Hadislerde ‘ateş karşısında en cüretkârınız fetva konusunda en cüretkârınızdır’ denilmiştir. Şah Veliyyullah Dehlevi bundan dolayı sahabeler kuşağının fetva konusunda sorumluktan kaçındıklarını ve fetva meselelerini birbirine attıklarını söylemektedir. Bundan dolayı da İmam Malik’in hacda kendisine sorulan kırk sualden sadece dördüne cevap verdiği mervidir. Bu nedenle olmamış meselelere dair fetva verilip verilmemesi tartışılmıştır. Buna olumlu cevap verenlere ehl-i rey denmiştir. Günümüzde ise ilahiyatçılar ihtiyat yerine fanteziye kaçmaktadırlar. Bilseler de bilmeseler de her konuda ahkâm kesmekte ve konuşmaktadırlar. Her konuda ihtiyat payını kaldırdıkları ve takvadan uzaklaştıkları söylenebilir. Evet! Günümüzde bilgi yayılmıştır ama bu bilginin büyük kısmı tahkikli bilgi değil kirli bilgidir. Önemli olan nitelikli bilgidir. Hakla batılı ayıran bilgidir. Günümüzün en önemli özelliklerinden birisi de çılgınlıktır. Çılgın olan makbul olmaktadır. Günahta çılgınlık mütecahir olmaktır. Günahı açıktan işlemek ve bu hususta Allah’tan korkmamak ve kuldan utanmamaktır. Zinanın aleni işlenmesi ve orucun aleni bozulması gibi. Bir de bu mütecahir oluşlarına kılıf uyduruyorlar ve riyadan kaçındıkları için günahı aleni ve cehri işlediklerini söylüyorlar. Bu, emr-i bi’l maruf ve nehyi ani’l münkeri ortadan kaldıran ve günahın yaygınlaşmasına neden olan bir çığırdır. Hadislerde denildiği gibi sonucu felakettir. Günahkârlar mütecahir olurken yani fasıklık mergup hale gelirken ilim camiasında ise şöhret edinmek için mütezahir yani öne çıkmak moda olmuştur. Bundan dolayı bazı ilim ehli çekinmeden ve boylarını aşan bir biçimde büyük iddialarda bulunabilmektedir.
*
Sözü bir meseleye getirmek istiyorum. İstanbul’da Bahçelievler Yenibosna semtinde bulunan Mehmet Akif Camii Derneği Başkanı Yunus Şahin abi meraklı birisi ve adeta bir kitap kurdudur. Geçenlerde tetkik için elime bir risale tutuşturdu. İstanbul Müftülüğü tarafından basılmış. Sorulu Cevaplı Temel Dini Bilgiler adını taşıyor. Eski İstanbul Müftüsü Mustafa Çağrıcı katkıda bulunanlar arasında bulunuyor. Kitap anonim bir özellik taşıyor.
Kitapta eski köye yeni adet kabilinden melufu olmadığımız bazı bilgiler ve hükümler yer alıyor. Doğrusu bana işgüzarlık gibi geldi. İtikadi mezheplere dair bilgiler verilirken burada üç mezhebin adı geçiyor. Bunlardan ikisi Eş’arilik ve Matüridilik üçüncüsü ise Selefiye. Muhammed Said Ramazan el Buti ve diğer ehl-i ilmin beyan ettiği gibi Selefilik diye bir mezhep yoktur. Uydurmadır. Sadece Selefe öykünmedir. Selef adına bir iddia ve yöntem ihdasıdır. Zaman zaman Sufiler ve ehl-i hadis kendi namlarına ve müstakil olarak anılsalar da sonuç itibarıyla Ehl-i sünnet dairesindedirler. Bu daireden çıkan sufiler de müteşerri sufi olmaktan çıkmaktadır. Eş’arilik ve Matüridiliğe mensup ya da yakın ve yatkındırlar. Hanbelîlik ise zamanla iki eğilime ayrılmıştır. Bu eğilimlerden birisi Eş’arilik dairesine ikincisi ise müşebbihe akımına yakındır. Müşebbihe eğilimi Hanbelîlikle sınırlı olmasa bile zamanla bu akımın odağı haline gelmiştir.
*
Mustafa Çağrıcı’nın akait mezhepleri arasında Selefiliği sayması yanlıştır. Lakin Eş’ari veya Maturidi öncesinde Müslümanların ve eslafın akaitte mezhebi ne idi sorusunun cevabı Selefilik olabilir mi? Onların anlayışı saf bir biçimde erken Eş’arilik ve Maturidilik olarak da anılabilir. Veya Maturidilik ve Eş’arilik kelam araçlarıyla donanmış halef anlayışı olarak tanımlanabilir. Selefin anlayışı ise kelam araçlarından arınmış saf Sünniliktir. Selefin elbette bir akait anlayışı vardı ama bunu Selefilik olarak ifade etmek yanlıştır. Risale bu yanlışa düşmüştür. Risaledeki ikinci yanlış ise ameli mezheplerde Caferiliğin dört mezhebe ilave edilmesidir. Cafer-i Sadık ümmetin ulularından ve büyüklerinden birisidir. Bunda herhangi bir ihtilaf yoktur. Mesele Şia tarikiyle gelen merviyatın sıhhatidir. Mahmut Şeltüt’ün dışında ehl-i ilim Şia tarikiyle Cafer-i Sadık’tan gelen rivayetleri kabul etmemiş veya ihtiyatla karşılamıştır. Ehl-i Sünnet âlimleri tarikiyle gelen rivayetleri ise bellidir ve makbuldür. Bu tür işgüzarlıklar masumane gözükmekle birlikte öyle değildir ve yanlış bir çığıra mahal verebilir. Soru şu: Risalenin bahsettiği Selefilik hangi selefiliktir veya Caferilik hangi Caferiliktir ya da kimden menkuldür? Öyleyse, günümüzde tahkik sonucunda Şiilerin bile reddettiği kendi hadis mecmualarında yer alan Cafer-i Sadık’a nispet edilen sözleri de kabul etmeliyiz? Bu ise kendi zeminimizle tezada düşmektir. Hatta kendi kendimizi reddetmektir.
01.02.2014 Milli Gazete































Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.