Bugünlerde insanlara şu soruyu yöneltiyorum: Hiç ceza almayacağınız garanti edilse, kaç kişiyi öldürürsünüz?
Bir nevi anket yapıyorum.
Çevremde "Kimseyi öldürmem" diyen çıkmadı henüz.
Herkesin bir kara listesi varmış meğer.
MESELE, SON OLAYDAN MI İBARET?
Zaferi barıştan üstün tutmak, yalnızca askerî veya siyasi bir tutum değil.
Gündelik hayatımızın her alanında bunun tezahürlerini görüyoruz:
Trafikte sollanmaya katlanamayanları düşünün.
Market kasası önündeki kuyrukta yaşanan sinir harbini hatırlayın.
Sınırsız pizza menüsüne gösterilen ilgiyi akla getirin.
Eğitim, ticaret, iletişim, aşk, din, ulaşım, giyim, barınma, spor... her alanda bir nispet yapma, öne geçme, üste çıkma mücadelesi yok mu?
Bu memlekette başkalarını geride bırakmadan, zarara uğratmadan, ezmeden bir iş başarılabiliyor mu?
Zafer, barıştan daha tatmin edici, daha değerli ve vazgeçilmez değil mi?
ONLAR KAYBEDERSE BİZ KAZANIR MIYIZ?
Cehaletin üç temel görünümü vardır:
1- Son olaya bakarak yorum yapmak ve hüküm vermek.
Terör olaylarını ve vatandaşlarımızın ölmesini, Türkiye'nin normal kabul edilen koşullarından ve süreçlerinden bağımsız düşünebilir miyiz?
2- Cezalandırmanın çözüm getireceğine inanmak.
"Yeterince insan öldürürsek her şeyi düzeltebiliriz" türünden düşüncelerde mutabık olup sadece kimlerin öldürülmesi gerektiği konusunda ihtilafa düşmek, tek meselenin bu olması acayip değil mi? [Norveç'te 77 kişiyi katleden manyağa 21 yıl hapis verilmesine birçok okuryazarımız itirazlar yöneltmişti. Halbuki, yargıcın düşüncesi şu: "Geçmişte olanı değiştiremeyiz ve daha fazla kayba razı olamayız." Norveç toplumu, 21 yılı, suçluya verilmiş cezadan ziyade, bir sapığı iyileştirmek için kendilerine tanıdıkları bir süre olarak algılıyor. Ya biz?]
3- Korkaklık ve buna bağlı olarak kendi çıkarını her şeyin üstünde tutmak.
Cesaretsizlik [pısırıklık, yalakalık...] ve vicdansızlık [sevgisizlik, hoşgörüsüzlük, insafsızlık], bilgisizliğin eşantiyonlarıdır.
Cahillerin gözünde para, mal, mülk edinmek en büyük ideallerdir: En zengin[?] kim ise, en akıllı odur.
Kendi çıkarı peşinde koşmanın 'birey' olmak sanıldığı bir toplumda, başkalarının ölümü yüzeysel bir merak ve gizli bir hoşnutlukla karşılanır ancak.
SONA BIRAKILAN İLK SORU
"Beytüşşebap'ta 10 şehit 20 ölü" haberini okurken, kendimizi bu olayla tümden ilgisiz sayıyor ve eleştiriden muaf tutuyoruz.
Gençlerimiz şehit olmasaydı, onlara değer verecek miydik?
Onlar da hepimiz gibi birilerinin muhayyel kara listesinde yer almayacak mıydı?
Bebeklerimizi neden öldüklerinde seviyoruz?
"Biz nasıl insanlarız ki evlatlarımız birbirini öldürüyor?" sorusundan ancak bizzat kendimiz ölünceye dek kaçabiliriz.
Bu bir zafer midir peki?
07.09.2012 Yeni Şafak






























Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.