• İstanbul 14 °C
  • Ankara 21 °C

Prof. Dr. Abdulvahit İmamoğlu: Mehmet Âkif'te Dostluk ve Dayanışma

Prof. Dr. Abdulvahit İmamoğlu: Mehmet Âkif'te Dostluk ve Dayanışma
Mehmet Âkif Türk tefekkür hayatının en değerli simalarından biri olup, millî şair ve İslâm şairi unvanlarına mazhar olmuş, İstiklâl Marşı'nın şairi olarak Türk Milletinin gönlündeki yerini almıştır.

Ali Nihat Tarlan'ın ifadesiyle "Âkif'in hayatının her cephesi sadece İslâm ruhuyla izah edilebilir, ilim aşkı, sarsılmaz ahlakı, dürüstlüğü, vatanperverliği, milletine bağlılığı, vakar, tevazu ve feragati, samimiyeti, sevgisindeki ciddiyeti ve vefası, çalışkanlığı, beşeri zevklere iltifat etmemesi tamamen bir Müslüman karakteridir" (Tarlan, 1971, s. 40-41). Akif'i Âkif yapan unsurlara) Çocukluğundan itibaren ailesi ve çevresinden aldığı dinî ve ahlâkî etki ki, diğer ifadeyle ecdad duygusu b) Toplumla iç içe yaşamanın getirdiği toplumu iyi tanıyabilme özelliği, c) Kur'anı iyi bilme ve onunla yaşamadır.

Mehmet Âkif ve Dostluk

Âkif hayatı boyunca yalandan uzak durmuş, verilen sözün tutulmasını istemiş, kendisi de verdiği sözü mutlaka yerine getirmeye çalışmıştır. O, "insanın mahiyeti söylemek değil, sözünü tutmaktır"dem iştir. Âkif hayatında samimi dostluklar kurmuş ve bu dostluklara hiçbir şekilde gölge düşürmemiş bir şahsiyettir. Onun bu yönünü en güzel açıklayan örnek, baytar mektebindeyken sınıf arkadaşı Haşan Efendi'yle kurduğu dostluktur. Öyle bir dostluk ki birbirlerine söz veriyorlardı: İleride çoluk çocuk sahibi olurlarsa, önce ölenin çocuklarına geride kalan bakacaktı. Mithat Cemal şöyle anlatıyor: Bir cuma Âkif'in evinde sekiz çocuk gördüm. Teker teker çok sevimli olan bu çocuklar, bir araya gelince ne manzara alırlar malumdur. Evde sekiz kişilik bir kıyamet kopuyordu. Âkif'e sordum:

Kim bu yavrular? Âkif cevap vermedi. Odaya girince bu üç misafir çocuğu Âkif'e takılarak tebrik ettim. Âkif'in yüzü değişti: Misafir çocukları değil benim çocuklarım dedi. Üç beş haftada üç çocuğu nasıl olurdu? Haşan Efendi öldü de ... dedi. Çocuklar kim evvel ölürse hayatta kalanın bakacağı çocuklardı, rahmetli Haşan Efendi'nin çocukları. (Kuntay, 1986, s. 242-43)

Mehmet Âkif dostluğu pekiştiren en önemli hasletlerden birinin selâmlaşma olduğunu söylerdi. Ancak, selâmı veren kadar alanın da selama değer vermesini isterdi. Âkif bu konuyla ilgili bir hatırasını şöyle anlatır: Bir gün koyun pazarından geçiyordum. Orada bakkallık eden yaşlıca mollalardan birine selam verdim. Başıyla şöyle bir işaret ederek arkasını döndü. Canım sıkıldı. Kendisini bir kenara çektim ."Senin hıfzın vardır. Bak, Allah Kur'an'da ne diyor?"’ dedim ve sonra ilgili ayeti (Nisa suresi 86. ayetten) okuyup manâsını anlattım. "İşte Müslümanlık da bu medeniyet de bu!"dedim . (Eşref Edib, 1960, s. 357) Âkif'in aziz dostlarından biri de Hâfız Kemal'dir. Âkif Hafız Kemal'e (Kemal hâfız) derdi. Üstat, mevlüt okuyanlar arasında en çok onun okuyuşunu severdi. Onu Saitpaşa im amına benzetirdi. Ahlâkı da sesi gibi İlahî olan Saitpaşa İmamını, Âkif çocukluğunda bir kere dinlemiş, onun sesini ve ahlâkını Safahat (Gölgeler) de tasvir etmiştir. Âkif, Hâfız Kemal'le ilgili olarak"Hâfız Kemal'i dinlerken insan Süleymaniye Camii'ni, Sinan'ı görür gibi oluyor. 0 ne azamet, o ne kuvvet!"demektedir. (Eşref Edib, 1960, s. 362-63) Kendine dost olabilecek insanları çabucak anlar, kalbini ona bağlardı. Muhtelif sınıfta, muhtelif ahlâk ve tabiatta dostları vardı. Onun üzerinde her bir dostunun ayrı bir etkisi bulunmaktaydı. Sevdiklerinin her biri hususi meziyetlere sahip, içi dışı bir olanlardı. Dostlarıyla İsmail Ağa'nın çayhanesinde buluşurdu. Ayrıca Akif'le tanışmak isteyenler de buraya gelirdi. Çayhanede buluştuğu en candan dostları; Babanzâde Ahmed Naim, Mehmet Şevket, Mithat Cemal (Kuntay), Ispartalı Hakkı, Arif Hikmet (Âkif'in eniştesi) gibi değerli şahsiyetlerdi.(Eşref Edib, 1960, s. 284-85).

Âkif hayatı boyunca belli ahlâki prensiplerin adamı olarak yaşamış bir karakter timsalidir. Dostları arasında her zaman dürüst ve sözüne güvenilir bir insan olarak kalmıştır. Bütün Safahat'ında, nesir yazılarında ve vaazlarında ortaya koyduğu İslâmî prensiplere, hususi hayatında da son derece bağlı kalmıştır. (Okay, 1989, s.13) Âkif'in dostluğunu istismar edenlere karşı çabuk gücenen, kırıcı, hatta sert mizaçlı bir tavır takındığı kabul edilebilir. Hatıralarını yazan dostları bu konuyu işlerken, onun zaman zaman hiddetinden, gazabından ve arkadaşlarına olan dargınlığından söz ederler. Ancak, bu onun dostluğa verdiği değerin istismar edilemeyeceği, ahlaki ilkelerden taviz verilmeyeceği şeklinde yorumlanmalıdır. Bu mânâda Âkif, cimrileri, ikiyüzlüleri, dalkavukları, sözünde durmayanları ve arkadaşlarını çekiştirenleri dostluğa ters düşen kişiler olarak kabul etmektedir.

Âkif'e en çok kimi seversin diye sorduklarında hiç düşünmeden "Babanzade Ahmed Naim" demiş ve onu (Bakiyyei selef) olarak göstermiştir. En hoşlanmadığınız kimdir diye sorulduğunda ise;"Geçmişlerinin vatan hesabına on parası geçmemiş, bir damla kanı dökülmemiş, bir hizmeti sebk etmemiş olduğu halde ağzını memleketin temiz kan damarlarından birine yamayarak emmekte bulunan serseri tufeyliler (asalaklar) yok mu, işte en sevmediğim bunlardır." demiştir. ( Eşref Edip, 1960, s. 329) Âkif, Tevfik Fikret'le ilk defa Darülfünun'da görüşmüştü. Meşrutiyette ikisi de orada hocaydı. Âkif'e, "Fikret sende ne tesir yaptı" diye soran Mithat Cemal'e Âkif, "Sevmedim bu adamı/'demiş ve sebebini şöyle anlatmıştır:"Benim gibi ilk görüştüğü birine yirmi senelik arkadaşlarını çekiştirdi." (Kuntay, 1986, s. 98) Âkif ikiyüzlüleri hiç sevmezdi. Fakat yaşı ilerledikçe:"ikiyüzlüleri artık sever oldum. Çünkü yaşadıkça yirmi yüzlü insanlar görmeye başladım "diyordu. (Kuntay, 1986, s. 249)

Âkif'in Birlik ve Dayanışmaya Bakışı

Mehmet Âkif'in birlik ve dayanışma adına ortaya koyduğu görüşlerinin en etkin yönü Islâm birliği idealinde ortaya çıkar. Ancak öncelikle kendi ülkemizdeki sıkıntılar ön plândadır. Balkan Savaşları ve istiklal Savaşı yıllarında halkın çektiği sıkıntıları bilen ve bizzat içinde olan biri olarak, istikbâl ve istiklâlimize karşı olanlara verilecek cevabın milletimizin birlik ve beraberliği olduğunu çok iyi keşfetmiş, şiirleri ve yazılarında bunu en güzel şekilde dile getirmiştir. Âkif Balkan bozgunu üzerine, 20 Şubat 1913'te Süleymaniye kürsüsünde verdiği vaazda, Hz. Peygamberin hadis-i şerifini aktararak "Bir adam ki Müslümanların derdiyle dertlenmez, Müslümanların felâketinden müteessir olmaz, onların imdadına koşmaz, o adam asla Müslüman olamaz"(Sahih-i Buharî) dedikten sonra şöyle devam etmiştir: "Müslümanlık lafla olmaz. Sorarım; doğudaki Müslüman, batıdaki Müslümanın imdadına koştu mu? Başına çöken felaketleri benliğinde duydu mu? Kesinlikle diyebilirim ki olmadı. Öyleyse Islâm âlemi, felaket üstüne, felaket göreceğinden, birinden kurtulunca, diğerine de uğrayacağından asla şüphe etmesin.”

Yine aynı konuda Safahat'ta Mehmet Âkif:

"Memleket mahvoluyor, din de beraber gidiyor; Size Kur'an, bakınız sade uzaktan mı diyor?" (Süleymaniye Kürsüsünde)

Burada Âkif zor durumda olan memleketin mahvolmasını, insanların vurdum duymazlıkla geçiştirdiklerini ancak sadece memleketin batmayacağını, aynı zamanda İslâm'ın da zarar göreceğini belirterek halkı uyandırmaya çalışmaktadır. Yine şiirin devamında Âkif:

"Girmeden tefrika bir millete, düşman giremez

Toplu vurdukça yürekler, onu top sindiremez"diyerek birlik ve beraberliğin önemini belirtmiş, Müslümanları tek yürek olmaya çağırmıştır. Âkif birlik ve dayanışmanın olabilmesi için iki unsurun olması gerektiğini vurgulamıştır. Bunlar çalışmak ve samimiyettir. Çalışmayan, tembellik, miskinlik ve ümitsizliği şiar edinen insanların birlik ve dayanışmaya katkıları olamaz. O, bu konuyu Safahat'ta dile getirirken;

"Bugün, sen kendi kendinden ümid et ancak imdadı; Evet, sen kendi ikdamınla kaldır git de bidadı. Cihan kanun-i sa'yin, bak, nasıl bir hisle münkadı!

Ne yaptın?"Leyse li'l-insani iila ma-se'a" vardı! ..."demiştir. (Süleymaniye Kürsüsünde)

Âkif insanların birbirleriyle olan kardeşliğinin yüzeysel olmaması gerektiğini ya da görünüşten ibaret kalmaması gerektiğini vurgular ve ibadetlerin insanları kaynaştırması gerekirken ihlasla yerine getirilmediği için sadece sorumluluğun giderilmesi anlamında yerine getirildiğini belirtir ve şöyle der:

"Neden uhuvvetiniz böyle münhasır namaza? Çıkınca avluya herkes niçin boğaz boğaza? Ne Müslümanlığıdır anlamam ki yaptığınız

Çıkar yol olmayacak korkarım bu saptığınız!" derken insanların ibadetlerinde samimi olamadıklarını vurgulamakta ve dolayısıyla bu durumun, beraberliği ve gerçek bir dayanışmayı ortaya çıkaramayacağını belirtmiş olmaktadır.

Âkif, ye's ve ümitsizlik içinde olanları uyandırmak adına yazdığı "Uyan"şiirinde;

içinde olanları uyandırmak adına yazdığı "Uyan"şiirinde; "Bunca zamandır uyudun, kanmadın; Çekmediğin kalmadı, uslanmadın. Çiğnediler yurdunu baştan başa, Sen yine bir kere kımıldanmadın!"(Hatıralar) demektedir.

Âkif yine Kastamonu Nasrullah Kürsüsü'nden 1920'de bir cuma günü Türk m illetine hitab ederken, Kur'an-ı Kerim'den" Ey inananlar! Hepiniz Allah'ın ipine, din-i celil-i İslâm'a el birliğiyle sarılınız, Allah'ın ve Resulü'nün emirlerine itaat edip, nehiylerinden kaçınınız. Hiçbir zaman ayrılmayınız. Kalpleriniz, ruhlarınız daima sımsıkı birbirinize bağlı olsun"( Al-i imran/ 100-104) ayetinden hareketle şöyle dem ektedir:" Demek ki Müslümanlar Allah'ın, Resulü'nün emrettiği birliğe, cemaate sarılmadıkça, ahiretlerini olduğu gibi, dünyalarını da kurtaramazlar. Her şeyden önce birlik, cemaat, yardımlaşma... Bir kere bunu elde edelim gerisi Allah'ın yardımıyla kolaylaşır."

Yine bu konuşmasında Âkif: "İmanın olgunluğu cemaate sarılmaktır." (Buhari) ."Müslümanların derdini kendine dert edinmeyen Müslüman değildir."(Buhari), "Dünyanın öbür ucundaki bir Müslüman'ın ayağına diken batsa, ben onun acısını kendimde duydum." (Buhari), "Bütün Müslümanlar tek bir vücut gibidirler. Bir uzuv hastalanırsa, diğer uzuvlar da hastalanır." (Buhari-Müslim) şeklindeki Hadis-i şerifleri zikrederek şöyle demiştir: "Ashab arasındaki birlik, sevgi, yardımlaşma hepinizin malumudur. Bu din uluları, bu Allah'ın sevgili kulları, Huzur-u İlâhi'ye cemaatle durdukları zaman, safları adeta sabun kalıbı haline gelirdi. Birbirlerine öylesine yapışırlardı ki, üzerlerindeki elbiseleri hep omuz başlarından eskirdi. O muazzam saflar, bitişik tek parça bir dağ gibi kıyam ederler, öyle rükua varırlar, öyle secdeye kapanırlardı. Birliğin namazdaki görünümü, namaz dışında da devam ederdi. Bu yüzden İslâm, Peygamber Efendimizin risaletlerinden itibaren 20-30 yıl zarfında dünyayı kuşatmıştı.

Balıkesir Zağanos Paşa Camii'nde 6 Şubat 1920'de yaptığı konuşmada Al-i imran suresi 100-104 ayetleri okuduktan sonra "Ey Müslümanlar dünya çalışıp didinirken, her gün her alanda biraz daha aşamalar kaydederken, biz onlara seyirci gibi baktık. Özellikle şu son yıllarda başımıza birçok felaketler yağdı. Halen de çilemizi doldurmuş değiliz. Sebebi; din işlerinde olduğu gibi dünya işlerinde de gevşek davranmamızdır. "Âkif buradaki konuşmayı aynı zamanda "Alınlar Terlemeli" adlı şiiriyle şöyle dile getirmiştir:

"Cihan altüst olurken, seyre baktın, öyle durdun da, Bugün bir serseri, bir derbedersin kendi yurdunda! Hayat elbette hakkın, lâkin ettir haykırıp ihkak; Sağırdır kubbeler, bir ses duyar: Da'va-yı istihkak." (Gölgeler)

Konuşmanın devamında Âkif, "Eğer Müslümanlar yaşamak istiyorlarsa, cemaat arasında dargınlığa, küskünlüğe, bölücülüğe yol açabilecek en önemsiz gibi görünen söz ve davranışlardan kaçınmalıdırlar." demektedir. Âkif'e göre Müslümanların dalgınlığı, biganeliği, vurdumduymazlığı ve gafleti sadece kendine değil tüm Müslümanlara zarar vermektedir. Her Müslüman sadece kendini değil diğer Müslümanları da düşünmek zorundadır. Bu konuda "Kim Müslümanların derdini kendine mal etmezse onlardan değildir." (Sahih-i Buhari) hadisini zikreden Âkif konuyla ilgili olarak Safahat'ta şu mısralara yer vermiştir:

"Kurt uzaklardan bakar, dalgın görürmüş merkebi Saldırırmış ansızın yaydan boşalmış ok gibi Lâkin aşk olsun ki aldırmaz da otlarmış eşek Sanki tavşanmış gelen yahud kılıksız köstebek Kâr sayarmış bir tutam ot fazla olsun yutmayı Hasmı derken, çullanırmış yutmadan son lokmayı" (Hatıralar) Âkif bir başka şiirinde vurdum duymaz, etrafına bigane olanlarla ilgili olarak; "Cihan yıkılsa bizim halk uyanmadan gidecek Onun kıyamı için Sûr'u beklemek lâzım!

Bu duygusuzluğa bir çare yok mu Allah'ım?" diyor ve konunun daha iyi anlaşılması için araya bir fıkra sıkıştırıyor:

"Zavallı köylüye ilkin epeyce sövmüşler; işitm em iş... Bu sefer odunla dövmüşler. Birer davul kadar olmuş da budlarındaki şiş, "Davul çalınmada, zannım, aşağıki evde!"demiş, inince, derken, odunlar budur, deyip beyni, "Davul bizim eve gelmiş!" demiş sonunda, hani? Bizim de hâlimiz aynıyle köylünün hali!"

Burada Âkif Müslümanların çevresine bigane olduklarını, Müslümanlara gelen zararı fazla önemsemediklerini ancak zarar kendilerine dokunduğu an feryad-ü figan kopardıklarını belirtmektedir. Ayrıca, Âkif zaman zaman böyle bir konuyu ifade ederken, "başkası şehit, biz gazi"düsturunu dile getirmektedir. Âkif'e göre Müslüman İslâm'ın gereğini yerine getirirken yanlış davranışları düzeltmek için önce kendi örnek olmalı, sonra ikaz etmelidir. O, bunu ifade ederken şöyle demektedir:

"Emr-i bi'l-ma'ruf imiş ihvan-ı İslâm'ın işi;

Nehy edermiş, bir fenalık görse, kardeş kardeşi." (Hakkın Sesleri) Ancak günümüzde bu durumun devam etmediğini, Müslümanların diğer Müslümanlara bigane kaldıklarını ve yanlışlıklara aldırmaz bir toplum hâline gelindiğini şöyle ifade etmektedir.

"Bir neyiz? Seyreyle artık; bir de fikr et, neymişiz? Din de kürkün aynı olmuş: Ters çevirmiş giymişiz! Nehy-i ma'rüf emr-i münkerdir gezen meydanda bak! En metin ahlâkımız, yahud, görüp aldırmamak! Yıktı bin mel'un kalem namusu, bizler uymadık; "Susmak evladır" deyip sustuk... Sanırsın duymadık!" (Hakkın Sesleri)

Âkif vurdum duym az ve kendini bırakmış insanları uyandırmak ve harekete geçirmek için;

"Ey dipdiri meyyit! "iki el bir baş içindir"

Davransana... Eller de senin, baş da senindir!"(Hakkın Sesleri) demektedir.

Bir başka şiirinin başına, "Onlara: "Yeryüzünde fesat çıkarm ayın"denildiği zaman, "Biz ıslahtan başka bir şey yapmıyoruz" derler. Gözünü aç, iyi bil ki: Onlar yok mu, işte asıl müfsid onlardır, lâkin farkında değildirler." (Bakara suresi/11-12) ayetlerini alan Âkif bununla ilgili yazdığı şiirinde ailenin öneminden söz eder, toplumun ayakta durması için ailenin güçlü olması gerektiğini belirtir ve şöyle der:

“Biz ki her mevcudu yıktık gayesiz bir fikr ile; Yıkmadık bir şey b ıraktık... Sade bir şey: Aile Hangi bir bünyanı mahvettik de ıslah eyledik? işte viran memleket! Her yer delik, her yer deşik! Bunların ta'miri kab il... Olsa ciddiyet, sebat; Lâkin, Allah etmesin, bir düşse şayet, ailat," (Hakkın Sesleri)

Âkif toplumu tarumar eden, insanları birbirine düşüren en büyük sıkıntılardan birinin parçalanıp bölünme olduğunu söyler ve şöyle der:

"En büyük düşmanıdır ruh-i Nebi tefrikanın; Adı batsın onu İslâm'a sokan kaltabanın! Şu senin akıbetin bin bu kadar yıl evvel

Sana söylenmiş iken doğru mudur şimdi cedel?" (Hakkın Sesleri). Âkif burada Müslümanların birbirleriyle cedelleşmemelerini, kavga etmemelerini, aksi takdirde Müslümanların zor durumda kalacağını, dış güçler karşısında zayıf duruma düşeceğini, hatta yok olacağını belirtmektedir. Âkif devamlı toplumun içinde, insanlarla beraber, onların dertlerini dinleyen, onları tanıyan, onların dertlerini kendine hem dert edinen bir şairdir. Hüküm etlerya da farklı güçler tarafından sıkıntıya sokulan insanları, birliğe ve dayanışmaya çağırmakta, yalnız kalanın devamlı ezileceğini vurgulamaktadır. Bu konuda "istibdat" adlı şiirinde şöyle dem ektedir.

"Bakın şu hayduda, durmuş yıkın diyor evimi! Torunlarım ya herif, aç kalsın dilensin mi? Mahallemizde de çıt yok, ne oldu komşulara? Susup da kurtulacak sanki hepsi aklısıra. Ayol, yarın da sizin hanümanınız sönecek... Ne var sıçan gibi evlerde şimdiden sinecek?" (Safahat 1)

Âkif, "Hâlâ mı Boğuşmak" adlı şiirine, "Birbirinize de girmeyin ki maneviyatınız sarsılmasın, devletiniz gitmesin" (Enfal/8) ayetini ifade ederek başlamakta ve konuyu şöyle manzum hâle getirmektedir:

"Sen! Ben! Desin efrad, aradan vahdeti kaldır;

Milletler için işte kıyamet o zamandır." (Gölgeler) Âkif bu beyitte toplumun parçalanması hâlinde zayıflayacağını, birbirine düşeceğini ve dolayısıyla bir milletin bu şekilde zayıflayarak yok olabileceğini belirtmektedir. Âkif'e göre gençliğe birlik ve dayanışmayı aşılamak, onu ümitvar kılmakla doğru orantılıdır. Eğer gençler gelecekten ümitsiz ve ye's içinde olurlarsa milletin bekası da tehlikeye girecek demektir. Âkif konuyu değerlendirirken şöyle ifade etmektedir:

"Telkin-i hayat etmedi asla bize bir ses; Yurdun ezeli yasçısı baykuş gibi herkes, Ye'sin bulanık ruhunu zerk etmeye baktı;

Mel'un aşı bir nesli uyuşturdu, bıraktı!" (Yeis Yok) Burada Âkif gençlere hayatın güzel olduğunu, geleceğin parlak olduğunu telkin etmemenin, onların ruhunu kararttığını ve dolayısıyla bu aşının gençleri uyuşturduğunu ifade etmektedir. Böyle giderse milletin bekası tehlikeye girecek devlet batma noktasına gelecektir. Ancak Âkif daima gençlikten yana ümitvardır ve şöyle demektedir:

"Batmazdı, hayır batmadı, hem batmayacaktır; Tek sen ye'si gebert, azmi uyandır. Mazideki hicranları susturmaya başla; Evladına sağlam bir emel mayesi aşıla, Allah'a dayan, sa'ye sarıl, hikmete ram o l... Yol varsa budur, bilmiyorum başka çıkar yol." (Yeis Yok)

Âkif'e göre fertlerin gücünü zayıf bırakan ve dayanışmayı zayıflatan olumsuzlukların başında ümitsizlik ve geleceği karanlık görmektir. İnanan insan için ümitsizliğe düşmek yoktur. Âkif bu konuda ;

"Atiyi karanlık görerek, azmi bırakmak...

Alçak bir ölüm varsa budur ancak!" Zira ümitsiz olan insanın ne kendine ne de başkasına faydası dokunamayacak bezgin, bitkin bir şekilde hayatına devam edecektir. Halbuki, Âkif'in istediği bu değildir. Âkif ayrıca vatana ve memlekete sahip çıkmanın azim ve ümitle olacağını kabul eder ve her ferdin bu vatana bu memlekete sahip çıkmasını ister. Bununla ilgili olarak;

Sahipsiz olan memleketin batması haktır Sen sahip olursan bu vatan batmayacaktır.

Feryadı bırak kendine gel, çünkü zaman dar! Uğraş ki telâfi edecek bunca zarar var. "iş bitti! Sebatın sonu yoktur."deme! Yılma! Ey milleti merhume sakın ye'se kapılma!

Âkif ataletin tembelliğin devamlı karşısındadır. Bu derde çare bulunmazsa başka milletlerin boyunduruğuna düşmek an meselesidir. Bütün bunlara bağlı olarak topyekün halkı uyanık olmaya çağırır ve şöyle der: Ey cemaat uyanın, elverir artık uyku Yok mu sizlerde vatan namına hiçbir duygu?

Âkif gerçek dayanışmanın kendini yetiştirdikten sonra insanlara yol göstermek ve onların haklarını korumaktan geçtiğini çok iyi bilmekte ve özellikle ahlâk ve irfanın gençliğin geleceği açısından önemli unsurlar olduğunu dile getirmekte ve kimsenin namusuna yan bakmamayı gençliğe öğütlemektedir. Bu konuda gençlere ve tüm insanlara hitap ederken;

Doğruluk, ahde vefa, va'de sadakat, şefkat; Acizin hakkını i'laya samimi gayret; En ufak şeyle kanaat çoğa kudret varken; Yine ifrat ile vermek, veren eller darken Kimsenin ırzına namusuna yan bakmayarak, Yedi kat ellerin evladını kardeş tanım ak; "Öleceksin!"denilen noktada merdane sebat; Yeri gelsin gülerek, oynayarak terk-i hayat... (Süleymaniye Kürsüsünde)

Âkif'in birlik ve dayanışma ile ilgili görüşlerinin idealize edilmiş en önemli yönü İslâm birliği idealidir. Bu idealin şekillenmesinde Sırat-ı Müstakim ve Sebilürreşad'da farklı din alimlerinden yapmış olduğu dinî yazıların tercümelerinin etkisi olduğu söylenebilir. Bunlar arasında Şeyh Şibli, Ferit Vecdi ve Muhammed Abduh en önde gelenleridir. Ayrıca İslâm birliği idealinin gelişmesinde Cemalettin Afgani'den etkilendiği de söylenmektedir. Burada asıl mesele tüm Müslümanların derdine ortak olmak, onları miskinlikten, tem bellikten kurtarmak ve İslâm'ın aslına uygun yaşamalarını sağlamaktır.

Esasen İslâm birliği idealini savunan düşünürlerin üzerinde anlaştığı birkaç husus şöyle belirlenebilir: a) İslâm dininin özündeki orijinal şartlara dönmek b) İdare edene karşı idare edilenin haklarının tespiti ve korunması c) Batı medeniyetine karşı İslâm ülkelerinin dayanışması. Bunlar ana hususlar olmakla birlikte ayrıca her Müslüman ülke öncelikle kendi içindeki sıkıntıları giderecek ondan sonra diğer Müslüman ülkelere önder ve yardımcı olacaktır. Ancak Âkif, yazılarında ve şiirlerinde özellikle Süleymaniye Kürsüsünde

Abdürreşit İbrahim Efendi'nin ağzından Müslüman ülkelerde yaşanan olumsuzlukları dile getirmekte ve bunlara çare aramaktadır. Bu olumsuzlukların önemlilerinden bazıları şunlardır:

Bir Müslüman ülkenin âlimi diğer ülkenin aliminden habersizdir. Halkı uyandıracak Müslüman âlimler yeterince yol göstermemektedir. Birliğin bozulmasında kavmiyetin öne çıkarılması önemli bir faktördür. Hûrafe ve bâtıl inanışlar halk arasında dinin aslı gibi algılanmaktadır. Halk tevekkülü yanlış anladığı için tembel ve miskindir.

Âkif'in İslâm Birliği ideali de yukarda belirttiğimiz olumsuzlukları gidermek anlamında şekillenmiştir. Safahat'ında, vaazlarında, tercüme ettiği dinî makalelerde ayrıca dergi ve gazetelerde yazdığı yazılarında ve Safahat dışındaki şiirlerinde zaman zaman bu konulara değinmiş ve bu olumsuzlukları gidermeye çalışmıştır. Amacı tamamen İslâm dünyasında Müslümanları güçlü kılmak, İslâm'ın öngördüğü "Müslüman Müslümanın kardeşidir" düsturunu öne çıkarmak ve Müslüman fertler olarak yapılan yanlışları gidererek daha güçlü bir Müslüman toplumun oluşmasını sağlamaktır. İşte burada diğer Müslüman ülkelere veya farklı ülkelerdeki Müslümanlara bu konuda önderlik edecek bir bakıma lokomotif görevi görebilecek Müslüman ülke Âkif'e göre Türkiye'dir.

KAYNAKÇA: 1. Eşref Edip, Mehmet Âkif Hayatı-Eserleri ve 70 Muharririm Yazıları, 2. Baskı, Sebilürreşad Neşriyatı, İstanbul 1380(1960) 2. Kuntay, Mithat Cemal, Mehmet Âkif Hayatı-Seciyesi-Sanatı, Semih Lütfi Kitabevi, İstanbul 1939 3 . ____ ,Ölümünün 50.Yılında Mehmet Âkif, Türkiye İş Bank. Kültür Yay., Ankara, 1986. 4. Okay Orhan, Mehmet Âkif, Bir Karakter Heykelinin Anatomisi, Akçağ Yayınları, Ankara,1989. 5. Ersoy, Mehmet Âkif, Safahat Edisyon Kritik, Haz. M. Ertuğrul Düzdağ, Kültür Bakanlığı Yayınları, İstanbul, 1987. 6. Tarlan, Ali Nihat, Mehmet Âkif ve Safahat, Nida Yayınevi, İstanbul, 1971.

"Mehmet Âkif, Dönemi ve Çevresi" Vefatının 71. Yılında Mehmet Âkif Ersoy Bilgi Şöleninde sunulan bildirilerinden oluşan TYB'nin 32. Mehmet Akif Ersoy Araştırmaları Merkezinin 3. kitabı. Mart 2008

 
Bu haber toplam 891 defa okunmuştur
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Diğer Haberler
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim