• İstanbul 19 °C
  • Ankara 22 °C

Prof. Dr. Abdullah Hamiti: Mehmet Âkif Ersoy’un Şiirinde Kosova ve Arnavutlar

Prof. Dr. Abdullah Hamiti: Mehmet Âkif Ersoy’un Şiirinde Kosova ve Arnavutlar
Mehmet Âkif Ersoy Türk edebiyatının en önemli şairlerinden biri, Türk milli marşın yazarı, Sirat-ı Müstakim dergisinin muharriri, bir­kaç dili (Arapça, Farsça, Fransızca) çok iyi bilen kişiydi.

Yüksek ah­lak değerlerle donatan insan, insan ve milli karaktere sahip olan, sosyal ve siyasal çeşitli büyük savaşları yaşamıştır. Kısaca Mehmet Âkif Türk milli şairi sayılmaktadır. Böylece, Mehmet Âkif’in vefatı­nın 50. yılında Tercüman’ın yayınladığı kitabın önsözünde Kemal Ilıcak: “Milli şairimiz merhum Mehmet Âkif Ersoy’u kaybedeli yarım asıl dolmuş bulunuyor. Fani varlığının aramızdan ayrılmasına rağ­men manevî şahsiyeti, imanı, milliyetçiliği ve milletimize yaptığı hizmetler ebediyen yaşayacaktır”.[1] der.

Bilindiği gibi, Mehmet Âkif, sanatkâr olduğu kadar aynı zamanda mütefekkir bir insandır. Hem fiilen hem fikren, o ülkenin hemen her meselesi, her derdiyle ilgilenen bir insandı.

1873 İstanbul Fatih’te doğan Mehmet Âkif, Kosova’nın Suşitse kö­yünde doğan ve tahsilini İpek’te başlayıp İstanbul’da tamamlayan ve Fatih Medresesi’nde müderrisliğe kadar yükselen meşhur alim Tahir Efendi’nin oğludur. Babasından dinî eğitimini alan Mehmet Âkif Rüştiyeyi bitirdikten sonra Mülkiye Baytar Mektebinde gider. Baytar Mektebi’ni birincilikle bitirir; okul ikincisi ise Simon adın­da bir ermeni gencidir. Başarılarından ötürü Âkif’le Simon, Ziraat Nezareti Umur-i Baytariye Şubesi’nde alıkonulurlar. Böylece me­muriyet hayatı başlayan Âkif, asıl vazifesi Nezaret’te olmakla be­raber, bulaşıcı hayvan hastalıklarıyla ilgili olarak Rumeli, Anadolu ve Arabistan’da dört yıl kadar dolaşmış, bu arada imparatorluğun çeşitli bölgelerinde yaşayan insanları, özellikle köylüleri yakından tanımıştır ki, bu tecrübesi ileride çok işine yarayacaktır.[2] Memuri­yet gereği dolayısıyla baba ocağı İpek’i ziyaret ettiğini, hatta akra­balarını bulduğunu ve onları yakından tanıdığını sanılmaktadır.

Bilindiği gibi Türk toplumun en sıkıntılı günlerini Âkif’in yaşadığı dönemde geçirmiştir. İstibdat, Meşrutiyet ve Cumhuriyet dönemlerini yaşamış olan Âkif, hadsiz hesapsız kalkışlar, yıkılışlar, ihanetler ve sefaletlerle kar­şılaşmıştır. Dolayısıyla onun hem şiirleri hem de nesirleri söz konusu dönemin maddi ve manevi bir panoraması hükmündedir. O, kendi edebiyat ürünleriyle halkı eğitmek istiyor, onu karşılaştığı durumu, sıkıntıları ve problemleri hakkında haberdar etmek is­tiyor ki onların üzerinden mümkün olduğu kadar daha az akıbetlerle geçsinler. Normal olarak onun nasihatleri daha çok dinî nasihatlerdir; çünkü onun hitap ettiği topluluk de dinî - İslamî topluluktur. Malum ki onun işlediği konular o dönemde toplum için güncel olmalarının yanı sıra günümüzde de güncelliklerini kaybetmemişlerdir; çünkü onun şi­irlerinden çıkan nasihatler evrensel nasihatleridir.

Âkifi’in ilgilendiği şey İslâmcılık ve bu fikirleri yaymak ve aynı zamanda uyuyan Müs­lümanları uyandırmaktır. Ancak “Meşrutiyet’in” getirdiği fikir hürriyeti, Müslüman Arap ülkelerinde de milliyetçilik akımlarının uyanmasına sebep olur ve “Artık Âkif’in feryatları, birlik çağrıları ve “tefrika”dan şikayetleri boşlukta kaybolacak, hiçbir yansıma bulmaya­caktır. Her şeye rağmen ümidini kaybetmeyen Âkif, önce 31 Mart hadisesi, ardından Arnavutluk isyanı, derken Balkan harbiyle derinden yaralanmıştır. Denilebilir ki, Devleti Aliye’nin trajik çöküşünü hiç kimse onun kadar bütün hücreleriyle yaşamamış, kaybedi­len şeylere onun kadar ağlamamıştır”.[3]

1913’te Balkan Harbi’nin acılarıyla yazdığı şiirleri “Hakkın Sesleri” adlı kitabında topla­mıştır. Âkif’in o yıllarda sadece şiirleri, makaleleri değil, vaazlarıyla da halkı uyandırmak için cami kürsülerinde feryat etmiştir. Ve belki en heyecanlı ve böyle samimi feryatlarla dolu olan şiiri, baba ocağı Kosova’nın faciasını terennüm ettiği şiirdir.

Bu münasebetle o zamanki toplumun tasviri için büyük katkısı olan Mehmet Âkif’in bu şiirini ele alacağız.

Diğer şiirlerin çoğu gibi Kosova’ya ait bu şiir de güçlü bir sosyal ve kahramanlık motifi taşımaktadır. Mehmet Âkif bu motifi güçlü sanatsal bir üslupla işlemiştir.

Bu manzumeyi çok acı feryatlarla başlar, çünkü baba ocağı olan Arnavutluk yanıyor, hem de bu sefer çok feci yanıyor ve kimse imdadına koşmadığı için ölü babasından yardım istiyor:

Üç beyinsiz kafanın derdine, üç milyon halk,

Bak, nasıl doğranıyor? Kalk, baba, kabrinden kalk!

Diriler koşmadı imdâdına, sen bari yetiş ...

Arnavutluk yanıyor ...Hem bu sefer pek müthiş!

(Safahat, Üçüncü Kitap, s. 203)[4]

Bu felaket komşu ülkeler Sırbistan, Karadağ, Yunanistan ve Bulgaristan’dan geliyordu ve çeşitli işkencelerle ve katliamla üç milyon Arnavut’a eziyet ediyorlardı. Şair gittiği her yerde gözünü önüne yalnız kanlı ova olarak nitelediği vefasız Kosova’yı görüyordu:

Nerede olsam çıkıyor karşıma bir kanlı ova ...

Sen misin, yoksa hayâlin mi? Vefasız Kosova!

Hem de nasıl bir felaket, nasıl bir yangın, nasıl bir tufan ki Âkif’in feryatlara boğulduğu ve sesinin dozunun gittikçe yükseldiği görülür:

O ne yangın ki: ocak kalmadı söndürmediği!

O ne tûfan ki: yakıp yıktı bütün vâdiyi!

Keza sanat bakımında çok uygun mısralarla yanmış baba ocağı ve kardeşlerin katlia­mı için kendi duygularını heyecanla ifade ediyor ve bu şekilde şair, Arnavut halkının acılarının bir parçası oluyordu. Âkif, Arnavutların birliğini istiyor; ama istediği bu birlik kavmiyet adına değil, milliyet adına olacaktı:

Fikri kavmiyyet-i tel’in ediyor peygamber.

En büyük düşmanıdır ruh-ı Nebî tefrikanın Adı batsın onu Islam’a sokan kaltabanın!

Mehmet Âkif bu manzumede etkileyici bir hitabetle Arnavutlara karşı uygulanan şiddeti tasvir ederken o zamanınki gerçeği ifade eder, Arnavutların yoksulluk sosyal durumunu gerçek bir biçimde tasvir ederken Jön Türklerin ve birkaç Avrupa devletinin Arnavutlara karşı uyguladıkları siyaseti tenkit ediyordu. Bu yüzden de o, merhum babasından da va­tanın sefalet içindeki durumunu ve Arnavutların özgürlük emellerini görmek için kalk­masını talep ediyordu. Nitekim bu manzume Âkif çok genç yaşındayken ölen babasına olan hasretini de ifade ediyor:

Baba! En sevgili annen, o senin öz vatanın

Olacak mıydı feda hırsına üç kaltabanın?

Dedemin sürdüğü can ektiği toprak gitti ...

Öyle bir gitti ki hem; bir daha gelmez ebedî!

Ne olurdun bunu kalkıp da göreydin acaba?

Ve bu şiir sona yaklaşırken Âkif Müslümanların durumunu ele alıyor, onların parçalan­masını tenkit e diyor ve “Artık ey millet-i merhûme, sabah oldu uyan!” derken onların asır­lık uykusundan uyanmasına ve memleketin acil meseleleriyle ilgilenmesini talep ediyor. Sonra “Medeniyet” derken Avrupa medeniyeti kast ediyor ve Avrupalıların niyetlerini ortaya koyuyor:

“Medeniyyet”! size çoktan beridir diş biliyor;

Evvelâ parçalamak, sonra da yutmak diliyor.

Onun öfkesi büyük, memleketinin mesut olacağına inanan adamın bu imanı sarsan fela­ketlerle karşılaştığı zaman, içinde saklayamadığı isyanlardır. Ve bunu ispatlamak için bir Arnavut olarak Arnavutların durumuna atıfta bulunarak şiirin son mısraları söylüyor:

Arnavutlar size ibret olacakken, hâlâ,

Ne bu şûrîde siyâset, ne bu fâsid dâva?

Görmüyor gittiği yanlış yolu, zanım, çoğunuz...

Size rehberlik eden haydudu artık kovunuz!

Bunu benden duyunuz, ben ki evet, Arnavudum ...

Başka bir şey diyemem... Işte perişân yurdum!...

Türkiye’de doğmasına rağmen, o gururla Arnavut olduğunu vurguluyor. Aslen bu böl­geden olduğunu baba ocağına hitap ettiği mısralarla ispat etti. Ve onun vatanperverliği İstiklâl Marşı, Çanakkale gibi manzumelerin yan ısıra Kosova’ya atfettiği manzumeden de anlaşılıyor.

Yaşadığı dönemde İstanbul’da birkaç Arnavut aydın da faaliyetlerini sürdürüyordu. Onun fikir ve sanat adamlığı çapında ancak Şemsettin Sami zikredilebilir. Ne yazık ki Arnavut kamuoyunu için bilinmeyen bir kişi olarak kaldı. Bunun nedeni de eserlerini Osmanlı Türkçesiyle yazmış ve şairin ideolojisinden kaynaklanıyor olması gerekir.

Buna rağmen Mehmet Âkif, Osmanlı kültürüne büyük eser veren ve Arnavut kültüründe hak ettikleri yerini hala alamayan Arnavut yazarların o kısmını temsil eden bir sembol olarak sayılabilir.

Biz Arnavutlar 500 yıl gibi uzun bir süre Türk halkları ile aynı devlet içinde yaşadık. Ortak bir kültürü, ortak bir mirası paylaştık. Ama biz Arnavutlar o mirası çok az tanıyoruz. Ve o mirası ihmal ederek sanat ve bilimin o büyük payını bir kenara bırakarak kendilerimize haksızlık ediyoruz. Çünkü bu miras kültürümüzü zenginleştirerek geçmişimize ışık tuta­caktır. Bu doğruluda Safahat’in Arnavutça çevirisini[5] de anlamamız gerek.

Mehmet Âkif’in düşünce dünyası çok derin. Dolayısıyla böyle vaktin sınırlı olduğu bir toplantıda onun duygu ve düşünce dünyasındaki temel meselelere daha fazla eğilmek mümkün olamayacaktır. Şimdilik bu kadarla iktifâ ediyor ve hepinizi saygıyla selamlıyo­rum.

Kaynakça

  1. Mehmed Âkif ve Safahat, Beşir Ayvazoğlu başkanlığında bir araştırma ekibi tarafından hazırlanmıştır, Tercüman Tesisleri’nde dizilmiş ve basılmıştır, İstanbul, 1986.
  2. Mehmed Âkif Ersoy, Safahat, 14 Baskı, İstanbul, 1981.
  3. Mehmet Âkif Ersoj, Fletet, Logos - A, Shkup 2006, f. 642.
  4. Süleyman Nazif, Mehmet Âkif, İstanbul, 1971.
  5. Myxhahid Korça, Fjalor shqip-turqisht / Türkçe- Arnavutça Sözlük, Logos - A, Shkup, 2009.

Türkiye Yazarlar Birliği'nin vefatının 90. yılında Âkif'i anmak için düzenlediği bilgi şöleninin tebliğlerini içeren kitap, TYB'nin 45., Mehmet Âkif Ersoy Araştırmaları Merkezi'nin 6. kitabı...

 

[1]     Kemal ILICAK, Mehmet Âkif ve Safahat, Tercüman, İstanbul, 1986, Önsöz, s. 3.

[2] Mehmed Âkif ve Safahat, Beşir Ayvazoğlu başkanlığında bir araştırma ekibi tarafın­dan hazırlanmıştır, Tercüman Tesisleri’nde dizilmiş ve basılmıştır, İstanbul , 1986, s. 8

[3]      Mehmed Âkif ve Safahat, Tercüman, İstanbul, 1986, s. 22-23.

[4] Mehmed Âkif Ersoy, Safahat, 14 Baski, Istanbul, 1981.

Mehmet Âkif Ersoj, Fletet, Logos - A, Shkup 2006, f. 642.

Bu haber toplam 650 defa okunmuştur
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Diğer Haberler
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim