Kant’ın “Aydınlanma Nedir?” sorusuna verdiği cevapta, öne çıkan belirgin öge, insanın erginlik haline ulaşması ve bundan sonra içinde bulunduğu olumsuzluktan kurtulmak için kendi imkan ve enstrümanlarını kullanmasıdır. Kant’ın bu tanımı, insanın sürekli bir ergin olmayış durumuna itirazdır. Tabii ki, verili bir dünyada insanın yetersizliğinin, vahiy ile tamamlanması söz konusudur ve bu bağlamda Kant’ın yaklaşımları eleştiriye tabi tutulur.
Fakat onun “ergin olmayış durumu” diye tespit ettiği sorunun, yukarıda tanımlanandan mahiyetçe farklı durumlarda bir problem olarak sürekli ortada durduğunu söyleyebiliriz. Bu bağlamda halkın kaderini sahiplenme anlamında bir ergenliğe ulaşamadığını farklı semptomlar üzerinden izleyebilmekteyiz. Nitekim, sorumluluklarını ve kaderini sahiplenmediğini; siyasi, kültürel, toplumsal gelişmeler ve uygulamalar karşısında kendi sorumluluklarını iktidara ya da kurumsallaşmış muhalefete devreden kitleler, meşru politize olma kanallarının içinde yer almamaktadırlar.
Ergin olamayış durumu özellikle yönetim (her düzeydeki yönetimler) ile halk arasındaki ilişkide iki boyutlu olarak söz konusudur. Bir yandan yönetimler, insanları kendi başına bırakırsan ya davulcuya ya da zurnacıya gider mantığıyla, çoğunlukla yeterli görmemişlerdir. Bu, dikte ile güdülen bir halk algısının yaratılmasında ciddi oranda pay sahibi olmuştur. Tamam, geniş kitleler, büyük oranda gündelik yaşamı ile ilgilidirler. Ancak sağlıklı bir değişim ancak kitlelerin belirli oranda kaderlerine sahip çıkmasıyla mümkündür.
Yazının devamı için: http://www.milatgazetesi.com/-KADERINI-HALK-SAHIPLENSIN/51190#.Usu5btJdWSo































Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.