• İstanbul 19 °C
  • Ankara 20 °C

Neden felsefemiz olsun ki?

D. Mehmet DOĞAN

(Büyük Felsefe Lügati’nin yayınlanması münasebetiyle)

*

Neden felsefemiz yok? Neden bir felsefemiz olmadı? Olamıyor, hatta olamaz?

Bu sorularak verilecek cevaba hazır mıyız?

Meşhur hikâye; mağlup Napolyon komutanlarına sorar: "Savaşı neden kaybettik?" Generalleri birkaç mühim sebep olduğunu söylerler. "Birincisi, barut bitti!" Napolyon, "Yeter! İkincisini, üçüncüsüne lüzum yok!” der.

Çünkü bir felsefe dili kuramadık! Bir felsefe terminolojisi oluşturamadık. Felsefî ıstılahların yerleşmesi bir şekilde imkânsızlaştırıldı.

*

Türkiye’de felsefe yazıcısı kadar felsefe okuyucusu var mıdır? Kanaatimizce yoktur da biz yine de varmış gibi yapalım!

Daha önce bu konu ile ilgili yazmıştık.

Birincisi Neden Klasiklerimiz Yok kitabında yer aldı. Yazı İsmail Kara’nın Bir Felsefe Dili Kurmak-Modern Felsefe ve Bilim Terimlerinin Türkiye’ye Girişi. (2001) kitabı üzerine yazılmıştı.

İkincisi Karabatak’ta yayınlandı.

Aylık edebiyat, fikir sanat dergilerini ulaştıkça karıştırıyorum, bazı yazıları seçerek okuyorum. Temmuz 2021 Dergâh’ında bir yazı dikkatimi çekti. “Filozofların/felsefenin terimlerinin çevirisine dair.” (Murat Şamil Şen).

Nihayet, konuyla ilgili yazan (dolayısıyla düşünen, dert eden) birisini buldum diye sevindim. Yazıda birkaç defa tekrarlanıyordu: “Türkçede felsefe terimlerine dair hiperenflasyon vardır”“terimlerin hiperenflasyonu”

Yani felsefe terimlerinde şişkinlik, hatta aşırı şişkinlik var!

Nereden kaynaklanıyor bu “obezlik”?

Türkçe, dilimiz…20.yüzyıla kadar devlet müdahalesi olmadan geldi.

Osmanlı Devleti’nin dili başlangıçtan itibaren türkçe idi. Osmanlı dünyayı türkçe yönetti. 19.yüzyılın sonunda devletin meşrutî (constitutional) yönetime geçmesi yolunda bir adım atıldı ve ilk anayasa (Kanun-ı esasî) hazırlandı. Bu çok dinli, milletli, dilli… büyük devlet, resmî dilini her şeye rağmen “türkî-türkçe” olarak kayda geçirdi.

Türkçe 19. Yüzyıldan itibaren batıyla kültürel-ilmî alışverişin genişlemesi dolayısıyla bu dillerden tercüme maksadıyla yapılan yeni ıstılahlarla (terme/terim) zenginleşti. Batıda terminoloji kök dil olarak latince üzerinden yapılıyordu, Osmanlı bir medeniyet tercihi olarak Kur’an’ın dili arapça üzerinden ıstılahlar yaptı. Yetmediği yerde farsça ve türkçeye başvuruldu. Bu yeni yapılan terimler, nasıl latince terimler Avrupa’da bütün dillerde müşterekse, İslâm dünyasında müşterek bir terminoloji olarak yayıldı.

Sosyal ilimlerde de karşılıklar arandı, felsefe dili bilhassa önemsendi. Bunun için 1914’te bir “encümen” teşkil edildi. Felsefe terimleri üzerine resmî çalışma böyle başladı, araya Dünya Savaşı, Millî Mücadele girdi. Sonrasında harf inkılabı, dil devrimi derken 20 yıl geçti.

1914 Encümeninde yer alan Babanzade Ahmed Naim fransızcadan“İlmü’n-nefs” (psikoloji) tercümesinin başında şöyle yazıyor: “Felsefe bizde nevzuhur bir ilim olsaydı, ıstılahatını vaz’ etmek o kadar müşkil bir iş olmazdı.” (Felsefe bizde yeni ortaya çıkmış bir ilim olsaydı, terimlerini yapmak o kadar güç bir iş olmazdı).

Burada sağlam bir prensibe işaret ediliyor, bu işe sıfırdan başlamıyoruz, bir düşünce ve felsefe geleneğimiz var, deniliyor. Birikimi yok saymamak, hâfızayı/müktesebatı koruyarak sürdürmek. 1914 encümeni bu prensip üzerinden yürümüştür. Türkçü Ziya Gökalp de bu prensibe uymuştur, materyalist Baha Tevfik de.

Cumhuriyet’ten sonra bu prensip üzerinden yürünerek, mevcudu koruyarak felsefe terimlerine türkçe veya türkçeleşmiş köklerden makul ilaveler yapılabilse idi, düşünce geleneğimiz kesintiye uğramayacaktı.

Halbuki, hafızayı sıfırlama, birikimi yok sayma bahasına yeniden başlamak esas alındı. Bu sürekli yeni olmak iddiası tekâmül edememek, olgunlaşamamak sonucunu doğurdu.  

1914 Encümeninin demokratik bir çalışma tarzı takip ettiği anlaşılıyor. Konunun erbabı çalışıyor, tartışıyor. Resmî bir müdahale yok.

Yaklaşık çeyrek asır sonra,1941’de toplanan Felsefe ve Gramer Terimleri Komisyonu’nun çalışma tarzı hakkında İstanbul Üniversitesi’nde felsefe doçenti olan Macit Gökberk şunları söylüyor:“1941 yılının şubatında felsefe terimlerini hazırlamak üzere, felsefe bölümündeki bütün öğretim üyesi arkadaşlarla Ankara’da Millî Eğitim Bakanlığı’na çağrıldık. Biz oraya oturulacak, konuşulacak, tartışılacak diye gittikti. Ama gittiğimizde önceden hiç düşünmediğimiz bir durumla karşılaştık. Bütün terimler daha önce hazırlanmış, listeler yapılmış ve Bakanlık’tan da dille ilgisi olan olmayan birçok kişi üye alarak kurula getirilmişti. Bir terimden söz ediliyor; başkanlık eden kimse de ‘kabul edenler, etmeyenler’ diyor ve o terim tabiî büyük çoğunlukla kabul ediliyordu. Bizim de oylarımız hiçbir defasında bir rol oynamadı.”[1]

Bu apaçık bir itiraf ve haklı bir itiraz. Fakat şu sıralar, felsefe bölümlerinde büyük ölçüde bu komisyonda temeli atılan sakat anlayışın kelimeleri ile çalışılıyor!

İşte asıl mesele burada!

Haklı itiraz sahipleri daha sonra ne yapıyor?

O zaman İstanbul Üniversitesi’nde felsefe profesörü olan Hilmi Ziya Ülken komisyonun çalışmaları ile ilgili olarak daha sonraları “Tarihimiz İslâm medeniyetine bağlı olduğu için oradan gelen kelimeleri kökten atamayız. Azaltabiliriz. Batıdan gelen kelimeleri de büsbütün önleyemeyiz. Yeni ilimler ve uzmanlıklar yeni kelimelerini getiriyor. Mümkün olduğu kadar her kavramı türkçe bir kelimeyle karşılayacağız. Fakat hedefimiz kelime değil, kavram zenginliği olmalıdır. Öyle ise terimlerde yolumuz eklektik olacaktır.” diyor.[2]

Hilmi Ziya, 27 sene önce benimsenin görüşü muhafazakâr bir tavırla tâdil ederek savunuyor. Türkçe terimlere öncelik verilerek bir terminoloji oluşturmak, seçmeci olmak. Elbette bunun içinde gelenekten gelen kelimeler olduğu gibi, batı dillerinden geçen terimler de bulunacak.

27 sene ara ile toplanan “Encümen” ile “Komisyon”un adlarından başlayan farklılaşma dikkati çekiyor. Encümen o zaman yaygın kullanımı olan farsça bir kelime. Marif Nezareti’nin 1914’te topladığı Encümen bin yıllık birikimi sürdürmeyi esas alıyor. Batı dillerinden alınan bir kelime ile adlandırılan Komisyon ise, tasfiyeci bir tavırla çalışıyor. Neyi tasfiye ediyor? Yunan felsefesi geleneğini tercüme ederek, işleyerek sürdüren, bizim de hatırı sayılır iştirakimiz olan bir medeniyet geleneğini… Yerine güya öztürkçe kelimeler konuluyor. Komisyon’un tasfiyesi nihaî olarak türkçeye değil, batı terminolojisine yarıyor. Bu, bin yıllık gelenekten koparılıp, batı geleneğinin kuyruğuna eklenmeye yönelik bir tavırdan başka bir şey değil. Encümen ilmî bir çalışma için uygun bir vasatta hareket ediyor. Kararları müzakere ile veriyor. “Komisyon” ise direktife uygun olarak “terimleri” kabul ediyor...

Netice olarak, Türkiye’de felsefe öğretimi 1941’de temelleri atılan, Felsefe ve Gramer Terimleri üzerinden yürütüldü. On yıl sonra TDK, İstanbul Üniversitesi Felsefe bölümüne başvuruyor ve 1950-53 arasında Prof. Macit Gökberk yönetiminde bir ekip felsefe terimleri üzerinde çalışıyor. Macit Bey, 1941 komisyonunda yok sayılmasını telafi edebilir, kopukluğu giderebilir miydi? Zihniyet aynı olduğu için sonuç değişmiyor!

1950’de Macit Gökberk gibi 1941 komisyonundan bir isim daha var. Fikri olan ve fakat rolü olmayan biri: Hilmi Ziya Ülken! Daha önce konuyla ilgili görüşlerini aktardığımız Hilmi Ziya’nın da bu toplantılara katıldığı Bedia Akarsu’nun imzasıyla yayınlanan Felsefe Terimleri Sözlüğü’nün önsözünde belirtiliyor.[3] Fakat bir tesirinin olmadığı anlaşılıyor.

25 yıl süreyle hocalar bu terimleri kullanıyorlar/deniyorlar, Önsöz’de belirtildiğine göre, sonunda bir birliğe varıyorlar ve 1975’te felsefe terimleri kitap olarak yayınlanıyor. Elimizin altında bu kitabın 1979’da yapılmış ikinci baskısı var. Tasfiyeci tek parti zihniyetinin, felsefe terimlerinin günümüzdeki uygulamaya dönük kaynağı bu kitap. Felsefe bölümlerinde hocaların bu terminoloji üzerinden yürüdüğünü, sıkışınca latince terimleri öne çıkardığını söyleyebiliriz.

Bunu piyasada yaygın olarak kullanılan Ahmet Cevizci hocanın Felsefe Sözlüğü’nde büyük ölçüde görüyoruz. Sözlükte “duyumsal, dilsel, döngüsel” gibi “öztürkçe” kelimeler yanında “argümantif” gibi dilimizde pek kullanılmayan batılı kelimelere de rastlıyoruz.

            Felsefe dilini devirmeye başlangıç: Gramer ve felsefe terimleri

Dili devirenler, 1940’larda işe gramer ve felsefe terimlerinden başladılar!

Zihin nasıl karıştırılır, düşünme nasıl dumura uğratılır, biliyorlardı, o yüzden oradan başladılar.

Düşünmenin temelinde dil, dilin temelinde gramer var ve düşünmek, felsefe yapmak kelimesiz mümkün değil. Felsefe ve Gramer Terimleri Komisyonu, ceberrut bir tek parti uygulaması şeklinde kararlar aldı. Davet edilenler, asıl konu ile ilgili olanların fikirlerinin kaale alınmadığını söylediler. Bir on yıl sonra DP devrinde Dil Kurumu yeni bir komisyon topladı. “Bizi kaale almadılar” diyenler, önceki komisyon gibi hareket ettiler. Bugün piyasada felsefecilerin kullandığı kelimeler çoğunlukla işte bu komisyonların eseridir. Son yıllarda bunlar yeterli bulunmamış, her önüne gelenin kelime uydurması, akademinin alışkanlığı haline gelmiştir.

Böyle bir lügat var mıydı?

Daha önce felsefe dili üzerinde yazdık. Bir yankısı oldu mu? Bu soruya cevap verecek durumda değilim.

İşte tam da bu sırada çıkıp geldi Büyük Felsefe Lügati.

İsmini, müellifini biliyorduk, fakat eserle müşerref olamamıştık. Öyle anlaşılıyor ki, bilmesi gerekenlerin malûmu olmamış, kullanması gerekenler başvurmamıştı; kısacası yok hükmündeydi.

Mustafa Namık Çankı’nın ömrünü verdiği lügati ilave ve düzeltmelerle Recep Alpyağıl hazırlamış. İşte Sunuş’un başlığı: “Akademinin unuttuğu ama felsefe dili olarak Türkçenin asla unutmayacağı felsefecimiz: Mustafa Namık Çankı.”

Muhalled eser budur!

Hazırlayana, basana, yayana teşekkür. Asıl teşekkürü bu kitabı merkeze alarak felsefî dili oluşturmak azmine sahip ilim ve fikir adamlarımıza yapacağız.

Türkçede felsefe köksüzdür, tefekkür köksüzdür. Dilsizdir, sözlüksüzdür. Çünkü yüzyıllar boyunca meydana getirdiğimiz felsefe dili, düşünce dili yok sayılmış, sıfırdan felsefe sözlükleri hazırlanmıştır. Bunlar bir teklif olarak hazırlansa idi, dert etmezdik. Bu yetersiz sözlüklerle yanluş yunluş felsefe yapmaya, tefekkür etmeye zorlanmışızdır. Ve sonuç ortadadır.

1941’de Devlet zoruyla hazırlanan Felsefe ve Gramer Terimleri Sözlüğü, bir süre sonra Felsefe Terimleri Sözlüğü haline getirilmiş, tedrisatta uygulanmış, akademi de köksüzlük numunesi olarak gerçek felsefe terimleri üzerinde ısrar etmeden bu uydurma lügatle idare etmiştir.

Büyük Felsefe Lügati ulaştığından beri, en esaslı meşgalem o!

Önce Mustafa Namık Çankı’yı tanıyor muyuz? Bu ismi bilen var mı, sıradan vatandaşa sorulan bir soru değil bu. Felsefe öğrenimi görenlere yönelik bir soru…

Onu yakından tanıdığı anlaşılan İsmail Hakkı Baltacoğlu’nun birkaç cümlesi fikir veriyor. Ya Cemil Meriç? Üstad keskin ifadelerle sahasına girmek cür’etini gösteren bu garibanı linç ediyor!

Fakat ortada bitmez tükenmez gayret ve muazzam bir emek var.

Recep Alpyağıl hoca, “türkçe felsefe çalışmalarında birçok ilk onunla başlamaktadır” diyor. O’da da Çankı’yı 2010’da bir çalışma vesilesiyle tanımış. Büyük Felsefe Lügati’ne o güne kadar basit bir atıf bile yapılmamışmış!

Sonra yapıldı mı ki?

Mesela Ahmet Cevizci’nin Felsefe Sözlüğü’nün bibliyografyasında Çankı’nın kitabı yer almıyor!

“Hoca, “gadre uğramış bir isim” diyor. Alpyağıl 10 yıllık süreyi Çankı’nın bıraktığı mirası anlama çabasıyla geçirmiş. “Büyük Felsefe Lügati Türkçe felsefe dilindeki gelişimin zirve noktasında yer alan metin” diyor. Yaptığı bu emsalsiz işe rağmen Mustafa Namık Çankı hakkında ansikpoledik bilgi dahi yok!

Ahmed Naim’in mirasını anlama, eleştirme ve ileriye taşıma başarısını göstermiş Çankı.

Mustafa Namık, 1931-33’te felsefe lügati yazmaya karar veriyor. 1934-53 arası kitap çıkarmıyor. Oysa daha önce 11 kitap yayınlamış.

1934’ten sonra yayınlanan eseri yok. Alpyağıl “Türkçenin bâbilleşmesi”ni sebep olarak gösteriyor. İlave ediyor: “Bu dönem halen bitmemiştir!”

Bu dönemi bitirmek iradesini gösterecek, dili kendi zeminine oturtacak babayiğit felsefeciler aranıyor!

Elde sağlam bir kaynak var. Üzerinde çalışarak, tartışarak sağlıklı bir noktaya varılabilir. Felsefe terminolojimiz böylece hiperenflasyondan kurtarılabilir!

 

Karabatak, sayı: 57
 
 

[1] Kamus-ı Felsefe Istılahat Mecmuası, Sunuş’u sf. 13-14 (Macit Gökberk Armağanı, 1983’e atfen)

[2] H.Ziya Ülken: Türkiye’de Çağdaş Düşünce Tarihi. Konya, 1966, sf. 768

[3] 12 Bedia Akarsu: Felsefe Terimleri Sözlüğü. TDK yay. 2. bs. Ankara 1979, sf. 9

 

e7j0_oqx0ai8c_x.jpg

Bu yazı toplam 211 defa okunmuştur.
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim