• İstanbul 15 °C
  • Ankara 17 °C

Mehmet Nezir Gül: Azap Osman ve Kızı ve Vatanı ve Tüfeği

Mehmet Nezir Gül: Azap Osman ve Kızı ve Vatanı ve Tüfeği
Din için, vatan ve millet için canını, malını, varlığını feda edenlere…

Günlerdir, haftalardır gözüne uyku girmiyordu. Sokaklarda gizli saklı dolaşıyor, dişleri birbirine kenetli, düşmana lanetli, tetiğini çekecek tüfek arayan elleri, kahırla geziniyordu.

Uzun uzun düşündükten sonra aklına gelen yere gitmeye karar verdi.

“Selamun aleyküm Yusuf Usta!”

“Ve aleyküm selam hemşerim, buyur!”

İşte karşısında meşhur Tüfekçi Yusuf Usta vardı. Derdinin dermanı olabilirdi.

Sıkıldı, çekindi, terledi, titredi. Yüreği titrek titrek, elleri demir yumruk, sözleri mahcup mahcuptu:

“Ustam, benim adım Osman. Bana Azap Osman derler. Ben rençberim, çiftçiyim. Hem de iyi bir avcıyım. Fransız gavuru şehrimizde vahşet işliyor. Antep’imiz yanıyor. Çoluk çocuk demeden öldürüyor.

Ben iyi bir atıcıyım usta. Ama silahım, tüfeğim yok. Ne olursun bana bir tüfek ver. Ama peşin söyleyeyim, hiç de param yok!”

Yusuf Usta da vatanperverdi. Kurtuluş mücadelesine destek oluyordu. Dışarıdan hiçbir desteğin gelmediği dönemde Antep savunmasında, silah ustalığını, bu konudaki maharetini gösteriyordu. İngiliz Lewis hafif makineli tüfeğini, Türk mermileri ile kullanır hale getirmişti. Böylece direnişe, Antep cihadına büyük bir imkân sağlamıştı.

Yusuf Usta buydu. Lakin şimdi o da çaresizdi, elinde en küçük bir demir parçası bile yoktu.

Yutkunarak konuştu:

“Osman ağam. Çok güzel dersin de elimde hiç silah yok. Var olanların hepsini dağıttık çetelere, mücahidlere. İnan…”

Azap Osman sözün devamını dinlemedi. Sokaklara vurdu bedenini. Saatlerce yürüdü, yürüdü. Akşam olmuştu eve geldiğinde. Evini bulmuş, bir çözüm de bulmuştu.

Hanımı, kocasını görünce tanıyamadı. Ne kadar da değişmişti.

“Sana ne oldu böyle? Betin benzin gitmiş.”

“Vatan gidiyor avrad, ben gitmişim çok mu?”

Birkaç defa sözün devamını getirmek, teklifini sunmak için yutkundu, diyemedi. Odanın diğer ucunda bez parçalarıyla oynayan kızı vardı, karşısında da anası. Nasıl söyleyebilirdi. Nasıl ikna edebilirdi.

“Sen bir şeyler diyeceksin ya, ağzında geveleme, söyle.”

Ve söyledi Azap Osman. Söyledi ve yeni bir kor ateş ananın yüreğine oturdu.

Anne kalktı, kazanda su ısıttı, kızını bir güzelce yıkadı. Sular aktıkça gözlerden de pınar gibi yaşlar aktı. Bir o kadarını da içine akıttı. Yatağa geçti, kızını yanına aldı, ona sarıldı gece boyu. Az sonra mışıl mışıl uykuya dalan kızının yanında sabahı zor etti. Tıpkı kocası gibi.

Sabah çorbalarını içtikten sonra, kızına en güzel elbisesini giydirdi. Hazırladığı bohçayı kocasına verdi. Son kez kızına sarılırken tembih etti.

Devamı: https://www.insaniyet.net/azap-osman-ve-kizi-ve-vatani-ve-tufegi/

Bu haber toplam 335 defa okunmuştur
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Diğer Haberler
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim