• İstanbul 20 °C
  • Ankara 19 °C

Prof. Dr. Caner Arabacı: Cumhuriyet Başlarında Millî Marşı Arayışı

Prof. Dr. Caner Arabacı: Cumhuriyet Başlarında Millî Marşı Arayışı
İstiklâl Marşı ihtiyacının niçin doğduğu ve nasıl kabul edildiği artık ayrıntıları ile bilinmektedir.

Ordu adına (Garp Cephesi Erkan-ı Harbiye Reisi İs­met), Maarif Vekâletine (Dr. Rıza Nur) bir millî marş güfte ve beste yarışması açılması için başvurur. 7 Ka­sım 1920’de Maarif Vekâleti yarışma açtığını ilân eder (Türk Şairlerinin nazar-ı dikkatine-Hâkimiyet-i Milli­ye). Seçilecek eserlere, 500 lira ödül verilecektir. 724 şiir, birçok önemli şair ve şahsiyet katıldığı halde el­deki eserler millî marş olmaya layık bulunmaz. Bunun üzerine yeni Maarif Vekili Hamdullah Suphi, 5 Şubat 1921’de M. Âkif’e bir tezkere yazarak, “Memleketi bu müessir ve teheyyüc vasıtasından mahrum bırakma­mak üzere” marş ister. Yazılan şiir, Maarif Vekâletine ulaştırılır. Âkif’inki ile birlikte seçilen yedi şiir, bastırı­larak milletvekillerine dağıtılır. Ayrıca 17 Şubat 1337 Sebilürreşad’da yayınlanır. 1 Mart 1337 (1921)’de şiir mecliste okunur. Meclis, alkış tufanına boğulmuş, coşkun bir hüsnü kabul göstermiştir. Resmen benim­senme ise, 12 Mart 1921 tarihinde gerçekleşir.

İtiraz türü konuşmalardan dolayı benimseme kolay olmaz1. İtiraz, başta Besim Atalay ve Tunalı Hilmi’den 1 İstiklâl Marşı’nın 1921’de millî marş olarak kabulü sırasında 12 milletvekili söz alır. Bunların yedisi aleyhte beşi lehte konuşur. Aleyhte konuşanlardan Besim Atalay’ın görüşü ağırdır: “Ismarlama şiirlere verilecek, memleketin parası yoktur.” Şiirler, hislerin kay­nağı veya ağlatıcı bir ruhun/galeyanın sonucu doğmalıdır. Bu Âkif’i hiç tanıyıp-anlamamış vekilin yaralayıcı sözlerine cevabı, Âkif değil, gelir. Kütahya Mebusu Besim Atalay, normalde millî marşların önce bestesi değil güftesinin, Merseyez örneğinde olduğu gibi söylendiğini, “ısmarlama şiirlere verilecek memleketin parasının” olmadığını söyler. Tunalı Hilmi (Bolu), B. Atalay’a destek çıkar: “Bu marş milletin ruhundan doğan bir marş değildir” der. Tepkiler üzerine, isim anmadığını, marş kabul işinin, mecliste değil bir özel edebî komisyona havale edilerek, üzerinde bazı kelime ve mısralar değiştirilerek yapılması gerektiğini belirtir. Tunalı Hilmi’nin son itirazı, “Tebdil edilmesi ihtimali vardır” tarzındadır. Ama meclis, “ekseriyet-i azime ile kabul” eder. Ardından, millî marş olduğu için ayakta; “Millî Mücadele ruhunu fevkalâde” ifade ettiğinden, “büyük bir vecd” uyandırdığından, “ürpertiler geçirerek” dinler (Eşref Edip, 1962, 163; Ayvazoğlu, 1986, 20-48).

Bestesi ise bir ayrı muamma gibi seyreder. Marş kabul edildiği halde beste uzayınca, farklı yerlerde farklı besteler söylenir. Hatta kendi şiirini besteleyerek, millî marş diye okuyanlar çıkar. Edirne’de müzik öğretmeni Ahmet Yekta Mardan, kendi marşını Edirne ve çevresinde söyleyip yayar. Müzik öğretmeni İsmail Zühtü’nün bestesi, İzmir ve Eskişehir civarında; Zeki Üngör’ün bestesi Ankara’da söylenmeye başlanır[1] [2]. İstanbul’un birçok yerinde müzik öğretmeni Zati Arca’nın,

Kadıköy’de ise Ali Rıfat Çağatay’ın bestesi söylenir[3].

Aslında Âkif, musikişinas birisidir. “İptilâ” derecesinde musikî düşkünüdür. Onu Boğaziçi’nde bir sandalda, dergâhta şarkı faslı geçerken, Tamburi Aziz’den veya Hilmi Bey’den şarkı meşk ederken, odasında yalnızken “iki dizini birbirine bitiştirmiş elleriyle “usul” vururken, “Nısfiye üflerken” veya Çamlıca’da Şerif Muhiddin’in udunu aksırma ve öksürmeye bile tahammül edemeden dinlerken, Dede Efendi’den ney dinlerken, Neyzen Tevfik’in kendini aştığı demlerde kulağına gözyaşlarını yoldaş ederken görmek mümkündü (Eşref Edip, 1962, 178-179, 352­353; Mithat Cemal, 1990, 187-190). Âkif’in, Ankara’da da bestekâr dostları ve eserlerine ilgisi devam etmiştir. Bülbül şiirini Ali Rifat Bey bestelemiş, bu besteyi Samih Rifat Bey’in oğlu Hatifi Bey o sırada İstanbul’dan getirmiştir. Balıkesir Milletvekili, gür sesli Hayrettin Bey; şiir olarak da güzel okuduğu Bülbül’ün bestesini Âkif adına vereceği bir konserde okumayı planlamıştır (Eşref Edip, 1962, 179).

İşte Âkif’in bu musikî ilgi ve vukufiyetinden hareket edilerek İstiklâl Marşı’nı bir beste dâhilinde yazdığı iddiası önemlidir[4]. Fakat bu konuda henüz somut bilgilere ulaşılabilmiş değildir. Yalnız Mehmet Âkif’e yakınlığı ile bilinen Ali Rifat Bey’in bestesi belki bir fikir verebilir.

1930 yılında, Cumhurbaşkanlığı Orkestrası Şefi Zeki Üngör’ün bestesi, Mustafa Kemal’in beğendiği ve tercih ettiği bir beste olarak, millî marş bestesi kabul edilir. Yalnız bu beste, “önce sözsüz olarak” hazırlanmış, ardından Âkif’in şiiri besteye giydirilmiştir. Onun için “prozodi hataları” bulunmaktadır[5]. Ağır ritmi ile “ölü doğan”, “Türk temlerini ifade etmeyen” hatta “Karmen Silva isimli bir operetten alındığı” iddia edilen beste (Ayvazoğlu, 1986, 50-54), hiçbir yerde gür, marşın ruhuna uygun bir coşku ile okunamamaktadır.

1925 marş arayışı

İlginç olan, Mehmet Âkif’in hayatını anlatan önemli eserlerde, hatta İstiklâl Marşı’nın tarihini veren araştırmalarda, 1924-25’teki yeniden İstiklâl Marşı güfte ve beste yarışmasının açılmasına değinilmemesidir[6]. Konuya zamanı net belirtmeden örtülü değinenler[7]; yalnız, 1937 ve sonrası hakkında bilgi verenler olmuştur[8]. Bunun nedeni anlaşılabilir gözükmektedir. Zira Maarif Vekâleti yanmış[9], bakanlığa ait belgeler tahrip olmuştur. Ayrıca yeni marş arayışları, kabul görmediği için açılan yarışmalar da sonuçsuz kalmıştır[10]. Onun için bu konuda araştırma yapanlar belgelere ulaşma şansını bulamamışlardır.

Gerçekte, bayrak gibi, vatan, dil gibi mukaddes olan millî marşlar, rastgele, keyfi değiştirilemez. Çünkü eser, millet hayatındaki büyük çalkantılar, ölüm-kalım savaşlarının sonucu doğmuş ve millet ruhunun tercümanı olmuştur. Buluşma yeri olarak “İstiklâl Marşı: Bir millî mutabakat metnidir” (Doğan, 1998, 108).

Milletler de hatıralar, gelenekler, tarih ve millî mukaddesatla yaşamaktadır. Onun için eser, sanatkârının değil “bütün milletin ortak malı”dır. Üstelik İstiklâl Marşı, “millî duygu ve heyecanı her zaman ayakta tutacak derecede yüksek bir şiir”, “bizatihi büyük bir sanat eseridir”. M. İz ve S. Karakoç’un ifadesiyle, “Ruhları coşturan bir hamaset ve belâgat âbidesi”; bir daha yaşanmaz millî maceranın “kelâm anıtı”dır (Özçelik, 2005, 112-113). Şimdiye kadar hiçbir şair, “bu değerde bir millî ve vatanî şiir meydana getirememiştir.” “İkide bir İstiklâl Marşı’nı değiştirmek maksadıyla ortaya atılmak çılgınca ve haince bir harekettir.” (Timurtaş, 1987, 36-38). Geniş halk kitlelerinin kendilerini bulduğu, benimsediği bir millî mutabakat metnini değiştirmek, topluma hangi yararı getirecektir?

Ortak noktanın yok edilmesi, sadece ruh ikliminde değil, fiilen de parçalanma, dağılma, fitne tohumları ekme değil midir? Eğer öyleyse Millî Mücadele’nin en aziz hatıralarından olan marşı değiştirme çabası kime yarayacak, nereye hizmet olacaktır?

Maalesef dönemin Maarif Düsturu ve Düstur gibi resmi yayınlarında yarışma şartnamesine ulaşılamamıştır. 1925 yılı Hâkimiyet-i Milliye, Cumhuriyet gazetelerinde de yarışma şartları ile ilgili bir ilâna rastlamak mümkün olmamıştır.

Belgelerin, bir dönem Maarif Vekâleti görevlisinin evinde saklandığı, öldükten sonra da mirasçıları tarafından birilerine devredildiği ve satılarak, eski eser-belge piyasasına çıkarıldığı anlaşılmaktadır. İnternet üzerinden satış yapan bir siteden duyarlı bir öğretmen (Kasım Kocabaş) bu belgeleri satın alarak, Konya’daki Bölge Yazma Eserler Kütüphanesi’ne getirmiş ve böylece belgelerin varlığından toplum haberdar olmuştur.

Âkif ve çevresine kıskaç

1925’teki marş güftesini değiştirme çabasını, tek başına bir gelişme olarak değerlendirmek yanıltıcı olacaktır. Aslında büyük çaplı bir kültür ve medeniyet değiştirme stratejisinin bir parçası gözükmektedir. Onun için marş değiştirme çalışmaları ile Avrupa müziğini önceleme, diğer gelişmelerin birbirine paralelliği göz önünde tutulmalıdır. Bunlardan birisi de hiç ilişkisi olmadığı halde Âkif’in başyazarı olduğu derginin bir isyanla ilişkilendirilmesidir.

6 Mart 1925’te, Takrir-i Sükûn Kanunu’nun 1. maddesi gereğince Bakanlar Kurulu kararı ile üç dergi kapatılır. Bunlardan birisi, Sebilürreşad’tır11. II. Meşrutiyet başlarından (27 Ağustos 1908) bu yana 641 sayı çıkma başarısını gösteren dergi kapatılmakla kalmaz, Âkif’in can dostu durumundaki Eşref Edip, idamla yargılanmak üzere tutuklanarak İstiklâl Mahkemesine gönderilir (Mayıs 1925- beratı 13 Eylül 1925). Ayrıca Âkif, arkasında polis hafiyelerinin dolaştırıldığını fark edince, kahrolurcasına üzülür[11] [12]. Bundan sonra Âkif, 1925 yılı sonunda Mısır’a gidecek ve on bir yıla yakın bir gönüllü sürgün ardından, ölümünden hemen önce yurda dönecektir. Âkif’i, Mısır’a gitmeye zorlayan, vatan, istiklâl şairinin ardında polis hafiyesi dolandıran bir zihniyet, onun 12 Mart 1921’de kabul edilen, bayraklaşan, millete mal olan eserine saygı duyabilir miydi? Marş bestesi bir yana, güfte arayışının gerisindeki düşünce problemine dikkatlerin çekilmesi gerekmektedir.

Niçin marş arayışı

Âkif’te bilim ve teknolojiyi ayrı tutarak, özellikle kültür ve medeniyet değerlerine özenme konusunda, açık bir Batıcılık ve Batı aleyhtarlığı vardır. Bu tavrını, sadece İstiklâl Marşı’nda değil başka şiirlerinde de ortaya kor. Hassasiyeti, kültürel-ahlâki sapma ve kimlik aşınmasına tepkiden kaynaklanmaktadır. Kültürel aşınmanın gerisindeki, ahlak ve inanç erozyonunun farkındadır. Onun için fiilen ve çok yönlü devam eden Haçlı saldırılarını mahkûm eder. Onların medeniyet, gelişme, ilerleme adına yaptıkları insanlık dışı tahripleri kınar: “Tükürün ehl-i salibin o hayâsız yüzüne!/Tükürün onların asla güvenilmez sözüne/Medeniyet denilen maskeli mahlûku görün/Tükürün maskeli vicdanına asrın, tükürün!

Balkan Harpleri yıllarındaki tahribatın kaynağı yine Batılı ülkelerdir: Medeniyet!” size çoktan beridir diş bileyor;/Evvela parçalamak, sonra yutmak dileyor.” derken, emperyalist devletlerle, onların aleti olanlara dikkatleri çeker. Öfkesi büyüktür: “Karadağ haydudu, Sırp eşeği, Bulgar yılanı,/Sonra Yunan iti, çepçevre kuşatsın vatanı.../Tarümâr eyleyiversin de bütün ordumuzu,/Kimsesiz ailelerden kimi gitsin bıçağa/Kimi bin türlü fecâ’atle çekilsin kucağa../Birinin ırzı heder, diğerinin hûnı helâl...

Onların yaptıkları dile gelir şeyler değildir: “Azıcık kurcala toprakları, seyret ne çıkar:/Dipçik altında ezilmiş parçalanmış kafalar!/Bereden reng-i hüviyetleri uçmuş yüzler!/Kim bilir hangi şenaatle oyulmuş gözler!/”Medeniyet” denilen vahşete lânetler eder/Nice yekpare kesilmiş de sırıtmış dişler!” Çanakkale Şehitlerine söyledikleri içinde de o iki yüzlü, yüzsüz sefile seslenişi, şair haykırışından öte bir basiretli tespit durumundadır: “Kustu Mehmetçiğin aylarca durup karşısına;/ Döktü karnındaki esrarı hayasızcasına./Maske yırtılmasa hâlâ bize âfetti o yüz../“Medeniyyet’ denilen kahpe, hakikat yüzsüz.” O, “Avrupa medeniyeti”nin bir faziletli medeniyet, gerçekten insani medeniyet olmadığının farkındadır. İstediği; “pâk, yüksek, namuslu bir medeniyettir, bir medeniyet-i fazıladır.” Ama Batı Medeniyetinin öteki yüzüne bakmalı; “ilimlerini, fenlerini almalı. Fakat kendilerine asla inanmamalı, kapılmamalıdır.” (Nasrullah Kürsüsünde, Sebilürreşad, 464/250, 257). Bu anlayıştan hareket eden, Hıristiyan Medeniyetini kavramış olan Âkif’in; “Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imanı boğar,/Medeniyet denilen tek dişi kalmış canavar?” sorusundaki vurgu, 1924 sonrasının resmî tercihleriyle çelişmeye başlamıştır.

Dil yönünden, “şafak, korkma, ulusun” gibi kelimelere dayalı eleştiriler, genelde eleştiri sahiplerinin yetersizliğini ortaya koymaktan öte bir işe yaramamıştır (Özçelik, 2005, 106).

Asıl eleştiri, edebi yönüne değil muhtevasınadır. “Hak, Hakk’a tapmak, ezan, din, şehitlik, hilâl” gibi kavramların yer aldığı bir metnin, millî marş olamayacağı öne sürülmüştür. Nurullah Ataç’ın itirazı, 6 Mart 1937’de dile getirilmiş olmasına rağmen, diğer güfte itirazlarını da içermektedir: “İstiklâl Marşı’nda bizim bugün ideallerimize uyacak, hiç olmazsa bir telmih sayılacak hiçbir şey yoktur. Lakavmiyyete fi’l-İslâm düşüncesiyle yazıldığı için Türk’ten ve Türkiye’den bahsetmez. İçinde ezan vardır, minare vardır, imamı, müezzini, kayyımı ile bütün cemaat vardır, millet yoktur. Dolayısıyla Türkiye’yi temsil edemez.” (N. Ataç, bk. Akifname, 363-364). Aynı dönemde Sabiha Sertel, Tevfik Fikret-Mehmet Akif Kavgası üzerine yazarak, bunun “bir inkılâpla irtica kavgası”, Akif’in “Garplılaşmaya olduğu gibi, inkılâba da düşman olduğunu” iddia etmiştir. SSCB’de ölen S. Sertel’e göre, “Fikret, ulaşılması güç bir dağın tepesi, Akif bu dağın eteğine kurulmuş bir medresede Asya destanları okuyan bir vaizdir.” (Sarıhan, 1996, 221).

Bu itirazları yükselten nitelendirme, marşta Batı Medeniyetine, “tek dişi kalmış canavar”, “alçaklar” denilmesidir. Batı Medeniyetini, insanlık tarihinin ulaştığı en son nokta, önünde durulamaz güç, erişilmesi, yetişilmesi gereken hedef, gören bir zihniyet için; ululadığı, yücelttiği değerleri aşağılayan, tahkir eden muhtevanın bulunduğu marş, millîlikten çıkartılmalıdır. “İstiklâl Marşı” varken üstüne bir de “Millî Marş” güftesi müsabakaları açmanın altında bu düşünce bulunmaktadır.

Birkaç örnek

Toplum, millî birlik, vatan müdafaası, bağımsızlık gibi konular gündeme geldiği zaman, ortak değerlere yönelme, evrensel bir tavır olarak ortaya çıkmaktadır. Bu anlamda değişik milletlerin millî marşları tarandığında; Allah, yüce yaratıcının koruma ve yardımı, sembol değerlerden olan bayrağın kutsiyeti, milletin kahramanlığı vb. söylemler öne çıkmaktadır. ABD millî marşında millete, parolanın “Tanrıya güven” olduğuna, zafere, yıldızlı sancağın dalgalanmasına sık sık vurgu vardır[13]. Almanya’yı dünyada her şeyin üstünde tutan Alman millî marşı[14], soyut değerlerden çok uzak değildir. Milliyetçisi, “Kızıl”ı ile Çin marşları da millî ruha, düşman topları üstüne yürümeye, Çin Seddi’ni yeniden inşa etmeye yani vatan müdafaasına göğüs kabartıcı vurgu yapar[15]. En ihtilâlci, kafa koparma meraklısı, jakoben tavırlı olarak görülebilecek olan Fransız millî marşında bile “kutsal vatan toprağına”, Tanrı’ya vurgular bulunmaktadır[16]. İngiliz millî marşı ise tam bir kilise ilahisi, Orta Çağ metni durumundadır[17]. “Tanrı kralı korusun” kelimeleri, bıktırıcı düzeyde tekrar edilir. Yaradan’ın esirgemesi koruması, “iyi yürekli Tanrı”ya sığınma gibi temalar işlenir. Pakistan “Ay yıldızlı” bayrağını, “Allah’ın esirgemesinin simgesi” olarak algılar[18]. Ama bütün bunlardan dolayı, Fransız, İngiliz, ABD veya Çin’in; ikide bir millî marş değiştirme çığırtkanlıklarına sahne olmaması düşündürmelidir. Zira kültürel zemini kaymış olan toplumlar, millî semboller başta olmak üzere temel değerlere sadık olamazlar. Sembollerle oynama, kültürle, birlikle, gelecekle, neticede toplum hayatıyla oynamadır.

Yeni güfte yarışması

İstiklâl Marşının sözlerini değiştirmek üzere Cumhuriyet devrinde güfte yarışması, ilk defa 13 Kasım 1925 tarihinde ilân edilir. “Millî Marş” başlığı altındaki bu ilân Millet gazetesinin baş sayfasında, kalın çerçeve içinde ama tek sütunluk bir alanda kamuoyuna duyurulur. Alt başlık; “Maarif Vekâleti Millî Marş Güftesi İçün Müsabaka Açıyor” şeklindedir. Haberin tamamı şöyledir:

“Ankara, 12 (A.A.) - Maarif Vekâleti Millî Marş güftesinin tanzimi içün bir müsabaka açmıştır. Vekâletin bu husustaki tamiminde deniliyor ki: Güftenin vakarlı, ümit saçıcı, ruhu yükseltici olması şarttır. Açık bir Türkçe ile veciz surette Türklüğün varlığını, büyük mazisini ve daha büyük istikbâlini ifade etmelidir. Güftenin muhtasar olması da bir meziyet teşkil eder. Müsabakayı kazanan esere hars masrafından beş yüz lira mükâfat-ı nakdiye ile bir Maarif Madalyası, ikinciye yüz lira mükâfat ile bir takdirname verilecektir. Kaleme alınacak eserlerin 1342 Kânunusanisi nihayetine kadar Maarif Vekâletine gönderilmesi lazımdır. Millî Marşın güfte ve bestesi meclis-i âlinin tasdikine iktiran ittikten sonra resmiyet kesb idecektir. Âkif Bey’in İstiklâl Marşı büyük mücadelemizin kutsî bir hatırası olarak saklanacak ve millî marştan başka, İstiklâl Marşı unvanıyla merasimde söylenecektir.” (Millet, 25 Rebiülahir 1344/Cuma/13 Teşrinisâni 1341/1925).

Millî Eğitim Bakanlığının millî marşı değiştirmek için açtığı yarışma metninin içinde, Büyük Millet Meclisi’nin Millî Mücadele heyecanıyla, coşkun bir şekilde kabul ettiği şiirin niçin değiştirilmek istendiğinin açıklaması yoktur. Ancak nasıl bir güfte istendiği belirtilirken ifade edilen; “vakarlı, ümit saçıcı, ruhu yükseltici olma, açık bir Türkçe ile veciz surette” yazılma, “Türklüğün varlığını, büyük mazisini ve daha büyük istikbâlini ifade etme” ve “muhtasar olma” isteği, bazı ipuçlarını vermektedir. Hâlbuki bu özellikler, M. Âkif’in güftesinde en veciz şekliyle vardır. Ama muhtasar değildir. Uzuncadır. Peki, sevilen bir millî marşın, uzunca olması değiştirilmesini gerektirir mi? Yeniden büyükçe bir ödül konarak yarışma açılabilir mi? Üstelik, mademki yeni şiir yarışması açılıyor, İstiklâl Marşı’nın; “büyük mücadelemizin kutsî bir hatırası olarak saklanacak ve millî marştan başka, İstiklâl Marşı unvanıyla merasimde söylenecek” olması, hangi anlama gelmektedir? Bundan sonra iki marşlı bir toplum mu olunacaktır? Burada bir iki yüzlülük, hatta saklı bir utanç, zımmî bir şekilde itiraf edilmekte değil midir? İstiklâl Marşı varken, o zaten millî bir marşken, niçin “Millî Marş” adı altında yarışma açılmaktadır? Görüleceği gibi, ilân muhtevası, tatmin edici açıklamadan, yeterli gerekçe göstermekten uzaktır.

O zaman gerekçenin söylenmeyen veya başka yerlerde ifade edilen nedenlerinin bulunması gerekmektedir.

Bir defa bu konuda, Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi fakir gözükmektedir. Sadece üç dosya adresi açıklanmışken onlardan da araştırmacıya ancak ikisi verilmiştir[19]. Onlar da güfte değil beste ve beste yarışmasındaki kademelenme ile ilgilidir. Buna göre, Millî Marşın bestesi ile ilgili ilk talep, Tahran Büyükelçiliğinden gelir. Henüz Cumhuriyet kurulmamıştır. Bakanlıklar, “Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti Maarif Vekâleti” gibi adlandırılmaktadır. Dışişleri, millî marşın bestesini, Meclis Hükümetinden; hükümet de Millî Eğitim bakanlığından ister. Sonuçta hükümet, Maarif Vekâletinin yazısı doğrultusunda, Dışişleri Bakanlığına henüz bestenin kararlaştırılmadığını, İstanbul’daki musiki uzmanlarından oluşturulacak bir heyetin bu konuda bir karar almalarının umulduğunu bildirir. Ayrıca Maarif Vekâletinden de “Resmî Marşın” notası ile birlikte gönderilebilmesi işi hakkında gereğinin yapılmasını ister. (Belgeler için bkz. Ek:1-3, BCA, 21/4/1923, Fon Kodu: 30..10.0.0, Yer No: 197.351..4).

Türk bestekârlarından ümit kesme

Mart ve Nisan 1923’te yapılan bu yazışmalardan bir yıl sonra, yeniden konu ele alınır. “Devletçe kabul olunacak Resmî Marşın Türk bestekârlarınca yapılması şiddetle arzu edilmekte ise de şimdiye kadar bu hususta yapılan tecrübelerle” bestekârlarımızın, devamlı korunacak ve genel kabul görecek güçte bir besteyi yapamayacakları görülmüştür. Bunun üzerine başta cumhurbaşkanı olmak üzere, bütün hükümet üyelerinin imzası altında bir kararname çıkartılır. 19 Mayıs 1924 tarihli kararname ile bir beste yarışması açılacak; bu yarışmaya, Türk bestekârları yanında Avrupalılar da katılabilecektir. Yalnız bestenin seçimi, Türkiye’de yapılmayacaktır. Toplanan eserler, Paris, Viyana ve Napoli konservatuarlarında sanatı, ilmi değeri açısından incelenip ayrılarak seçim yapılacaktır. Seçilen üç eser, birçok defa değişik şahıslara, kesimlere dinletilerek “millî ruhumuzu” en iyi ifade eden kabul edilip beste sahibine para ödülü ve Maarif Madalyası verilecektir (BCA, 19/5/1924, Fon Kodu: 30..18.1.1, Yer No: 9.26..12).

Kararname tarihi ve içeriği dönem atmosferi ile örtüşmektedir. Türkiye’deki sosyal-kültürel değişikliklerin yapıldığı; Hıristiyan Medeniyetinin ulaştığı tek ve son medeniyet olarak benimsendiği sıralardır. Ön kabuller, eleştirel yaklaşıma izin vermemektedir. Paris, Viyana, Napoli millî ruhumuzu, coşkumuzu ne kadar ses bayrağı haline getirecektir? Bu durum, daha şehitlerin kanının kurumayacağı kadar yakın bir zamanda savaşılan güçlerin, kültürel hâkimiyeti altına, milleti sokmak değil midir? Belki kısık sesle de olsa bu konuların tartışılması[20], Batı musikisi bestesinin hâkimiyetinin kurulmasını 1930 yılına kadar geciktirmiştir.

Mayıs 1924’ten itibaren, Türk bestekârlarından ümit kesildiği açıklansa da millî marşın güftesi ile ilgili bir karar görülmemektedir. Ancak 1925’ten sonra durum değişecektir. Türk bestekârları ısrarından vazgeçildiği gibi İstiklâl Marşı’nın millî marş oluşundan da vazgeçilecektir. Muhtevada aşama aşama bir farklılaşma gözükmektedir.

Matbu “Maarif Vekâleti .. Müsveddeliği” üst başlığını taşıyan ve Başbakanlığa hitaben yazılan altı sayfalık belge, işin aslını çözecek mahiyettedir[21]. İlk şekli tahmin ettiğimiz, üzeri çizilerek değiştirilen satırları çok olan belge dört sayfa, biraz değiştirilerek daha az çizili yeri bulunan ikinci müsvedde, iki sayfadır. Millî Eğitim Bakanlığına ait ilk müsveddede, bilgi yanlışları da bulunmaktadır. Âkif’in, “Tek dişi kalmış canavar” satırı, Maarif Vekâletinden Başbakanlığa gönderilecek yazıda; “Medeniyet dediğin dişleri sırıtan bir canavar” şeklinde yazılmış, ikinci müsveddede bu garip hata düzeltilmiştir.

Marş şartnamesi

“Devletçe kabul olunacak resmî marşın umumî müsabaka suretiyle bestelenmesi hususunda Heyet-i Celîlenin 19/5/340 tarihli kararı mevki-i tatbika konacağı cihetle Kararnamede meskût geçilen zîrdeki hususâtın istizâhına mecburiyet hâsıl olmuştur.

  1. Kabul olunacak devlet marşının güftesi Millet Meclisi tarafından mazhar-ı takdir olan İstiklâl Marşı’nın aynı mıdır?
  2. Âkif Bey’in şiiri “Medeniyet dediğin dişleri sırıtan bir canavar ilah.” gibi gazetelerde kıyl ü kali mucib olan ifadelerden maada Türk kelimesini zikir hususunda kıtlık gösterir.

Âkif Bey’in İstiklâl Marşı mücadele günlerinden bir hatırası olarak yaşamalı ve merasimlerde söylenmelidir fakat bir resmî devlet marşının güftesi

a.Yüce Türk Milletinin medeni gaye ile yürüdüğünü

b.Cumhuriyetten istidlâl ittiğimiz manayı

c.Türk Milletini saadete ulaştıranlara umumî tarzda şükrân ifade etmelidir.

  1. Merasimlerde ayakta kalacak zevatın fazla yorulmaması bâis-i icab ittiği cihetle millî marşın nihayet sekiz-10 mısradan fazla olmamalıdır bunlardan 5-6; 9-10 uncu satırlar nakarat olabilir (s. 2).
  2. Millî Marş güftesinin vakûr bestesinin de güfteye uyacak surette vakûr aynı zamanda ümit saçacak surette neşeli ve tasannulardan (yapmacıklık) ayrı olması lâzımdır.
  3. Âkif Bey’in Marşı İstiklâl Marşı olarak kalacağı cihetle resmî devlet marşının güftesinin tayini içün bir müsabaka yapılması icab eder. Bu müsabakadan kabul olunan eser Heyet-i Celîlenin 19/5/340 tarihli kararı mucibince umumî müsabakaya arz olunur.
  4. Heyet-i Celîlenin 19/5/340 tarihli kararında umumî müsabakada ecnebi bestekârlarına verilecek mükâfat miktarı ve bu mükâfatın hangi fasıldan verileceği tasrih idilmiş değildir.” (KBYEK, 1-0052-1-0053).

“Baş Vekâlet-i Celîleye” başlıklı ikinci belgenin içeriği şöyledir:

“Devletçe kabul olacak resmi marşın umumî müsabaka suretiyle bestelenmesi hususunda Heyet-i Celîlenin ol babdaki kararının mevki-i tatbîka konabilmesi içün Kararname-i âlide meskût geçilen zîrdeki hususâtın istizâhına (sorgulama, açık bilgi isteme) mecburiyet hâsıl olmuştur.

  1. Kabul olunan resmî devlet marşının güftesi Büyük Millet Meclisi tarafından mazhar-ı kabul olan İstiklâl Marşının aynı mıdır?

Akif Bey’in şiirinde “medeniyet dediğin tek dişi kalmış canavar” gibi gazetelerde kıyl ü kali mucib olan ibarelerden ma’ada Türklüğe sembol olacak bir marşta Türk kelimesi bir defa olarak geçmez.

Akif Bey in İstiklâl Marşı mücadele günlerinin bir hatırası olarak yaşamalı merasimlerde ve mekteplerde söylenmelidir. Fakat devlet marşının güftesi yüce Türk Milletinin medenî gaye ile yürüdüğünü, Cumhuriyete istidlâl ettiğimiz manayı ve Türk Milletini saadete ulaştıranlara umumî tarzda şükran ifade etmelidir.

Merasimlerde ayakta kalacak zevatın fazla yorulmamasını temin icab ittiği cihetle Millî Marş nihayet sekiz on mısradan fazla olmamalıdır. Bunlardan 5-6, 9-10 uncu satırlar nakarat olabilir.

Millî Marş güfte ve bestesinin vakur aynı zamanda ümit saçacak surette neşeli olması lazımdır.

  1. Akif Bey’in marşı İstiklâl Marşı olarak kalacağı cihetle resmi devlet marşının güftesinin tayini içün bir müsabaka yapılması icap eder. Bu müsabakada kabul olunacak eser 19.5.1340 tarihli karar mucibince umum müsabakaya arz olunur. İş bu müsabakada ecnebi bestekârlarına verilecek müsabaka mükâfatının hangi fasıldan verileceği tezekkür buyrularak bir karara rabtı rica olunur.” (KBYEK, 1-0054).

Eleştiriler, metin içine sindirilmiştir: Batı Medeniyetine “canavar” deme, “Türk” kelimesinin geçmemesi, lidere şükrane yokluğu, uzunluk.. Müsveddelerin ilk maddelerindeki gerekçe çok açık anlaşılmalıdır. Türk adına sığınılarak marş değiştirme isteği ile Avrupa Medeniyetine söz söyletmeme çelişmektedir. Burada Türk adı ile Avrupa tercihi perdelenmektedir. Şükrane eksikliği ise istismardan başka bir şey değildir. Zira Âkif’in marşı, Şubat 1921’de kaleme alındığı için daha ne Sakarya ne de diğer zaferler görülmemiştir. Dolayısıyla devrin liderinin adı geçmemektedir. “Türk Milletini saadete ulaştıranlara şükraneden”, başka bir şeyin çıkartılması güçtür. O dönem basınında sık geçen “Kurtarıcı, Büyük Kurtarıcı, Halâskâran Gazi” gibi ifadelerin bulunmaması, yeni dönem için bir eksiklik olarak algılanmıştır.

Katılım

Yeni yarışmaya, belirlenen süre içinde yeterli eser gelmeyince yarışma süresi uzatılır. Onun için eserlerin bir kısmı 1925 sonunda bir kısmı 1926 sonunda bakanlığa teslim edilmiştir. Bunlardan birisi, yeni yarışmanın açılış nedenini belki en iyi anlamış olandır. “Millî Marş” başlıklı ve “Müsabakanın temdîdi münasebetiyle” atfını taşıyan dört kıtalık H. Sabri’ye ait şiirin, son beşlisi şöyledir:

“Bin dokuz yüz yiğirmi üçün Teşrini sonunda/Cumhurluğu ilân ettik taç ve tahtlar yıkıldı/Dini alet eden miskîn medreseler tekyeler/O taassup yuvaları hurafaalar yıkıldı/Teceddüdde Asya’ya rehber olan Türkleriz”

Eserlerin içinde Safvet Bedi’i’nin şiiri, farklı bir özelliğe sahiptir. Mısralarının ilk harfleri Cumhuriyetin kurulduğu ayı, diğer baş harfler de Ebced hesabıyla Cumhuriyetin ilân edildiği ay ve yılı gösterir. Şiiriyet özelliği zayıfsa da şairinin not düşmesiyle, böyle bir özelliğinin olduğu anlaşılmaktadır (KBYEK, 1-0045).

1925 güfte yarışmasına hasbilik açısından bakılırsa, şiirini ekinde gönderdiği dilekçeye, açıktan ödüle olan ihtiyacını yazanlar bulunmaktadır. Seciye farkı, İstiklâl Marşı’nın söylendiği manevî atmosferle, dört yıl sonrasının atmosferi arasında dağlarla ölçülemeyecek kadar fazladır.

Âkif’ten ders alan aynı zamanda ilk mecliste kâtip olarak çalışan Mahir İz, İstiklâl Marşı olmak üzere yazılıp seçimde sona kalan altı şiiri hatıratına alır. Sebebi şudur: “Bunları neşretmekle sadece tarihî bir hatırayı değil, aynı zamanda İstiklâl Marşı’mızın mukayese kabul etmeyen misilsizliğini de vesîkalandırmış oluruz kanaatindeyim.” (İz, 1990, 129). Aynı durum 1925 güfte yarışması için geçerlidir. Yarışmaya katılanlar ile eserlerine kısa bir göz atma bu konuda fikir verecektir.

İzmir’den Bıçakçızâde A. Hamdi: “Türküm Türküm Türktür şarkın şanlı, büyük milleti/Müstakilim, nedir bilmem, esareti, zilleti” 9 Kanunuevvel 1341 tarihli dilekçe ile “İzmir Maarif Müdiriyet-i aliyesi vasıtasıyla Hükümet-i Cumhuriye Maarif Vekâlet-i Celîlesine” müracaat etmiştir. İzmir Vilâyeti Maarif Müdürlüğü, 26. 11. 1341 tarihli resmi yazısı ile bakanlığa, ekinde şiirle birlikte gönderir. Yazı, şairin durumunu açıklayıcı mahiyettedir: “Sabık muallimlerden ve vilâyetimiz İlk Tedrisat Meclisi azasından Bıçakçızâde Hakkı Beğ tarafından tanzim ve idaremize tevdi olunan Türk Millî Marşı” unvanlı manzumenin takdimi.. Diğer müracaatlarda olduğu gibi bu durum, marşların bütün ülke çapında toplanıp, merkezde birleştirilmesi işinde bakanlık teşkilâtının harekete geçirildiğini göstermektedir (KBYEK, 1-0044, 1-0030).

Ömer Efendizâde Hafız Sabri’nin 10 Kanunuevvel 1341 tarihli dilekçesi ekinde gönderdiği basılı sekiz kıtalık marşının gerekçesi ilgi çekicidir: “Bunun Vekâletin arzusuna uygun olduğunu zannediyorum. Evvelan köylünün de kolaylıkla anlayabileceği tarzda açık Türkçe yazılmış”tır. Ayrıca “teceddüt ve tekâmül inkılâbâtına da aittir”. Şair, şekiz kıtalık şiiri içinde geçen “Ergenekon” kelimesi için hurafe, masal; “Hakanlığa” kelimesi uygun görülmezse “yasalara” denilebileceğini de not etmeyi unutmamıştır. İlk kıtası şöyledir: “Ergenekon dağlarından güneş gibi beliren/Yasa koyub devlet kuran barbarlığı deviren/ Yeşil Turan illerini cennetlere çeviren/ Yafes oğlu Türk dölünden Oğuz Han’ın oğluyuz” (KBYEK, 1-0043).

1 Kânunusani 1341 tarihli, “Vekil Beyefendi Hazretleri” diye doğrudan Millî Eğitim Bakanına hitap eden dilekçesi ekinde marşını yollayan Erzurumlu Salim Polat’ın gerekçesi hepsinden farklıdır. Gözleri görmemektedir. Eğer “Türk Ebediyet Marşı” başlıklı şiiri birincilik alırsa kazanacağı mükâfatı gözlerinin açılmasına harcayacaktır. Polat, Diyarbekir’de Fatih Paşa Mahallesinde 65 numaralı “hanede mukîm”dir (KBYEK, 1-0042).

23 Kanunuevvel 1341 tarihini taşıyan “Millî Marş”ını gönderen Halûk Nihad, beş kıtalık şiirine şöyle başlar: “Dolaşıyor dillerde destanın ey Türk bugün/Tarihini okuyan zaten bir şair olur/Tuna, Dicle boyunda rüya değil gördüğün/Budin Kal’alarında hâlâ sesin duyulur” (KBYEK, 1-0061).

13 Kanunusani 1926 tarihli dilekçe, İstanbul Cinayet Müddeiumumîsi Fuad Hulusi, 15 Teşrinisani 1341’de biri aruz diğeri hece vezninde iki şiirini “Millî Marş Müsabakasına iştirak etmek üzere” göndermiştir. İş uzayınca aruz vezninde, diğerlerine “arkadaş”, sade üçüncü bir şiirini daha gönderir (KBYEK, 1-0041).

15 Kanunusani 1926 tarihli dilekçe ekinde “Millî Marş Güftesi” ile İstanbul-Kadıköy Kurbağalı Dere Birinci Sokak 18 numaralı hanede oturan Hüsni Kenan müracaat eder. Şiiri; “Kalbimde donsun vatan için akmazsa kanım/Ben bu hırçın kan ile, dünyayı bulayanım.” beytiyle başlar; “Yarın yalnız hak için, namus için kavga var/ Hak için cihanı Türk belki cehennem yapar” beytiyle biter (KBYEK, 1-0040)..

Kırklareli’nden Ethem oğlu Nazmi 20 Şubat 1926’da müracaat eder. Altı kıtalık şiiri: “Ey sevgili Türk yurdu/Seni Kemâl yoğurdu/Cumhuriyet asıldır/Tanrı böyle buyurdu” dörtlüğüyle başlamaktadır (KBYEK, 1-0039).

Dehiliye Vekâleti İdare-i Umumiye-i Vilâyât’tan Mehmed’in 20 Mart 1926 tarihli, “Maarif Müsteşar-ı Âlisi Nafi Atuf Beğefendi Hazretlerine” yazdığı dilekçesi altında sunduğu millî marş tek kıtalıktır: “Bir Türk!.. Hududa karşı demirden bir ordudur/ Bir hamle-i şehâmeti dünyayı durdurur/Hududa doğru koşarken elinde sancakla/ Bir yıldırım geçer gibi dağlar selâm durur.” (KBYEK, 1-0038).

23 Teşirinisani 1341 tarihli dilekçesi ile İzmir Vilâyeti İstatistik Dairesi kâtiplerinden İsmail Şefik, “Ma’ruz-ı çakerleridir” diye başladığı başvuru dilekçesinde önceliği, güfte yarışmasını nereden haber alarak başvurduğuna verir: “Millî marş güfte ve bestesi içün vekâlet-i Celîlelerince matbuat vasıtasıyla küşâd ve ilân buyrulan müsabakaya iştirak maksadıyla inşad ve tab’ettiğim bir güfteyi ve matbu risaleyi min-gayr-i haddin (haddim olmayarak) takdim..”

20 Şubat 1926 tarihli dilekçesi ile Maarif Vekâletine müracaat eden Erzurum Ahz-ı Asker Dairesi Reisi Miralay Emin, geç başvurusunu şöyle açıklar: “Millî marş tanzimi içün tayin buyrulan müddetin bir ay daha tezyidinden tesadüfen malumâtdâr olunca belki Türkçe yazabileceğime güvenerek bir şey de ben yazdım.” der.

7 Aralık 1926 tarihli Eskişehir’den gelen müracaat Dördüncü Kolordu Kumandanı Mirliva”dandır. Kumandan, “İstiklâl Marşının yeni güftesi müsabakası” için Kolorduya bağlı Yiğirmi Üçüncü Fırka zabitanından Mülazım-ı Sani Salahaddin Efendi’nin tertip ettiği marş güftesi”ni takdim etmektedir.

“İstanbul’da Rami Karyesi’nde Mahmudiye Caddesi’nde 12 numrolu hanede mukîm Kumkapu Koleji Türkçe Muallimlerinden ‘Vecizeler’ müellifi Mahmut, sekiz kıtalık şiirinin beşinci kıtasında şöyle der: “Kan akıtmak taraflısı değiliz/Vatanı çünkü sulh eder mamur/Sevgili yurda göz dikenleri biz/Kahraman ordumuzla kahrederiz/ Dikkat et Türk’e sanki taştandır/Koca dağlar misali aslandır” Kitap yazarı, Türkçe Öğretmeninin yedinci kıtası da şöyledir: “Ordumuzla o can veren erler/Yurda kudret eylediler/Cümlenin tacıdır büyük Gazi/Bizi çünkü asıl o kurtardı/Dikkat et Türk’e sanki taştandır/Koca dağlar misali aslandır” (KBYEK, 1-0029).

Marş için müracaat edenler içinde belki en önemlilerinden birisi, o zaman “Ankara’da Ticaret Vekâleti mütercimi” olarak görev yapan Enis Behiç’in (Koryürek, 1891-1949) dilekçe ve şiiridir. “Hecenin beş şairinden birisi” olan Enis Behiç, şiirini takdim ederken önce neyi niçin yazdığını anlatır, marş-neşide farkı üzerinde durur:

“Maarif Vekâlet-i Celîlesine

Vekil Beğefendi Hazretleri,

Maarif Vekâletince Türklerin Millî Marşı için açılmış olan müsabakaya, ikinci yaprağa yazdığım şiirle giriyorum. Bu babda bazı maruzatta bulunmaklığıma müsaade buyurmalarını rica ederim:

Bendeniz bu şiirimde, müsabakanın şartlarını toplamış olmak içün milletimin şerefini, cengaverliğini, ırkî rabıtalarını -kan kardeşliklerini- cumhuriyet ve demokrasi esaslarını ve nihayet medeniyet ve irfana doğru atılmasını terennüm etmek istedim. Hususiyle millî bir neşideye biraz anane çeşnisi vermek lüzumuna kani olarak “Altay” ve “Çamlıbel”den “Orhun”daki “Kültiğin” Abidesine kadar çıktım. Kısalık ve sadelikten ayrılmamak içün de bütün söylenebilecek fikirlerin veya heyecanların hepsini, en tasannusuz (yapmacık) üslub ile, yalınız iki parçada teksif etmeğe çalıştım; ve her iki parçanın sonunu -ki bunların ikincisi de birincisinin bestesiyle okunmak tabiidir- aynı gidişte birer nakarat ile bağladım. Muvaffak olup olmadığımı şüphesiz ben bilemem; siz takdir buyuracaksınız.

Şİmdi, hemen bütün milletlerde millî marştan ziyade “neşîde” şekli galipdir. Malum-ı sâmileridir ki: “Marseyyez”in marş tarzında oluşu da vaktiyle bunun, Fransızlara millî bir neşide olsun diye bestelenmemiş olmasından ve esasen bir harp türküsünden ibaret bulunmasından neş’et etmiştir. Ağır ve hatta biraz da ruhanî bir ahenk ile uğuldayan bütün öteki millî neşideler ise “Marseyyez”in o .. marş tarzından ayrı bir azametle (kopuk) bu sebeple Türkler içün de bir “millî marş” değil, fakat bir “millî (kopuk) ..tirmek lazımdır sanıyorum. ..min lütfen kabul buyrulmasını dilerim efendim hazretleri.” 6 Kanunusani 1926 (Enis Behiç).

“-1-

Biz kimleriz?.. Biz “Altay”dan gelen erleriz./”Çamlıbel”de uğuldarız; coşar; gürleriz.../Biz öyle bir milletiz ki ezelden beri/Hak yolunda, yalın kılıç, hep seferberiz.../"Zafer” bizim şaha kalkmış küheylanımız;/Atıldı mı durduramaz ne dağ, ne deniz.../Felâketler pençemizde oyuncak olur;/Yangınlarla bütün cihan al sancak olur../Tan yerinden yıldırımlar saçan sesimiz/Gün batısı üzerinde şöyle duyulur:/Fırtınalar yoldaşıdır nara salan Türk./Hey koca Türk, Tanrısından kuvvet alan Türk/

“-2-

Yürüyoruz, başımızda Ay-yıldızımız,/Genç, ihtiyar, kadın, oğul, kızımız./Soyumuzda ne kahraman kardeşler vardır:/Türkmen, Oğuz, Başkurt, Tatar ve Kırgızımız./ Zincirlere vurulamaz arslanlarız ki[22]7”Orhun''da var “Kültiğin”den kalma yazımız../ Hamlemizden yere geçen kanlı saraylar../Bizce birdir gedalarla baylar, giraylar./ Medeniyet şimşeğinden gelir hızımız;/Sorma: Kimdir kanatlanmış bu genç alaylar?/Bunlar bütün nura doğru akın eden Türk./Hey koca Türk, uzakları yakın eden Türk!..” (KBYEK, 1-0009, 1-0010, 1-0011).

Sonuç

Aralarında bazı eski bürokratlarında bulunduğu müracaat listesi, 1921’e göre bir hayli yetersiz kalmıştır. Şiirlerden alınan örneklerin İstiklâl Marşı ile boy ölçüşmesi mümkün gözükmemektedir. Sürenin 1926 sonuna kadar uzatılmasına rağmen ihtiyacı karşılayacak eserin gelmediği anlaşılmaktadır. Enis Behiç hariç tutulursa, yarışmaya devrin ünlü şairlerinin rağbet etmemesi de önemsenmelidir. Bu durum, devlet teşvikine rağmen Âkif’in şiirini aşacak heyecan, kudret ve yükseklikte şiir ve şairin olmadığını da düşündürmektedir.

Bir yönü ile bu sonuç, Âkif’in vefatından hemen önceki sözlerini doğrulamaktadır. Zira o, “Allah bu millete bir daha İstiklâl Marşı yazdırmasın” temennisinde bulunurken, İstiklâl Marşı’nı kendisinin de tekrar yazamayacağını ifade ediyordu. Böylece, Millî Mücadele heyecanının ruh ikliminde terennüm edilen bir vatan türküsünün, o çapta bir millî kıyam olmadıkça yazılamayacağı, denenerek anlaşılmış oldu. Yalnız bazıları bu durumu idrak edemedikleri için 1925-26’dan sonra da güfte değiştirme demeleri yapmaya devam ettiler. Aslında millî marşın değişmesi, millet hayatını sarsan olağan dışı hareketi gerektirmektedir. Batıcı anlayış, devlet kurumlarının gücünü kullanarak millet hayatında depremler oluşturmasına rağmen, benimsediği değerlerle birlikte İstiklâl Marşı’nı değiştirmeye güç yetirememiştir. Çünkü millet, bir çeşit gönüllü sömürgeleşme niteliğini taşıyan çabalara gönül coşkusu ile katılmamış, destek vermemiştir. Burada hata, millette değil kültür ve medeniyet değerlerini değiştirme sevdasını sürdürenlerde aranmalıdır. Millîlikle-istiklâlin bütünleşemediği yerde, hizmetin yönü, milletten başkalarına dönmektedir ki, bu tehlikelidir. En hafifiyle, içe dönük mücadele ile küçülme, yükselişin durması gibi neticeleri getirmektedir.

Hâlbuki marş üzerinde değişmesi gereken bir durum vardır. Bu marşın güftesi değil, güfte ile uyum sağlayamayan, yerli-millî olmayan bestesidir. Köklü bir millet, yüksek bir musiki sahibi olmasına rağmen Türk Milletinin; millî marşını bile kendi musikisi ile terennüm edemiyor olması, asıl üzerinde durulması gereken eksikliklerden biridir. Özel ilgileri doğrultusunda insanların, farklı müziklere eğilimli olması kadar tabii bir durum olamaz. Ama yediden-yetmişe herkesin kolaylık ve coşkuyla söylemesi gereken bir marşın, dünyaya örnek gösterilen prozodi hataları ile dolu olması millî bir eksiklik olarak önümüzde durmaktadır. Her millet, kendi marşını kendi müziği-sesi ile söylerken Türk Milletinden bu hakkın seksen yıldır esirgenmesi, hakşinaslık değildir.

Kaynakça

Konya Bölge Yazma Eserler Kütüphanesi Belgeliği (KBYEK), İstiklâl Marşı 1-0000/1-0063.

AYHAN Bünyamin, 2009, Atatürk ve Basın, Palet Yayınları, Konya.

AYVAZOĞLU Beşir, 1986, İstiklâl Marşı Tarihi ve Manası, Tercüman Aile ve Kültür Kitaplığı Yayınları, İstanbul.

BAYRAKTAR Nail, 1992, 1944 Yılında Eski Milli Eğitim Bakanlığı Binası Cilt Atelyesinde İken Yanmış Olan Fihristlerin Listesi, Türk Kütüphaneciliği, 6/4-9.

CANIM Rıdvan- ÇALIK Etem, 1995,Mehmet Âkif ve İstiklâl Marşı, Yedi İklim, İstanbul.

CEYHAN Abdullah, 1991, Sırat-ı Müstakîm ve Sebîlürreşad Mecmuaları Fihristi, Diyanet İşleri Başkanlığı, Ankara.

DOĞAN D. Mehmet, 1998, Câmideki Şair Mehmed Âkif, İz Yayıncılık, İstanbul.

DÜZDAĞ M. Ertuğrul, 1998, Mehmed Âkif Ersoy, Kültür ve Turizm Bakanlığı, Ankara.

DÜZDAĞ M. Ertuğrul, 2000, Mehmed Âkif Hakkında Araştırmalar II, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Mehmet Âkif Araştırmaları Merkezi, İstanbul.

ERSOY Osman, Kütüphaneciliğimiz ile İlgili Belgeler, pdf, www.kutuphaneci.org.tr/web/node. php?action=6&type.

Eşref Edib (FERGAN), 1381-1962, Mehmed Âkif Hayatı-Eserleri ve Yetmiş Muharririn Yazıları, C. I, Sebîlürreşad Neşriyatı, İstanbul.

FERGAN Eşref Edip, 1381-1962, Mehmed Âkif Hayatı-Eserleri ve Yetmiş Muharririn Yazıları, Sebîlürreşad Neşriyatı, İstanbul.

İZ Mahir, 1990, Yılların İzi, Kitabevi, İstanbul.

KABAKLI Ahmet, 1984, Mehmet Âkif, Türk Edebiyatı Vakfı, İstanbul.

KUNTAY Midhat Cemal, 1944, İstiklâl Şairi Mehmet Akif-Ölümünün altıncı yıldönümü münasebetiyle-, Ülkü Kitabevi, İstanbul.

(KUNTAY) Mithat Cemal, 1990, Mehmet Akif Ersoy-Hayatı-Seciyesi-Sanatı-, Türkiye İş Bankası yayını,

Ankara.

NALBANTOĞLU Muhittin, 1981, Mehmet Âkif ve İstiklâl Marşı, Veli Yayınları, İstanbul.

ÖZÇELİK Mustafa, 2005, Mehmet Âkif Ersoy ve İstiklâl Marşı, Lamure yayını, İstanbul.

SARIHAN Zeki, 1996, Mehmet Akif, Kaynak Yayınları, İstanbul.

ŞENGÜLER İsmail Hakkı, 1992, Açıklamalı ve Lügatçeli Mehmed Âkif Külliyatı, C. 9-10, Hikmet Neşriyat, İstanbul.

TİMURTAŞ Faruk K., 1987, Mehmet Âkif ve Cemiyetimiz, Kültür ve Turizm Bakanlığı yayını, Ankara.

YEŞİL Kamil, İstiklal Marşı yazma yarışmasına kaç (büyük) şairimiz katıldı?, Milli Gazete, 22.12.2005,

http://www.milligazete.com.tr.

Ek: 1-3:

TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ

İCRA VEKİLLERİ HEYETİ RİYASETİ

Kalem-i Mahsus Müdüriyeti

Adet

Tezkere

6/1238                                                                                                          Ankara 21.4.339

HARİCİYE VEKÂLETİNE

13/Mart/39 tarih ve Umur-ı Şehbenderiye ve Ticariye Müdüriyeti 1074/10565 numrolu tezkereye cevaptır:

Resmî Marşın bestesinin henüz tekarrur etmediği ve İstanbul’da musikî mütehassıslarından mürekkeb olmak üzere teşkil edilen heyetce bu babda yakında bir karar ittihazı me’mûl bulunduğu Maarif Vekâletinden cevaben bildirilmiştir. Netice ayrıca bildirilecektir efendim.

İcra Vekilleri Heyeti Reisi

TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ HÜKÜMETİ MAARİF VEKÂLETİ

Kalem-i Mahsus Müdiriyeti

Umumî: 4233

Hususi: 412

İCRA VEKİLLERİ HEYETİ RİYASET-İ CELÎLESİNE

Hulasa:

Resmî Marşın Bestesi henüz takarrür etmediğine ve yakında

İttihaz edilecek kararın bildirileceğine dair.

17 Mart sene 339 tarih ve 6/707 numrolu tahrirat cevabıdır: Resmî Marşın bestesi henüz takarrür etmemiştir. Mukaddema İstanbul’da musıkî mütehassıslarından mürekkeb olmak üzere teşkil edilen heyetin bir an evvel vazifesini itmâm ve intâc itmesi âhiren yazılmıştır. Heyetçe yakında ittihaz edilecek kararın bildirileceği arz olunur efendim.

22 Mart sene 339 Maarif Vekili

TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ

İCRA VEKİLLERİ HEYETİ RİYASETİ

Kalem-i Mahsus Müdiriyeti

Aded

Tezkere

6/707

MAARİF VEKALETİNE

Resmî Marş ittihaz edilen marşın notasıyla beraber irsali-

Tahran Sefaretinin bu babdaki müracaat ve talebine atfen Hariciye Vekâletinin 13/Mart/39 tarih ve Umur-ı Şehbenderiye Müdüriyeti 1074/10565 numrolu tezkeresinde istirham edilmekte ifa-yı icabını rica ederim efendim.

İcra Vekilleri Heyeti Reisi

(BCA, 21/4/1923, Fon Kodu: 30..10.0.0, Yer No: 197.351..4).

(BCA, 21/4/1923, Fon Kodu: 30..10.0.0, Yer No: 197.351..4).

(BCA, 21/4/1923, Fon Kodu: 30..10.0.0, Yer No: 197.351..4).

(BCA, 21/4/1923, Fon Kodu: 30..10.0.0, Yer No: 197.351..4).

EK: 4

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

Başvekâlet

Kalem-i Mahsus Müdüriyeti

Aded

535                                                                                             Ankara

KARARNAME

Devletçe kabul olunacak Resmî Marşın Türk bestekârlarınca yapılması şiddetle arzu edilmekte ise de şimdiye kadar bu hususta yapılan tecrübelerle bestekârlarımız arasında müebbed bir sıyane ve umumi bir kabule mazhar olabilecek kuvvet ve kudrete malik bir eserin vücuda getirilmesi imkânsızlığı tezahür etmiş ve marşın umumi bir müsabakaya arz edilmesi münasib görülmüş olduğuna devletçe kabul edilecek marşın Avrupalıların ve Türk bestekârlarının iştirak edeceği bir müsabaka neticesinde toplanacak eserlerin Paris, Viyana ve Napoli konservatuarlarında sanat ve ilim kıymetleri nokta-i nazarından ayrı ayrı tetkîk ve temyîz ettirilmesi ve bu suretle intihab edilecek üç eserin burada birçok defalar müteaddit zevata ve cemiyetler azalarına dinlettirilerek millî ruhumuz itibarıyla en munis ve muvafık olanın kabulü ve kabul edilecek bestenin sahibine münasib bir mükâfat-ı nakdiye ve bir Maarif Madalyası itası hakkında Maarif Vekâlet-i celîlesinin 6 Nisan... Sene 340 tarih ve 4905 numrolu tezkeresiyle vuku bulan teklifi İcra Vekilleri Heyetinin 19/5/340 tarihli içtimaında ledel-tezkere vekâlet-i müşarünileyhanın mütalaası muvafık görülmüştür.

Türkiye Reisicumhuru

Gazi Mustafa Kemal

Maarif Vekili Maliye Vekili Dahiliye Vekili Adliye Vekili

Müdafaa-i Milliye Vekili

Başvekil ve Hariciye Vekili İsmet

Mübadele İmar ve İskân Vekili

Sıhhiye ve Muavenet-i İçtimaiye Vekili Ticaret Vekili

Ziraat Vekâleti Vekili Nafia Vekili

(BCA, 19/5/1924, Fon Kodu: 30..18.1.1, Yer No: 9.26..12).

(BCA, 19/5/1924, Fon Kodu: 30..18.1.1, Yer No: 9.26..12).

Konya Bölge Yazma Eserler Kütüphanesi (KBYEK) Belgeliğindeki, İstiklâl Marşı ile ilgili Maarif Vekâleti’ne ait marş şartname müsveddesinin dört sayfası.

13 Kasım 1925 tarihli Millet gazetesi ve “Millî Marş” başlıklı ilânı.

Mehmet Âkif Bilgi Şölenleri’nin dördüncüsünde sunulan bildirilerden oluşan ve 2010 yılında basılan kitap Mehmet Akif Ersoy Araştırmaları Merkezinin beşinci kitabı.
 
 

Maarif Vekili Hamdullah Suphi verir. Para ile şiir arasında ilişki kurmak yanlıştır. Üstelik Âkif, bu yüzden müsabakaya katılmamış, bizzat bakanın, endişelerini giderici yazılı müracaatından sonra şiiri kaleme almıştır. Besim Atalay ile Tunalı Hilmi’nin ‘ısmarlama’ ve ‘halkın tercümanı olamaz’ sözleri de yanlıştır. Dördü aleyhte, yedisi lehte on bir teklif sunulduktan sonra şiir, millî marş olarak kabul edilir. Zorlu bir meclis görüşmesinin sonucudur. Ama bilinmektedir ki, Âkif hasbîdir. İhtiyaçlı olduğu halde zorunlu ola­rak alması gereken ödülü almaz ve bağışlar. Çünkü “Âkif’in bilmediği müşterek mefhumların başında menfaat vardır. Menfaatin ümmisidir. Birinci Cihan Harbindeki açlık bile Âkif’e menfaati öğretememiş- tir” (Kuntay, 1944, 5). Bu yüzden Âkif’i suçlayanlar bile vardır. Ailesinin sonuna bakarak, aslında “kede­rinden” denebilecek bir ruh hali ile yapılan suçlama şöyledir: “Eğer Mehmet Akif, 1921’in 500 lirasını, anasının ak sütü gibi helal sayıp alsaydı, 80'li yıllarda kızı FAKFUNFON'a muhtaç olmayacak; damadı Ömer Rıza Doğrul mason olmak zorunda kalmayacak, oğlu Emin Ersoy bir zenginin yanında kahyalık yapmayacak, Çetin Altan’dan harçlık almak zorunda kalmayacak ve sonunda bir kamyon kasasında ölü bulunmayacaktı. Akif'in kendisi de Gözübüyükzade Ziya Bey’e 250 lira olan borcunu kolaylıkla vere­cekti. Yazımızı vefatının 69'uncu; İstiklal Marşı'nın kabulünün 84'üncü yılında Mehmet Akif Ersoy’u rahmetle anarak ve ona Fatiha hediye ederek bitirelim vesselam.”(Yeşil, 2005).

[2] Besteci, Orkestra şefi, keman virtüözü Osman Zeki Üngör (1880-1958), Muzıkai Hümayun’da Bin­başı rütbesiyle Saray Orkestrası Şefidir. Bağımsız kadrosu olan ilk Türk senfoni orkestrasıyla Union Française’de haftalık halk konserleri vermiş, Musiki Muallim Mektebi’nin müdürlüğünü yapmış, Avru­pa şehirlerinde de orkestralar idare ederek konserler vermiştir. Yalnız İstiklâl Marşı’nı 1922 senesinde besteledikten sonra ünlenir. Cumhuriyet’in ilanından sonra Ankara Riyaset-i Cumhur Musıki Hey’eti Şefi olur. İstiklâl Marşı dışında; İlim Marşı, Azmü Ümit Marşı, Töre Marşı, Türk Çocukları, Cumhuri­yet Marşı gibi besteleri vardır (http://www.fikrimyok.com/Osman-Zeki-Ungor-1880-1958-t7990.html, 18.03.2007). Onun, Millî Marş bestesindeki prozodi yanlışlığı çok eleştirilir: Türkiye tarihinin sözleri herkes tarafından büyük coşkuyla okunan, ama bestesi hep eleştirilen başka bir eseri yok.. Besteci Osman Zeki Üngör’e göre tartışmalar, İstiklâl Marşı’nın ilk plak kaydını yapan Sahibinin Sesi adlı müzik şirketinin yanlış kaydından kaynaklanıyor.. Üngör’e göre bestenin hikâyesi şöyledir: 10 Eylül 1922’de İstanbul-Şişli’deki dairesinde ilkokul öğretmeni İhsan Bey ziyaret eder. Osman Zeki ile, misafiri Talim Terbiye Heyeti Üyesi Haydar Bey evdedirler. İhsan Bey, “Türk süvarileri İzmir’e girmiş” müjdesini verir. Osman Zeki, coşkuyla salondaki piyanosunun başına geçer ve evinde iki gün daha çalışıp bestesini bitirir. Önce arkadaşlarına dinletir. Ardından, orijinalliği ile ilgili mesleki “onayı” almak üzere bestesini, Viyana Konservatuvarı’na gönderir. 10 gün sonra, eserin orijinal olduğu hakkında cevap gelir. Notala­rını çantasına koyarak, Ankara’ya gider (2 Ekim 1922). Osman Zeki, gittiği gece yarısı Ankara Palas’ta,

Mustafa Kemal’in huzurunda çalar. Mustafa Kemal, marşı çok beğenir ve Osman Zeki’yi ekibiyle bir­likte Ankara’ya davet eder. Sultan Vahideddin daha padişah ve İstanbul’dadır. İtanbul’a dönerek arka­daşlarını getirir. Marş bestesi, Ankara’da artık orkestra eşliğinde çalınmaktadır. Ama bu sadece Ankara çevresiyle sınırlıdır. Aslında İstiklâl Marşı, Meclis tarafından kabul edildikten sonra beste yarışması açılmış ve yarışmaya 24 besteci davet edilmiştir. Elde 24 ayrı beste vardır. Söz jüridedir. 24 besteci içinde Ahmet Yekda, İsmail Zühdü, Ali Rıfat (Çağatay) da vardır. Nihayet 1924’te Ankara’da Encümen-i Musiki bünyesindeki bir komisyon tarafından yapılan değerlendirme sonucunda Ali Rifat Çağatay’ın bestesi millî marş olarak kabul edilir (http://kultur.sabah.com.tr/dosya/dosya-5014.html). Onun için 1930’dan günümüze; 80 yıldır Zeki Üngör’ün bestesi söylenmektedir. Ama 80 yıldır “Marş cenaze mar­şı gibi, temposu çok ağır” eleştirisi yapılmaktadır. Osman Zeki Üngör de bu eleştirilere katılmaktadır. Sahibinin Sesi adlı İstanbul’daki ünlü müzik şirketinin üç ortağından Kayseri kökenli Vahram Gesaryan, İstiklâl Marşı’nı plağa kaydetmek ister. Bu nedenle besteci Üngör’le bir anlaşma imzalar. İngiltere’den getirilen ses teknisyenlerinin kontrolünde, besteci Üngör orkestra eşliğinde millî marşı stüdyoda icra eder. Fakat aksilik, marş plağın aynı yüzünün yarısını doldurur. Şirket yöneticileri devreye girerek, plağın dolması için bir marş daha çalınmasını isterler. Besteci yanaşmaz. Ortam gerilince Üngör, bir teklifte bulunur; “Marşı biraz ağır çalalım, böylece plak dolar. Sonra çalınırken gramofon biraz hızlıya ayarlanır, olur biter!” Böylece millî marş, plağa okunan ağır temposuyla Türkiye’ye yayılır. Radyolar aynı yavaşlıkta çalmaya başlar. Besteci Üngör, sağa sola koşar, derdini anlatmaya çalışır. Ama iş işten geçmiştir. Orkestralar da plaktaki tempoyla çalmaktadır. İşin garibi, Osman Zeki, sadece plak şirketini kabahatli bulmaz. İsim vermeden sitem ettiği diğer kişi, İstiklâl Marşı’nı orkestraya uyarlayan Ermeni besteci Edgar Manas’tır (http://www.payidar.net/konu/48859-hataly-plak-kaydy-yuzunden-ystiklal- marthy%26%238217%3Bny-yyllardyr-yanlyth-soeyluyoruz/). Şimdi ana soru şudur: Bu çok bilindik yanlışa Türkiye, kaç seksen yıl daha dayanmaya devam edecek?

[3] Ali Rıfat (Çağatay) Bey’in bestesi, Türk müziği etkisinde, Acemaşiran makamındadır. Ali Rıfat Bey, Mısırlı Abbas Halim Paşa’nın kız kardeşi Prenses Zehra Hanım’la evliydi. Mısırlı Abbas Halim Paşa, Mehmet Akif’in yakın dostu ve hamisidir. Mehmet Akif’in yazdığı “Köse İmam” adlı şiiri de Ali Rıfat Bey bir perdelik operet yapmıştır. İyi ilişkileri vardır. Alaturka tarzda icra edilen Ali Rıfat Bey’in marş bestesi, 1924’ten 1930 yılına kadar çalınıp söylenir (http://www.payidar.net/konu/48859-hataly-plak-kaydy- yuzunden-ystiklal-marthy%26%238217%3Bny-yyllardyr-yanlyth-soeyluyoruz/).

[4] “Benim şahsi kanaatim İstiklâl Marşı, metin olarak doğarken şairin zihninde bu marşın bestesi hazırda vardı. Yani şiir bestelenmiş olarak yazıldı. Sonradan bir besteye ihtiyaç yok idi.” İsmet Özel, 17 Mayıs 2008, http://www.istiklalmarsidernegi.org.tr/index2.php?option=com.

[5] Prozodi hataları ile ilgili eleştiriler göz ardı edilemeyecek mahiyettedir. Birkaçına bakmak bile bir fikir verecek mahiyettedir. “Prozodi veya müzik prozodisi, müziğin sözlere, sözlerin nağmelere, çeşitli vasıtalarla uygulanmasına ve her ikisinin de beste diksiyonu, mânâ ve âhenk bakımından başarılı bir şekilde kaynaşmasıdır. En çok bilinen prozodi hatası, İstiklâl Marşı’ndadır. “Korkma sönmez bu şafak­larda yüzen alsancak” şeklinde sözün besteye uymadığı bir durum söz konusudur.” http://tr.wikipedia. org/wiki/Prozodi. Ülkemizde Prozodi Dersleri adı altında ilk ve tek kitabın (Pan Yayıncılık, 1997) yazarı, ilk İstiklâl Marşı beste yarışmasına da katılan musikî bilgini Hüseyin Sadettin Arel’dir (1880-1955). Ese­rin asıl adı, “Aruz-ı Musikî”dir. Arel’e göre, “Güfteli eserlerde sözün besteye taksim edilmesini anlatan bir ilimdir”. Prozodi, her dönemde gündemde olsa, en önemli tartışma “İstiklâl Marşı”nda yaşanmış, “İstiklâl Marşı”, bir ‘prozodi faciası’ olarak görülmüştür http://www.muzikkitaplari.com/product info. php/products id/8. Bir başka değerlendirme şöyledir: “Şu anda mekteplerde, resmî dairelerde, bant kayıtlarında bulunan İstiklâl Marşı bestesi prozodi bakımından, yani ses düzeniyle söz düzeninin uyu­mu bakımından belki dünyada örnek gösterilebilecek bozuklukta bir metindir.. “O-be!”, “Laarda!”.. “larda” diye bir kelime Türkçede yoktur.. “Biz İstiklâl Marşı’nın Zeki Öngör tarafından yapılmış bes­tesini ne pahasına olursa olsun savunuyoruz!” diyenler, acaba gerçekte neyi savunuyorlar?.. Bunlar gerçekten o besteyi mi savunuyorlar? Yoksa İstiklâl Marşı’nın Türk Milleti’ne ulaşmaması için başa­rılarını mı savunuyorlar? (İsmet Özel, 17 Mayıs 2008, http://www.istiklalmarsidernegi.org.tr/index2. php?option=com content&do pdf=1&id=245).

[6] Bunlardan bazıları şunlardır: Rıdvan Canım-Etem Çalık, 1995,Mehmet Âkif ve İstiklâl Marşı, Yedi İk­lim, İstanbul; M. Ertuğrul Düzdağ, 1998, Mehmed Âkif Ersoy, Kültür ve Turizm Bakanlığı, Ankara; M. Ertuğrul Düzdağ, 2000, Mehmed Âkif Hakkında Araştırmalar II, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakül­tesi Vakfı Mehmet Âkif Araştırmaları Merkezi, İstanbul; Muhittin Nalbantoğlu, 1981, Mehmet Âkif ve İstiklâl Marşı, Veli Yayınları, İstanbul; Zeki Sarıhan, 1996, Mehmet Akif, Kaynak Yayınları, İstanbul.

[7] F. K. Timurtaş, örtülü değinenlerdendir: “İstiklâl Marşı’nı değiştirmek fikri yeni değildir. Zaman zaman ortaya atılır. Bu arzuyu ileri sürenler umumiyetle kasıtlı hareket eden, vatanî ve millî duyguları zayıf kimselerdir. Atatürk zamanında da İstiklâl Marşı’nı değiştirmek isteği ileri sürülmüş, fakat İstiklâl Sa­vaşının büyük başbuğu bu düşünceye iltifat etmemiştir. Üniversite tahsilimizin son kısmına rastlayan İkinci Dünya Savaşının sona erdiği yıllarda da İstiklâl Marşımızı değiştirmek arzusu taşıyanlar olmuştu. Adını vermek istemediğimiz bir şair-yazarın bu isteği o zamanlar üniversite gençliği tarafından büyük infialle karşılanmıştı.” Yazara göre, “İstiklâl Marşı’nı değiştirmek istemek, İstiklâl Harbi şehitlerinin ve Atatürk’ün aziz hatıralarına saygısızlıktan başka bir şey değildir.” (Timurtaş, 1987, 36).

[8] Mustafa Özçelik, 2005, Mehmet Âkif Ersoy ve İstiklâl Marşı, Lamure yayını, İstanbul, s. 105-111. “Milletin Müslüman kimliği, ezanların kıyamete kadar okunması, sadece Hakk’a tapılması, mabetle­rin kutsallığı, şehitliğin önemi, gibi insanlara kimlik kazandıracak esaslarla; din ile hürriyet arasında kurulan ilişkiye dair iken; ikincisi, Batı’nın maddi üstünlüğüne karşı İslam âleminin manevi üstünlüğü, Batı’nın canavarlaşması ve onların ‘alçaklar’ olarak nitelenmesidir. Bu mesajların seslendirilmesinden hoşlanmayanlar bir yandan İstiklâl Marşı’na alternatif olarak Onuncu Yıl Marşı’nı yerleştirmek iste­mektedirler, diğer yandan da mahalli maçların başlangıcına kadar İstiklâl Marşı’nı söyletmek suretiyle bu değeri sıradanlaştırmakta ve içini boşaltmakta. Bu ülke, paranın üstüne İstiklâl Marşı’nın ve Akif’in fotoğrafının konulmasını çok görmüştür. Turgut Özal’ın Başbakanlığı zamanında bin bir güçlükle üzeri­ne koydurduğu İstiklâl Marşı ve Akif’in fotoğrafının bulunduğu 100 Türk Lira’sı bu yüzden çabucak es­kitilmiş ve tedavülden sessiz sedasız çekilmiştir” http://herseyosmanli.wordpress.com/2007/03/02/ istiklal-marsi-yazma-yarismasina-kac-buyuk-sairimiz-katildi/.

[9] Millî Eğitim Bakanlığı binası ve cilt atölyesi, 23 Aralık 1947’de yanmıştır. Bu yangında maalesef bü­tün Türkiye kütüphane, müze ve degâhlarından toplanan yazma, Eski Türkçe basma binlerce kitap yanmıştır. Talim Terbiye Dairesine ait on bin kitap bunlardandır. Ulus gazetesi, yangın haberini; “ilmî mahiyette olan bu kitapların heder olması, memleket kültür âlemi için de büyük bir” kayıp olarak dü­şünüldüğünü kaydetmiştir (Bayraktar, 1992, 4). Yangınla yok edilen kütüphanelerin listesi verilmiştir. Fakat belgelerle ilgili ayrıntı bilinmemektedir.

[10] Henüz Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü kurulmadığı için belgelerin, yarışmaları açan kurum olarak Maarif arşivinde (MEB) bulunması gerekirdi. Düşünceler, Ulus’taki Maarif Vekâleti’nde 23 Aralık 1947’de çıkan ve binada her şeyi kül eden yangından sonra bütün beste-güfte yarışma malze­melerinin de yandığı yönünde yoğunlaştı. Fakat 1925 ve 1926’ya ait orijinal belgelerin ortaya çıkması; yarışma malzemelerinin resmi bakanlık arşivinde değil, bir şekilde bakanlık yetkililerinin özel evrakları arasında uzun süre, kendileri ölüp evraklar miras malı olarak piyasaya çıkıncaya kadar saklandığını göstermektedir. Niçin resmi arşivde değil de özel arşivlerde bir sır gibi saklandı? Bu durumun, geçirilen dönemlerdeki kültürel dönüşüm ve depremlerin şahıslar üzerindeki etkisi ve yaşanan güven bunalımı ile ilgili olduğu sanılmaktadır. Başbakanlığa yazılan güfte şartnamelerinin ikisinin de müsvedde olması, bu düşünceyi güçlendirmektedir.

[11] Diğerleri, Aydınlık ve Orak Çekiç 'tir. (Bkz. Ayhan, 2009; Düzdağ, 1988, 97). 3 Mart 1925’te çıkan Kanunun birinci maddesi ile Sebilürreşad arasında bir bağ kurulabilmesi için o ilk maddeye bakmakta yarar vardır: “İrtica ve isyana ve memleketin nizam-ı içtimaisi ve huzur ve sükûnu ve emniyet ve asa­yişini ihlale bais (bozmaya yönelik) bilumum teşkilât ve tahrikat ve teşvikât ve neşriyatı (örgütlenme, kışkırtma ve yayınları), hükümet reisicumhurun tasdikiyle ve re’sen ve idareten men’e mezundur (ken­di başına yasaklamaya yetkilidir). İş bu ef’al erbabını hükümet İstiklâl Mahkemesi’ne tevdi edebilir.” Sebilürreşad, Âkif’le ilgili yayınlardan ilk susturulanı değildir. Âkif’in dostu, İstanbul’dan Anadolu’ya beraber geldiği, onun bir dörtlüğünü gazetesinin başlığı altında devamlı yayınlayan Ali Şükrü’nün Tan gazetesi bunlardandır. Milletvekili olduğu halde önce Ali Şükrü öldürülmüş, ardından gazetesi kapan­mıştır (Düzdağ, 1988, 93).

[12] Yakın arkadaşı Şefik Kolaylı’ya vedaya geldiğinde, Kolaylı vazgeçirmeye çalışır. Çocuklarının eğitimi sekteye uğrayacak, kendisi mağdur olacaktır. “Âkif büyük bir hüzün ve teessür içinde”; “Arkamda polis hafiyesi gezdiriyorlar. Ben, vatanını satmış ve memlekete ihanet etmiş adamlar gibi muamele görmeye tahammül edemiyorum ve işte bundan dolayı gidiyorum” der (Düzdağ, 2000, 180).

[13] Bkz. ABD Millî Marşı: (Söz: Francis Scott Key, müzik: John Stafford Smith, yazılışı: 1814, kabulü: 1931): “Pul Pul Yıldızlı Sancak/Ah, söyle, görebiliyor musun şafağın ilk ışıklarında/.. İşte bu, pul pul yıldızlı san­caktır, ah, uzun yıllar dalgalansın/Toprağı üzerinde özgür insanların ve vatanı üzerinde yiğitlerin!/Ve nerede şimdi o güruh o kadar pervasızca haykıran/Yıkıntısı savaşın ve dövüşün/Ne yuva ne yurt bıraka­cak diye?/Kendi kanları yıkadı onların pis ayaklarının kirini./Hiçbir barınak koruyamaz parayla tutulan ve köleyi/Korkunçluğundan kaçışın, ya da zulmetinden mezarın;/Ve pul pul yıldızlı sancak zaferle dal- galanır/Toprağın üzerinde özgür insanların, ve vatanı üstünde yiğitlerin!/Ah, bu hep böyle olsun özgür insanlar durdukça/ Sevgili vatanlarıyla savaşın perişanlığı arasında!/Zafer ve barışla kutsanan bu ülke/ Yüceltsin o Güç’ü bizi bir ulus yapan ve ulus olarak tutan!/Öyleyse feshetmemiz gerek çünkü davamız haklı bir dava,/Ve şu olmalı parolamız: Tanrıdır güvenimiz!/Ve pul pul yıldızlı sancağımız yengiyle dal- galanarak,/Toprağı üzerinde özgür insanların, yuvası üzerinde yiğitlerin!” (Çev. Naciye Öncül), http:// www.benimblog.com/muratkaral/28728/M%DDLL%DD+MAR%DELAR.html.

[14] Almanya Millî Marşı: (Söz : August Henrich Hoffmann, müzik: F.J. Haydn, yazılışı: 1841, kabulü 1922, yeniden kabulü 1950, Törenlerde söylenen 3. dörtlük): “Birlik, hak ve özgürlük/Alman vatanı için/ Kardeşçe, yürekle ve el ele/Bu uğurda çaba gösterelim/Birlik, hak ve özgürlük/Mutluluğun simgesi/ Bu mutluluk içinde parla/Parla Alman vatanı/...Almanya, Almanya, her şeyin üstünde/Dünya’daki her şeyin üstünde/Eğer sürekli direnerek/Kardeşçe, birlik halinde tutarsa kendini/Maas’ten Memel’e/ Etch’ten Belt’e varana kadar/Almanya Almanya her şeyin üstünde/Dünyadaki her şeyin üstünde.” (Çev: Yılmaz Onay, http://www.benimblog.com/muratkaral/28728/M%DDLL%DD+MAR%DELAR.html.)

[15] Çin Halk Cumhuriyeti Millî Marşı: (Söz: Tien Han; müzik: Nie Erh, yazılışı: 1932, kabulü: 1949). Kalkın! Köle olmak istemeyen insanlar!/Etimizle, kanımızla yeni Çin Şeddimizi inşa edelim!/Çin Ulusu, en tehli­keli bir döneme geldi./Herkes son kükreyişe zorlanıyor./Kalkın! Kalkın! Kalkın!/On binlerimiz tek bir yü- rek,/Gözümüz kapalı düşman topu üzerine ileri!/Gözümüz kapalı düşman topu üzerine ileri!/İleri! İleri! İleri! (Çev. Pulat Otkan, http://www.benimblog.com/muratkaral/28728/M%DDLL%DD+MAR%DELAR. html).

[16] Fransız Millî Marşı: (Söz ve müzik: Claude-Jozeph Rouget de Lisle, yazılışı 1792, kabulü: 1795, 1879). Marseyyez: İleri kardeşler vatan için ileri!/Şan şeref günü geldi çattı işte!/Karşımıza geçmiş kanlı san- cağını/Tiranlık bir kez daha çekiyor göndere/../Tiranlar hainler onun bunun artıkları,/Artık korkudan titremeye başlayın!/Adi suikastçiler çözülsün dizlerinizin bağları!/Yakındır geliyor zamanı hesap sor- manın!/And içmiş askerleriz biz yeneceğiz düşmanı!/Bir yiğit düşmeye görsün toprağa bizden,/Doğu- rur onu toprak ana yeniden,/Koparıp alsın diye sizlerin kafanızı!/Haydi vatandaşlar sıklaştırın safları silâhları kapın!/Yürüyün ki şu alçakların kanlarıyla toprağımız sulansın!/Çarpışın Fransızlar merhame­ti de esirgemeyin/Göze göz dişe diş, elden bırakmayın civanmertliği,/Yine de silâhların önüne zorla sürüklenen/O zavallıları bağışlayın o masum kurbanları./Ama o tiranın yanından hiç ayrılmayan/Köpe- ği ve Bouilles’nin suç ortaklarını,/Bağışlamayın o gözlerini kan bürümüş kaplanları,/Anamızın bağrını parçalamaya can atan!/Haydi vatandaşlar sıklaştırın safları silahları kapın!/Yürüyün ki şu alçakların kanlarıyla toprağımız sulansın!/Gel gir kolumuza kutsal vatan sevgisi,/Götür bizi intikam almaya!/ Sevgili özgürlük tutsana elimizi,/Sahip çıksana kendi davana!/Zafere erip dikince bayrağımızı,/Senin koruyucuların buluşana dek burada,/Mezarında bile sokana dek düşmanın kafasına,/Senin zaferini ve bizim şanımızı!/Haydi vatandaşlar sıklaştırın safları silahları kapın!/Yürüyün ki şu alçakların kanlarıyla toprağımız sulansın! (Hürriyet Bildirgeleri, Der. Janko Musulin, Çev. Necmi Zekâ, İstanbul, 1983, s. 113- 115’den http://www.benimblog.com/muratkaral/28728/M%DDLL%DD+MAR%DELAR.html).

[17] İngiliz Millî Marşı: (17. yüzyıldan anonim) “Tanrı korusun iyi yürekli kralımızı,/Uzun ömürler soylu kralımıza,/Tanrı kralı korusun!/Yengin kılsın onu,/Mutlu ve şanlı,/Başımızdan etmesin eksik;/Tanrı kralı korusun!/Tanrım en seçkin yetenekleri elindeki/Ona bağışla gönülden kucaklar dolusu./Uzun yıllar başımızdan eksilmesin diye;/Savunsun diye yasalarımızı./Ve haklı kılsın bizi diye/Tüm yüreğimiz ve sesimizle haykırmamız için/Tanrı kralı korusun!/Tanrı kutsasın yurdumuzu./Yaradanın esirgeyen eli/ Korusun yine kıyılarımızı;/Barış, gücünü eksik etmesin,/Düşmanı dost eylesin,/Ve Britanya’nın hak­ları güdülmesin/Artık savaşla./Haklı ve dürüst yasalar/Üstlensin halkın davasını,/Ve mutlu kılsın adamızı./Yurdu yiğitlerin ve özgür insanların,/Ülkesi bağımsızlığın (özgürlüğün),/Dua ediyoruz üstün­den eksik olmasın/İyi yürekli tanrının hoşnutluğu. (Çev. Naciye Öncül, http://www.benimblog.com/ muratkaral/28728/M%DDLL%DD+MAR%DELAR.html.

[18] Pakistan Millî Marşı: (Söz; Abul Asar Hafeez Jullunduri, müzik; Ahmad G. Chagla, kabulü; müzik 1953, söz 1954) Mutluluklar kutsal yurda/Mutluluklar bereket ülkesine/Simgesi kırılmaz azmin/Pakistan yur- du/Mutluluklar sana inan kalesi/Bu kutsal ülkenin yolu/Halkın kardeşliğinin gücündedir/Ulusumuz, ülkemiz ve devletimiz/Parlasın şan ve şerefle sonsuza dek/Kutlu olsun amacımız, ereğimiz./Ay yıldız­lı bu bayrak/Öncüsüdür ilerlemenin ve olgunluğun/Anlatandır geçmişimizi, şanını bu günümüzün,/ Esini geleceğimizin./Simgesi tanrının esirgemesinin. (Çev. Naciye Öncül, http://www.benimblog.com/ muratkaral/28728/M%DDLL%DD+MAR%DELAR.html).

[19] Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi’nde (BCA), adresi gözüken, “İstiklâl Marşı’nın yazılması ve bestelen­mesi” konulu belgenin (19/8/1923 tarihli, Fon Kodu: 180..9.0.0, Yer No: 6.35..1.), görülmesi mümkün olmamıştır.

[20] “Bestelerin Paris’e gönderilmesi önerisine tepkiler: İstiklâl Marşı’na katılan besteler arasında bir seçim yapmak söz konusu olduğunda, notaların Paris’e gönderilmesi fikri gündeme geldi. Ancak bu haber hem mebuslar arasında hem basında büyük eleştirilerle karşılandı. Tevhid-i Efkâr gazetesinde de hemen konuyla ilgili bir eleştiri kaleme alınmıştı. Yazıda, İstiklâl Marşı için yapılan bestelerin seçim için Paris’e gönderileceğinin haber alındığı, ancak bu haberin yanlış olmasının temenni edildiği dile getiri­liyordu. Yazara göre bu bestelerin içinden konservatuarın “Türk ruhuna ve milli zevkine en uzak” eseri seçeceğine şüphe yoktu, çünkü Batı müziğine vâkıf olan bu üstatlar, “bizim musikimizi ne bilirler, hatta ne de beğenirlerdi: Millî marşın ise millî ruha yakın ve milletin ruhunu vücuda getirecek nağmelerle bestelenmiş olması lazım gelir. Eğer besteler hakikaten Paris Konservatuarı’na gönderilmiş ise orada intihab edilen [seçilen] eser veya eserlerin millî zevke uygun olup olmadığını kendi musikî istidatları­mıza tetkik ettirmek ve bizim ruhumuza en hoş gelen besteyi resmen kabul etmek lazım gelir. Bu fikrin en şiddetli muhaliflerinden biri de Kâzım Karabekir’di. Karabekir, Paris meselesine bir tepki olarak, millî marş yerine kullanılmak üzere “Türk Yılmaz” adıyla, güftesini de kendisinin yazdığı bir marş besteledi (http://kultur.sabah.com.tr/dosya/dosya-5016.html).

[21] Belgelerin gün yüzüne çıkmasını temin eden Öğretmen Kasım Kocabaş ve Konya Bölge Yazma Eser­ler Kütüphanesi Müdürü Bekir Şahin’e, bazı takıldığım kelimelerde yardımlarını esirgemeyen Prof. Dr. Talip Özdeş’e teşekkür ederim. Bu şartname müsveddesinin ilk şekli üzerinde, transkript çalışmasını Kasım Kocabaş yapmış, yeniden düzeltmeler yapılmıştır.

[22] “Arslanlarız ki” yerine “bozkurtlarız ki” dahi denilebilir; fakat (arslanlarız ki) bana daha munis geldi. Veyahut: (Demir dağlar delmiş olan bozkurtlarız ki) şeklinde bütün mısra değişebilir.”

Bu haber toplam 2030 defa okunmuştur
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Diğer Haberler
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim