• İstanbul 12 °C
  • Ankara 12 °C

Mustafa Atikebaş: Türkçenin Tabiî Yolu

Mustafa Atikebaş: Türkçenin Tabiî Yolu

Öyle sanıyorum ki Türkçe, bütün zamanların en hırpalanmış dilidir. Uzun tarihi boyunca ehliyetsiz ellerin çekiştirip durduğu fakat bir türlü istenilen kıvama ulaşamamış bir hamur gibidir. O hamurdan yapılmış lezzetlerimiz her devirde vardı elbette. Zaten onların mukavemeti sayesinde bugün hâlâ büyük dünya dillerinden biri olarak yaşıyor.

Lisanı sonraki nesillere edebiyat eserleri taşır. Ne ders kitapları, ne gramer kitapları, ne de akademik makaleler/tezler edebî eserin gücüyle boy ölçüşebilir. Hâl böyleyken çok defa dil meselelerinde en son bakılanın edebî eser olması tam bir garabettir. Yazarı, şairi hayattayken kıymeti bilinmeyen nice şaheserimiz var. Biz farkında olmasak da Türkçenin tarihi sürekliliği bu eserlerin sayfaları arasında saklı. “Devam” fikri milletin tarihi gibi edebiyatında da belki en mühim amildir. Bu sonradan hatırlayış yüzünden gözümüzün önündekileri göremiyor, tekliflerine bigâne kalıyoruz.

Ne vakit dille alakalı bir konu gündeme gelse ilk akla gelen Türk Dil Kurumu oluyor. Bunda bir beis yok, çünkü kurulduğu tarihten (1932) bugüne kurumun esaslı vazifesi Türkçenin hayatiyetini korumaktır. (Kurumun bu hususta üzerine aldığı vazifeyi hakkıyla yerine getirip getirmediği netameli bir konudur ve bu yazının sınırlarını aşar. Meraklısı İsmail Habib Sevük, Peyami Safa, Necmettin Hacıeminoğlu, D. Mehmet Doğan gibi ömrünü bu işe adamış isimlere müracaat edebilir. ) Beis; kurumun, Türkçenin bütün meselelerinin yegâne çözüm kaynağı olarak görülmesindedir. Türkçe konuşan, düşünen ilim ve fikir adamlarının bu kolaycılıktan vazgeçmesi ve taşın altına ellerini koymaları gerekmektedir. Tabii, dil bilimi kaidelerine ve dilin estetiğine uymak şartıyla. Geçtiğimiz günlerde bir “deprem profesörü”, tsunami yerine süpürtü; fay yerine kırık kelimelerinin kullanılması gerektiğinden bahsetti. Üstelik bunları Atatürk’ün mirası olarak göstermeye çalışıp uydurukçuluğuna bir de kılıf eklemeye kalktı. Atatürk’ün emridir diyerek kelime uydurma hastalığı belli zamanlarda nüksediyor. Hâlbuki Atatürk, kendi başlattığı dil devriminin Türkçeye fayda getirmediğini – kendi ifadesiyle dilin çıkmaza girdiğini – bir süre sonra fark etmiş ve dil hususundaki iyi niyetinin nişanesi olarak “uydurulmuş Türkçe” den “tabiî Türkçe” ye kesin olarak döndüğünü ispat eden metinler bırakmıştır. D. Mehmet Doğan’ın geçtiğimiz ay yayınlanan Türkçenin Cenaze Töreni 1. Türk Dil Kurultayı isimli kitabından aldığım aşağıdaki kutlama mesajları tek başına bu konudaki görüşünü ifadeye yeter:

            “Dil bayramından ötürü, Türk Dili Araştırma Kurumu genel özeğinden, ulusal kurumlarından birçok kutun bitikler aldım, gösterilen güzel duygulardan kıvanç duydum. Ben de kamuyu kutlarım” (26 Eylül 1934)

            Dil bayramı münasebetiyle Türk Dil Kurumu’nun hakkımdaki duygularını bildiren telgraflarından çok mütehassis oldum. Teşekkür eder, değerli çalışmalarınızda muvaffakiyetlerinizin temadisini dilerim(27 Eylül 1937)

Atatürk’ün izinden gidilmediği açık.

Bütün büyük diller lazım olduğunda yeni kelimeler türetir. Bunu kendi söz varlığından yapabileceği gibi bazen de milletlerarası ortak kullanımı olan kelimeleri aynen alır. Özellikle terim/ıstılah konusunda bu yola başvurulur. Türkçe bilim, sanat, felsefe terimleri uzun müddet Arapçadan -ya doğrudan ya da Arapça köke Türkçe ekler getirilerek- alındı. Medeniyet dairemizin değişmesiyle beraber Arapça terimlerin yerlerini Latinceleri aldı. İçtimaiyyat, sosyoloji; ruhiyyat, psikoloji oldu. İlk ve en cezri değişim tıp terimlerinde meydana geldi. Günümüzde yalnızca fen bilimlerinde değil, sosyal bilimlerde hatta ilahiyatta dahi hatırı sayılır miktarda Latince terim kullanmaktayız. Türkçenin terim meselesi bir asrı geçen zamandır keşmekeş içindedir. Başlangıçta terimlerin Türkçeleştirilmesi istenmiş, bunda başarılı olunamayınca geriye de dönülmemiş ve Greko-Latin esaslı terim sistemi yerleşmiştir.

Başta da ifade ettiğim gibi dildeki değişmeler vuku bulurken edebiyatçılar nedense hep geride durmuşlardır. En azından akademisyenlerin gerisinde… Kelimeler hikâyede, romanda, şiirde hayat bulur. Doğal ortamından koparılan bir kelebek misali kendi başlarına kaldıklarında adeta cansızlaşırlar. Dilde hangi kelimenin kullanılacağına birileri karar veredursun, o kelimelerin ömrü yazıldığı edebi eserin ömrüyle mukayyettir. Yani şairin/yazarın dile katkısı derinden derine işler. Belki de bunun farkında oldukları için uzakta durmuşlar, olan biteni izlemekle yetinmişlerdir. Son sözü söyleyenin kendileri olacağını bilmenin özgüveni de denilebilir. Nihad Sâmi Banarlı Türkçenin Sırları’nda, Atatürk’ün dil inkılâbına destek vermesi için Yahya Kemal’i davet ettiğinden bahsediyor. Büyük şair bunun üzerine “Benim dilde ilmim yok, yalnızca vehmim vardır” diyerek nazikçe daveti reddettiğini bildirmiş. İlerleyen yıllarda bu sefer Yahya Kemal’in de bulunduğu bir toplantıda Atatürk önce şairden birkaç şiirini okumasını istemiş, şiirleri zevkle dinleyen Atatürk yanındakilere :“Beyler! İşte hakîkî ve güzel Türkçe budur!” diyerek şöyle devam etmiş:

“Yahya Kemal Bey!... Hatırlıyor musunuz? Sizi dil çalışmalarına davet ettiğim zaman, bana: “Benim dilde ilmim değil, sadece vehmim vardır, müsaade edin, ben bu vehimle baş başa kalayım, demiştiniz. Şimdi hep birlikte anlıyoruz ki dil davasında siz haklı çıktınız.”

Hakikat budur ki şiirleriyle yirminci asra damgasını vurmuş Yahya Kemal’le birlikte Türkçenin zarafetini yaşatmayı bilmiş bir avuç edibin eserleri sayesinde tabii yolda ilerlemeye devam ediyoruz.   

Bu haber toplam 407 defa okunmuştur
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Diğer Haberler
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim