Belki okurluğu biraz ilerletmiş birisiyseniz birkaç aforizması ile birlikte “Albayım”lı, “Bunu da yaptınız”lı ve “Olric”li cümleler kurabiliyor, böylece arkadaş ortamlarında bir adım öne çıkıyor, belki de ününüze ün katıyorsunuzdur. Birazdan anlatacaklarımın sizi bu konumdan biraz daha ileriye taşıyacağından şüpheniz olmasın. Böylece arkadaş ortamlarının aranılan ismi olabilir, konu Oğuz Atay’a geldiğinde herkesten farklı, birkaç cümle daha kurabilirsiniz. Hazırsanız başlayalım. Oğuz Atay’ın Korkuyu Beklerken kitabında yer alan bir öyküden bahsetmek istiyorum. Demiryolu Hikâyecileri’nden. Her ne kadar Tutunamayanlar’ın şöhreti kendisinde yoksa da Korkuyu Beklerken iyi öykülerden oluşan bir kitabıdır Oğuz Atay’ın. Gönül isterdi ki bütün öykülerinden söz açalım ama yazımızın bir sınırı var tabii ki.
Bilinmeyen (belki de olmayan) bir tren istasyonundaki barakalarda yasayan üç hikâyecinin hayatını anlatır bize Oğuz Atay. İstasyon şefinin deyisiyle “memur hikâyeciler” gündüzleri uyur ve hikâyelerini yazar; geceleri de içini, yazdıkları hikâyelerle doldurdukları sepetlerini kollarına takarak gelen trenlerdeki yolculara hikâye satmaya çalışarak geçirirler günlerini. Hayat bu üç “memur hikâyeci” için hiç de kolay değildir. Öncelikle yaşadıkları yer bir ev değildir. Ayrıca istasyon şefi her ne kadar onlara göz yumuyor olsa da ara sıra başlarında dikilen bir otoritedir. Dahası, gelen trenlere bir şeyler satmakta rakipsiz de değillerdir. Elmacılar, simitçiler, sucuk-ekmekçilerle birlikte vagonların arasında dolaşır, kompartımanlara girip çıkar, hikâyelerini satmak için çabalarlar. Yolcuların çoğu önce karınlarını doyurur hâliyle. Rakipleri ellerindeki malzemeleri tüketip ceplerini doldururken onlar çok az satış yapabilmektedirler.
Devamı: https://www.dunyabizim.com/mercek-alti/oguz-atay-ben-buradayim-sevgili-okuyucum-h32585.html
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.