(Birisi diyor ki 'Milli güvenlik, kamu düzeni ve genel ahlakın sınırları belli değildir.' Bu gibi adamlar hiç bir sınır kabul etmez, tarif de edemez, sadece karşı çıkar).
Doğrudur, bazıları disiplin uygulayacağım diyerek insanlara olmadık eziyetler reva görüyor, bayağı işkence ediyor. Bunlar faşistten ziyade psikopat adamlardır. Bunların yüzünden disipline karşı çıkmak akla ziyandır.
Disiplin başarının anahtarıdır.
Bu çerçevede sporda disiplini, okulda disiplini, bütçe disiplinini vb. düşünün. Konulan hedeflere ulaşmak için gayret göstermek kendini disiplin altına almak demektir.
Çalışmadan kazanmak, her hususta lakayt olmak, söz ve kaide dinlememek özgürlük değil, serseriliktir.
Her toplum ve kuruluşun geleneklerine, yapısına, insan unsuruna, inançlarına, bilgisine, görgüsüne göre bir disiplin anlayışı vardır ve bu zamanla değişebilir. Ancak toptan ortadan kalkması söz konusu değildir. (Kılık-kıyafet veya merasim yönetmeliklerindeki disiplin gibi).
Şimdi size Milli Eğitim camiasından bir sahne anlatacağım.
Orta öğretimde çalışan ve kaliteli-tecrübeli bir öğretmen olan arkadaşım anlattı: Mustafa abi, dedi. Ne yapacağımı şaşırdım bana bir akıl ver. Hayırdır, dedim. Anlatmaya başladı.
Sınıftayım, ders yapıyoruz. Arka sıralardan bir talebe kalkıyor, önümden geçiyor, cam kenarında oturan arkadaşının ensesine bir tokat atıyor. Bütün sınıf kahkahadan kırılıyor.
Ben 'Yok ya, daha neler' diyerek küçük dilimi yutmuş oluyorum. Arkadaş önceleri bu gibi hareket yapanlara bağırıp-çağırmış; öğrenciler diklenmişler. Sonuç kavga çıkacak. Bizim hoca kavganın bir şeyi halletmeyeceğini bildiğinden müdüre gidiyor. Böyle, böyle oldu, diyor. Müdür pişkin, hatta gülerek 'İdare edin hocam, idare edin' diye meseleyi geçiştiriyor.
Gel de dayan.
Bizim oğlan 'Beni bu okuldan almaz iseler, istifa edeceğim, ya da başım belaya girecek' diyor. Zor teskin ettim.
Kendi talebelik günlerimi düşündüm.
İdarenin önünden geçmeye korkardık.
Şapka takmak mecburi idi, okula şapkasız gelenleri almazlardı. Hakedene dayak vardı. Şimdi bir öğrenciye değil bir tokat atmak, biraz sert konuşsan ertesi gün velisi ve tüm sülalesi karşına dikiliyor. 'Sen bizim çocuğa nasıl böyle dersin. Sen kimsin lan'. Aman alttan alın yoksa bi ton dayak yersiniz. Hastaneler dayak yiyen doktorlardan geçilmiyor.
Biz talebe iken, küçük şehrin tek lisesinin idarecileri (Başta rahmetli Başmuavin Fikret Bey olmak üzere) geceleri 'kahve kontrolüne' çıkarlardı. Kahvelerde rastlanan talebeler disipline verilirdi. Lise bitirmek fermana mahsus idi. Tek dersten kalan bir yıl bekler Eylül'de imtihana girerdi. Üç yıl o dersi veremezse okuldan atılırdı. Ama o okulun tek fen sınıfının otuz beş kişilik kadrosundan on beş kişi imtihan kazanarak Avrupa'da burslu okudu.
Bizden bir iki devre sonra, altmışlı yılların sonuna doğru Erzincan Lisesi Türkiye Liselerarası Bilgi Yarışması Şampiyonu oldu. Galatasaray'ı, Kabataş'ı vb. eledi. O yılın lise futbol takımı Türkiye Şampiyonu olarak ülkemizi Fransa'da temsil etti.
Mevcut disiplinden çıkan başarının meyvesidir bu.
Daha sonraki yıllarda Milli Eğitim âdeta 'deneme tahtası'na çevrildi. Her gelen Milli Eğitim Bakanı kendini dahi saydığı için yeni bir düzen icat etti. Sorarım size 'kredili sistem'i hatırlayan var mı?
Bir ülkenin Milli Eğitim Sistemi, bir zihniyetin, uzun vadeli plan ve programın mahsulü olup onunla zırt-pırt oynanmaz. Oynamak denilince aklıma geliyor, hafakanlar basıyor. Bir ara orta öğretimde sekiz zayıfı olan sınıf geçiyordu. Böyle bir sistemde disiplinin 'd'sini ağza almak suç sayılır. Akıl dışı bir uygulama çünkü.
Umarız yeni bakanımızın yeni sistemi uzun ömürlü olur. Ders kitapları zırt-pırt değişmez. Yönetmeliklerle oynanmaz. Orta öğrenim uzun yıllardan beri beklediğimiz bir 'disiplin'e kavuşur. Bu 'disiplin' en az yirmi yıl aynen sürerse (Hükumetler ve bakanlar değişse de bu sistem aynen devam etmeli) orta öğretimde kalıcı bir seviye yakalanabilir.
19.09.2012 Yeni Şafak






























Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.