milli Mücadeleye destek olmak için geldiği Ankara'da “30 Nisan Cuma günü(muhtemelen) Hacı Bayram Camiinde vaaz eden"30 ve ardından “Eskişehir, Burdur, Sandıklı, Dinar, Antalya, Afyon, Konya ve Kastamonu"3' gibi şehirleri dolaşarak halkı bilinçlendirir. Akif gezip gördüğü bütün İslam şehirlerinin çiğnendiğini, kimi yerleri mezara benzettiğini görürüz. Akif bir yolcu olarak görüp-geçtiği bu şehirlerin haline ağlar: "

r: "Geçenler varsa İslam'ın bu çiğnenmiş diyarından Şu yüz binlerce yurdun kanlı, zarisiz mezarından"32 "Gitme ey yolcu, beraber oturup ağlaşalım Elemim bir yüreğin karı değil, paylaşalım"33

der. 

"Akif, Ankara'da Taceddin dergâhında misafir edilir Akif'i dergâha davet eden bizzat Taceddin şeyhidir. Eşref Edip,'Dergâh deyince dervişler, ayinler hatıra gelmesin. Eşraftan birinin adeta selamlık dairesi. Ufak bir köşk gibi muntazam yapılmış. İçi dışı boyalı. Döşenip dayanmış güzel ve geniş bir bahçesi var. Türlü türlü meyveler. Önünde bir şadırvan, şarıl şarıl sular akıyor.'Cümleleri ile Mehmet Akif'in ikamet ettiği mekânı tasvir etmektedir."34 Cemal Mithat Kuntay'ın yazdığına göre Akif'in Ankara'daki yaklaşık dört yıllık hayatı mebus olmasına rağmen suskunlukla geçmiştir. Bütçe görüşmelerinde yanlış telaffuz edilen Arapça bir sözcüğü esprili şekilde düzeltmiş o kadar... Akif'in Ankara'da yazdığı şiirler daha çok milli mücadeleye yönelik şiirlerdir. Ki bunların içinde "İslamcı Şair" den "istiklal Şairi"sıfatını aldığı İstiklal Marşı'nı burada yazmıştır... 

f. Mısır 

Mehmet Akif'in Mısır'a gitmesi, bir nevi kaçıştır. Devamlı polis takibi altında olan Mehmet Akif, çok sevdiği ülkesinden hicret etmeyi bir zorunluluk olarak görmüş ve Mısır'a yerleşmiştir. Akif'in Mısır'da en yakın dostu Abbas Halim Paşa ve sık görüştü birkaç Türk öğrencidir. Mithat Cemal Kuntay, hatıratında: "Akif Mısır'a gittiği zaman memleketinin bütün abideleri onundu. Bir kişinin olacak kadar küçülen servet onun gözünü kamaştıramazdı. 

Ve kolay paranın Mısır'daki coşkunluğunu Akif, arkasında hâzinelerini bırakan adamın soğukkanlılığı ile seyretti. Çünkü İstanbul'da Süleymanlye Cami, çünkü Sivas'ta Keykuvas Türbesi, bu sütunlar, bu kubbeler hep onundu. İstanbul'a döndüğü zaman Mısır'da görüştüğü adamların kasırlarından, bana bir tek hikâye, bir tek renk, bir tek çizgi getirmedi. Salonlarının şeref mevkiinde oturduğu prenslerin ne vükala maaşlı Mutbak Nazırlarını biliyordu, ne de Sudan'da onların otuz bin liralık kaplan avlarını. O, bu hususi saraylardan cebinde iki şiirle döndü"35 diye yazar.36 Akif'in mısır hayatı oldukça sade ve görüştüğü kişiler sınırlıdır. Abbas Halim Paşa'nın Misafiri olarak, Hilvan'da kendisine küçük bir köşk tahsis edilir.37 Emekli maaşı bağlanmadığı için Mısır'da da ekonomik sıkıntıları olmuş, hatta Ali Ulvi Kurucu'nun ifadesine göre Abdülvvehap Azzam, kendisine Üniversitede Türkçe muallimliği teklif ederken "Akif bey, bilmem ki, size zor mu gelir? Zahmet olur mu? Diye sorunca, şöyle cevap vermiş: Doktor, size bunu ben arzetmek istiyordum. Sizinki keramet gibi oldu. Param bitti, çareler düşünüyordum. Azzam'ın buna karşılık: Efendim Kahire'ye gidip geleceksiniz, çoluk çocuğa gramer okutacaksınız, deyince de, Abdülvehhap Azzam'ı ağlatan şu cevabı vermiş: Hamallık yapmaya da razıyım"38 İslam dünyasında tanınan bir isim olduğundan Mısır'ın ileri gelenlerin zaman zaman davetlerine katılır. Mehmet Akif, Mısır'da oldukça sade bir hayat yaşar, el Camiatu'l Mısırıye'de Türkçe dersleri verir. Zaman zaman dostlarıyla Nil kıyısında dolaşır... Akif'in Mısır'da en önemli eseri Kur'an tercümesidir ama ne yazık ki, büyük emekler verdiği bu eseri yakıldığından dolayı bize ulaşmamıştır. 

Eşref Edip, Akif'in Mısır hayatı hakkında bilgi verirken onun dolaşmaktan, kalabalıktan, insanlardan çok sıkıldığını ve "Mısır'a gittiğim zaman Kahire'nin görülecek yerlerini göstermek için birkaç saat şehirde kalışı onu adeta bunaltıyordu... Geçirdiği münzevi hayat, onu büsbütün şehirden uzaklaştırmıştı. O muazzam şehrin hiç hiçbir şeyi onu eğlendirmez, cezp etmezdi. O yalnız inzivagahında düşünmekle, yazmakla, okumakla vakit geçirir, başka şeyde zevk bulmazdı"39 diye belirtir. Akif, "Firavun ile Yüzyüze" adlı şiirinde Mısır'ı Nil'den hareketle tasvir eder. Şiirin girişinde ayrıntılı bir şekilde Nil'i tasvir eder. Yelkenliyle nehirden geçerken şöyle seslenir:

"Fakat bu Nil-i mübarek mezar kadar hissiz Bütün sevahili boğmuş, gömerken emvacı Ne vardı bir acı duysaydı? Şöyle dursun acı; Huzur içinde, sanırsın ki ninniler duyuyor: Semayı altına sermiş, derin derin uyuyor! Henüz harimi zilalinde bir cihan saklar O belki yetmiş asırlık, mehib Karnak'lar Alınların biriken kanlı terli hüsranı Şu Teb harabesinin dalga dalga ümranı Şu, sermediyyeti hala sayıklayan, asar

Ki hay u huy-ı medidiyle irılemişti civar... Bugün sütunlarının küskün ihtişamiyle Ne ser-nigün oluvermiş, aman bakın Nil'e

Nil'in kenarındaki Teb harabelerini anlatırken geçmişi gözler önüne serer ve Nil'in daralan vadisini şöyle tasvir eder: 

"Daraldı gitgide vadi, demek yakınlaştık Harabeler sökedursun, yavaş yavaş artık: Göründü işte sütunlar,,kırık dökük yer yer, Göründü yerlere bitap düşmüş abideler Göründü kaç sıra mabed ki kablamış yurdu; Göründü birçoğunun pare pare mabudu"41 

Daha sonra Firavunların ölümsüzlük uğruna yaptırdıkları mezarlarını, onların mabut oluşlarını eleştirir ve Musa kıssasına gönderme yaparak şöyle der:

"Bu resim, askeri basmakta iken Firavn'ın Bahr-i Ahmer yarılıp geçmesidir Musa'nın"42

"Firavun ileyüzyüze'nin son mısrasında ise: "Evet, bütün beşerin hakkıdır beka emeli"43

Fakat bu hakkı ne taştan, ne leşten istemeli diyerek, piramitlerle Firavunların ebedileşemeyeceğini belirtir. Mısır'da daha çok iç dünyasını dile getiren gece, secde, vahdet, hicran gibi şiirler yazmıştır. O rr\\sır'da"Muhacirdir. Bir sürgündür. Yalnız adamdır, münzevi bir hayatın insanıdır. Bu durum onu kendi içine döndürmüş, psikolojisi değişmiş ve bu değişkenlik burada yazacağı eserlere yansımıştır. Mithat Cemal'in ifadesiyle mısırda çölün engin, sınırsız coğrafyasında, güneşin kahkahaları altında 'içindeki karanlığa gömülen, güneşe dargın, dalgın, düşünceli ve içinden vatanı sökülüp koparılan toprak yığını gibi bir Akif... Dolaysıyla mısırdaki Akif, ister istemez başka bir Akif'tir. Burada yazdıkları İstanbul'da yazdıklarından elbette farklı olacaktır"44 

e. Diğer şehir ve ülkeler 

"Mekân tasavvur edilmez"45 diyen Akif, bizzat gezip görerek yazdığı şiirler yanında bazen de görmediği halde Süleymaniye kürsüsünde olduğu gibi Abdurreşid İbrahim'in dilinden anlatır. Şehirlerin içinde bulunduğu duruma işaret eder. Akif'in şiirlerindeki şehir ve

ülkeler insanileştirilerek anlatıldığından; konuşur, ağlar ve gülerler... Akif'in şiirlerinde batı şehirlerini vahşi ve acımasız, İslam şehirlerini en çok ağlayan yüzleriyle görürüz. Bunun nedeni yıkılan imparatorlukta tarumar olan ülke ve şehirlerin savrulması, perişan halde olmasından dolayıdır. Akif, gezip gördüğü şehirlerin haline hem ağlar, hem de şehirleri ağlatır... "Mekân tasavvur edilmez" derken, görerek, şehirlerle hem hal olarak şiirlerini yazdığını görürüz. Akif'in şiirlerinde ismen zikrettiği şehirlere baktığımız hayli yer tutuğunu görürüz. Bu o zaman ki imparatorluğun sınırlarıyla ilgili olduğu kadar Akif'in ufkuyla da alakalıdır. Zira Akif'in bulunduğu coğrafyaya sığmayan bir adamdır ve dünyanın dört yanından ülke ve şehirleri şiirine taşımıştır: 

"Nöbette bekleşiyorlar. Acep içinde ne var? Caponya’dan gelen insan suratlı canavar!"46 "O, birçok memleket viran edip yaptırdığın eyvan Harab olmaz mı? Kabristana dönmüşken bütün İran"47 "Kazak celbeyleyip ta Rusya'dan, sadatı çiğnettin Yezidin ruhu şad olsun... Eminim çünkü şad ettin"48 Arnavutluk'ta gürleyen toplar Geliyor işte payitahta kadar”49 "Diriler koşmadı imdadına, sen bari yetiş... Arnavutluk yanıyor... Hem bu sefer pek müthiş!"50 "Ne için ağladı? Bilmem. Şunu duydum yalnız —Ah bir kere gelip görse Yemen den babanız"5' "Artık geldik Medine haricine Bir çadır gördü, durdu kaldı yine"52 "Derler ki: Ümmeye'den Hişam'ın Devrinde, yakınlarında Şam'ın "Onların nevbeti geçmiş, sıra gelmişti bana Yolu tuttum yalnız doğruca Türkistan'a 

Gece gündüz yürüdüm bulmak için Taşkent'i Geçtiğim yerleri ta'dada mahal yok şimdi Uzanıp sonra Buhara'ya, Semerkand'a kadar Eski dünyada bakındım ki ne âlemler var Çin'de Maçurya'da din görenek, başka değil Müslüman unsuru gayet geri, gayet cahil"54 Hind'i baştanbaşa gezmekti muradım, lâkin Nerede olsam, beni takibi yüzünden polisin"55 "Haydarabad'a giderken, beni teşyie gelen Mizebanın ne hazin çıktı şu ses kalbindin"56 "Bahr-i Umman da henüz çalkalanıyormuş tekne Attı huyla beni ta Marmara sahillerine"57 "Medeni Avrupa'nın damen-i irfanında; Asya'nın belki o kumluk Arabistan'ında"58 "işte Fas, işte Tunus, işte Cezayir, gitti! işte İran'ı da taksim ediyorlar şimdi"59 "Endülüs tacı elinden alınan bahtı kara Savuşurken, o güzel mülkü verip ağyara"60 "Ne olurdun bunu kalkıp da göreydin acaba? Meşhed'in beynine haç saplanacak mıydı baba! Ne felaket: Dönüversin de mesacid ahıra Hırvat'ın askeri tepsin çıkıp üstünde hora Nerede olsa çıkıyor karşıma kanlı bir ova Senmisin yoksa hayalin mi? Vefasız Kosova! Basacık mıydı, fakat göğsüne Sırb'ın çarığı Serilip yerlere binlerce şehidin sarığı"6’ Tasarrufatını aynen alırsak İngiliz'in Fransız'ın, ne olur hali, sonra, şivemizin?"62 "Zalam-ı şirki yarıp fışkırınca din-i mübin Yayıldı sine-i Batha'ya bir hayatı nevin

Bu inkılabı henüz ruhu duymadan Garb'ın Kuşattı satveti, dünyayı, bir avuç Arab'ın! Dayandı bir ucu ta Sedd-i Çin'i; diğer ucu Aşıp bulut gibi, binlerle yükselen burcu, Uzandı ansızın İspanya'nın eteklerine Hicaz'ı, Çin'i düşün nerde? NerdedirPirane!"63 "Süveyş'iyardı herif... Akdeniz'le Şap Denizi Bitişti. Öyle ya, bizler de kendi fikrimizi Çıkarmış olsak eğer, şimdi kuvveden fi'li, Kucaklaşır medeniyet ve din tamamıyla"M "Deyip kararını vermiş ki, aynen icraya Konunca ortaya çıkmış, bugünkü Almanya Sedan'da orduyu teslim eden Fransızlar —Ki her zaman o vukuatı yâd edip sızlar Ne der bilir misiniz? Hem de öyledir inanın: Muallem ordusudur harp eden Prusya’lının"65 "Tunus'ta Fas'ta, Cezayir'de, Çin'de, İran'da Çava'yla hıtta Hindi’de, belki Efgan'da Sibirya, Hiyve, Buhara, Kırım muhitinde, Yaşarken ehli salibin nüfuzu altında"66

Bu şiirlere baktığımızda; Japonya'yı insan yüzlü canavara benzetir, İran'ı viran, Arnavutlukta patlayan topun İstanbul'da duyulduğunu, yandığını, Yemen'e gidip dönmeyen babadan, İslam tarihindeki Medine'den, Türkistan, Taşkent, Buhara, Semerkand, Çin, Maçurya'nın geri kalmışlığından, Hindistan ve Haydarabat'a gidemeyişinden, Cezayir, Fas, Tunus'un paylaşıldığını anlatır. Bahtı kara Endülüs'ten, kalbine haç saplanacak Meşhed'in, camiyi ahıra çeviren Hırvatların ve kanlı ova'ya dönen Kosova'nın acısını dile getirir. Ingiltere, Fransa, Rusya, Hırvatistan ve Sırbistan'ın acımasızlığından, emperyalist ruhlarından bahseder. Bu ülkelerin davranışlarıyla medeniyetleri ve dinleri arasında ilgi kurar, ingilizlerin Süveyş kanalını yarmasını, yine Afganistan'ın, Hiyve'nin, buhara ve kırım'ın ehli salibin egemenliği altında yaşamından bahseder.

Akif, şiirine taşıdığı her İslam şehrinin acı ve ızdırabını dile getirir. O dönem şehirlerin içinde bulunduğu duruma parmak basar, dağılan ve yeni sınırlar çizilen şehirlerin emperyalist güçler tarafından ne hale getirildiğine dair tarihe not düşer. O dönemin şehirleri hakkında hiçbir bilgimiz olmasa dahi, Akif'in bu şiirlerinden hareketle ne durumda olduklarını tahmin edebiliriz. Bu anlamda safahatın şehirleri, aynı zamanda 20. yüzyılın şehirlerinin tarihidir. İslam âleminin kırılma yaşadığı, batının yükselişe geçtiği dönemin şiirde terennümüdür...

d. Sonuç 

Mehmet Akif'in gerek doğup yaşadığı şehirler gerekse gezip gördüğü şehirleri doğrudan şiirine konu edinmesi, sırf kuru bir bilgi olarak değil, bahsettikleri şehrin içini doldurarak, onlara kültür, medeniyet ve din anlamı yükleyerek anlatmıştır. Bazı şehirleri ise Abdürreşit gibi âlim ve aydınların anlattıklarından hareketle şiirine taşımıştır. Akif mücadele içinde geçen ömrü boyunca bazen görevli, bazen hizmet ve bazen de mısır'da olduğu gibi mecburiyetten ülkeler ve şehirler dolaşmıştır. Akif'in şiirlerinde mekân tasvirinden daha çok, o mekâna yüklenen anlamlar olduğu görülür. Bunu Medine'yi anlatırken ürperip titremesinden, Mısır'ı anlatırken Firavunların mabut oluşlarını eleştirmesinden, Berlin'i anlatırken doğu-batı karşılaştırması yapmasından, İstanbul'u anlatırken ise ihtişamlı İslam medeniyetini, imparatorluğun yıkılışıyla birlikte vermesinden anlıyoruz. Akif'in safahatını okurken, onun gezip gördüğü şehirlere yüklediği anlamı bilmeden çözemezsiniz. Akif, evden mahalleye, mahalleden şehre, şehirden ülkelere geçerken, onları adeta konuşturmuş, ete kemiğe büründürmüştür. Akif'in şehirleri -özellikle İslam şehirleri- onun gibi mahzun ve gözü yaşlı bir mustariptir. Onun şehirlerinin mahzun olmalarının tek nedeni işgal ve katliama maruz kalmalarından dolayıdır. Akif, çağının şairi olarak, şehirlerin o günkü durumunu bizlere şiiriyle ulaştırmış, hüzünlerine ortak etmiştir...

Kaynakça Ersoy, M. Akif, Safahat, Haz. Doç. Dr. Yakup Çelik, Akçağ Yay. 2008, Ankara Mehm et Kahram an, M ehmet Akif'in Edebi Kişiliği, Yedi iklim Dergisi, 1996, Sayı 74 Sezai Karakoç, Mehmet Akif, Dirirliş yay. S. 33,1974, İstanbul D.Mehmet Doğan, Cam ideki Şair M ehmet Akif, İz Yay.2006 İslam Şairi istiklal Şairi M ehm et Akif, Yazar Yay.2008, Ankara Yetkin İlker Jandar, Akif'in Şiirinde İstanbul, Kültür Dergisi, sayı 2, Ocak 2002 İtalo Calvino, Görünm ez Kentler, Yapı Kredi Yay. Mithat Cem al Kuntay, Mehmed Akif, LM Kitaplığı, 2007, İstanbul Eşref Edip, Mehmet Akif-Hayatı Eserleri ve Yetm iş M uharririn Yazıları, 1960. İstanbul M.Ertuğrul Düzdağ, M ehmet Akif Mısır Hayatı ve Kur'an Meali, Caner Arabacı, M ehmet Akif'in Mısır Hayatı, M ehmet Akif Dönemi ve Çevresi, TYB ve İlim Yayma Cem iyeti Yay. Vefatının 71. Yılında M .Akif Ersoy bilgi Şöleni Toplantı M etinleri Ali Alvi Kurucu, Hatıralar-1, Kaynak Yay. 2008, İstanbul. Orhan Okay, Mehmed Akif, Bir karakter Heykelinin Anatom isi, Akçağ yay. 2005 Ankara Kazım Yetiş, Bir M ustarip M ehmet Akif Ersoy, Akçağ Yay. 2006 Ankara Ahm et Kabaklı Türkiye'yi Yoğuranlar,Türk Edebiyatı Vakfı yay. 2003, İstanbul D. Mehmet Doğan, Mehmet Akif, Türkiye'de Modernleşme ve Gençlik, M .Akif Bilgi Şöleni Bildirileri, TYB Yay. 2007, Ankara

Mehmet Âkif: Edebî ve Fikrî Akımlar/3. Mehmet Akif Ersoy Bilgi Şöleni’nde sunulan tebliğlerin kitap haline getirilmesi ile oluşan kitap TYB'nin 39, Mehmet Akif Ersoy Araştırmaları Merkezi'nin 3.kitabı

https://kitap.tyb.org.tr/kitap/akif3edebivefikri.pdf

Bu haber toplam 861 defa okunmuştur
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Diğer Haberler
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim