• İstanbul 14 °C
  • Ankara 13 °C

Prof. Dr. Cemal Kurnaz: Serdengeçti'nin Âkif'e Yaklaşımı

Prof. Dr. Cemal Kurnaz: Serdengeçti'nin Âkif'e Yaklaşımı
Osman Yüksel Serdengeçti (Akseki, 1917-Ankara, 1983), Cumhuriyet dönemi Milliyetçilik hareketinin öncü isimlerindendir.

DTCF Felsefe Bölümünde öğrenciyken 3 Mayıs 1944'te Türkçülük-Turancılık suçlamasıyla tutuklanınca Fakülteyle ilişkisi kesilir. Hayatını gazetecilik ve yayıncılık yaparak sürdürür. 1965-1969 tarihleri arasında Adalet Partisi'nden Antalya milletvekili olarak görev yapar.

Osman Yüksel, 1947-1962 tarihleri arasında Serdengeçti isimli aylık bir dergi yayınlar. Hapislik hayatı ve tutuklanmalar yüzünden dergiyi düzenli çıkaramaz. Toplam 33 sayıdan oluşan dergi, halktan büyük ilgi görür. Adeta kendisine alem olur ve bunu soyadına ilave eder. Serdengeçti Neşriyatı adı altında Mabedsiz Şehir, Bu Millet Neden Ağlar, Bir Nesli Nasıl Mahvettiler, Ayasofya Davası, Mevlâna ve Mehmet Akif, Türklüğün Perişan Hali, Gülünç Hakikatler, Kara Kitap, Radyo Konuşmaları, Müslüman Çocuğunun Şiir Kitabı gibi kendi eserleri yanında, başka yazarların kitaplarını da basar, dağıtır. Serdengeçti, fikir ve hareketleriyle Türk Milliyetçiliği tarihinde kendine özel bir yere sahiptir. Onun milliyetçilik anlayışında Türklük ve İslâmiyet birleşmiştir. Tanrıdağı kadar Türk, Hira dağı kadar Müslümamz sözü bu birliği anlatır. Serdengeçti dergisinin logosu altında yer alan "Hakk'a tapar, halkı tutar; Allah'a, millete, vatana koşanların dergisi; Allah'tan başka kimseden korkmaz; Allah, millet, vatan yolunda"gibi sözler onun milliyetçilik anlayışında dinin önemini gösterir. Serdengeçti'nin mücadelesi bir bakıma Akif'in mücadelesinin devamı niteliğindedir. O, kendini Mevlâna'nın aşkına tutulmuş, Akif'in mücadelesine katılmış bir kişi olarak tanımlar. Gönlündeki ateşi yakan, onu bu davaya, bu sevdaya atan Akif'tir. O, lisede Fikretçilere karşı Âkifçi'dir.

Serdengeçti, karşısına öldüremedikleri, saklayamadıkları bir Namık Kemal, bir Mehmet Akif, bir Yunus Emre çıkmasaydı, kendisinin de sapanların, sapıtanların gürûhuna katılmış olabileceğini düşünür. O Namık Kemâl'den vatan ve hürriyet sevgisini öğrenir. Fakat, bu vatan soyuttur, nazarîdir. Akif bu soyut vatanı somutlaştırır. Bu sihirli, hoş, fakat boş kalıba ruh verir, ses verir. Onu realitenin haşin yüzüyle, başsız ümmetlerin, mazlum milletlerin feryatlarıyla doldurur. Flalkın dertlerini, arka sokakların sefâletini, aylakçı, bezirgân zümrenin sefâhatini; camilerin, secdelerin heyecanını, cephenin kan ve kıyametini dile getirir. Namık Kemâl'in vatanı Akif'te memleket, millet hâline gelir. Namık Kemâl'in hürriyeti, Akif'te istiklâl olur, bayraklaşır. Onu günlük, gelici geçici şeylerden, ferdiyetin dar çerçevesinden kurtaran, ona mücadele heyecanı veren, cemiyet ve cemaat şuuru veren M. Akif olur.

Onun Akif'e bağlılığı hayatı boyunca devam eder. Çanakkale ve Akif'le ilgili anma toplantılarında Arif Nihat Asya gibi tanınmış kişilerle birlikte heyecanlı konuşmalar yapar. 1945'te yazdığı "Sevdim Sevgilim Diye Anayurdu Derinden" şiirini Akif'e ithaf eder. Kanlı Bahar başlıklı şiirinde onun gür sesine olan hayranlığını dile getirir;

Akif'in gür sesinden Yunus'un nefesinden Gökalp'ın hevesinden Bir şeyler var içimde

Serdengeçti'nin kavgacı, mücadeleci, pervâsız yanında Akif ile akraba bir taraf vardır. Şu mısralardaki ses tonu aynı iklimin eseridir:

Volkan gibi lâv atmış, ne susmuş ne sönmüşüm Ben bu iman uğruna çılgınlara dönmüşüm

Serdengeçti Akif'i ilk olarak lise yıllarında tanır. Yağmurlu bir günde pansiyonda ders çalışırken arkadaşlarından biri, Akif'in öldüğünü haber verir. Kütüphaneye gider, gazete lerdeki ölüm haberlerini okur. Okuldaki Türkçe ders kitabı Süleyman Şevket'in Güzel Yazılar'ıdır. Bu kitapta Akif'in, "Cehennem olsa gelen göğsümüzle söndürürüz" mısraı ile başlayan bir şiiri vardır. Bir de bu şiirin üzerindeki resmi. Serdengeçti'nin söyleyişiyle, kırışık alınlı, erkek bakışlı, dev gibi bir adam... Tam şiirine uygun bir sima. Kendi kendine, bu adam cehennemi söndürür mü söndürür diye düşünür. Akif onun için artık kahraman, yaman bir adamdır. Ama bu kadar; daha fazla değil. Sonraları Akif'e karşı daha çok ilgi duymaya başlar. Ağabeyinin teşviki ile Safahat'ı elde eder. Okudukça kitaba karşı isteği artar. Safahat onun ruhunu, cami kürsülerinden cephelere kadar, o kan ve kıyamet mahşeri olan savaş alanlarına kadar alıp götürür. Onda neler yoktur ki. Allah'ın kitabından tutun da günahkâr kulların, en azgın insanların maceralarına kadar hepsi... Yalnız hâle ait şeyler mi? Olup bitenler mi? Hayır, koskoca bir tarih... Eski şevketli, haşmetli günlerimiz... Mefâhirimiz... Yalnız Türk tarihi, Türk dünyası da değil... Bütün Islâm tarihi, İslâm dünyası, dünkü ve bugünkü hâli, dertleri, meseleleri, felaketleriyle hepsi Safahat'tadır. Bütün bu konular en ince hususiyetlerinden, en kaba umumiyetlerine kadar Akif'te dile gelir.

Akif'in anası Buharalı, babasının babası ise Arnavutluk'tandır. Serdengeçti bu konu üzerinde de düşünür: Biri doğuda, biri batıda. Garip tesadüf. Akif de, Buhara'dan ta Arnavutluk'a kadar yayılan, dağılan bütün milletlerin, bütün Islâm milletlerinin derdini kendine dert edinen bir adamdır. Şüphesiz bu dert biyolojik verasetle anadan-babadan gelen bir dert değildir. Bu dert aile derdi değildir. Cemiyetin, milletin, ümmetin derdidir. Esasen Akif, bu büyük felaketlerin, meselelerin içine kendini bırakıverir. Ne aile, ne ev, ne bark... Akrabalarından biri ölür. Ona cenaze namazına gitmeyecek misin diye sorarlar. "Neredeyse milletin cenaze namazını kılacağız. Böyle bir zamanda ev, aile, akraba gibi şeyler düşünülür mü?" diye cevap verir. Akif, dava sahibi her büyük adam gibi, bir nevi kara sevdaya tutulmuştur. Bu sevda onu camilerden cephelere, meydanlardan arka sokaklara, fukara mahallelerine, kahvelerden kum çöllerine, Peygamber topraklarına kadar götürür. Akif ağlar, söyler. Hatta bazen isyan dahi eder. Bu o kadar samimi, o kadar içten bir isyan ki, insanın adeta çocukça diyeceği gelir... (...) Akif bu. Ağlayan, söyleyen, feryat eden Akif...

Osman Yüksel, mücadelesinin sembolü haline gelen Serdengeçti dergisinde ilk sayıdan başlayarak Akif'in şiirlerine yer verir, onun hakkında yazılar yazar. Derginin ilk sayısı Akif'ten bir şiir parçasıyla başlar. Şiirin takdiminde okuyucuların derginin her sayısında Hakk'ın ve halkın savunucusu, hilâl ve istiklâl şairi büyük Akif'in, bu dönmez, yılmaz, seciye ve karakter kahramanının iman dolu bağrından kopup gelen hür, erkek ve tok sesini daima duyacakları sözünü verir, M. Akif'i her zamandan ziyade bugün dinlemeye mecbur olduğumuz belirtir. Seçtiği şiir, adeta Serdengeçti hareketinin karakterini belirtir gibidir. Nitekim, yıllar sonra yayınladığı Bu Millet Neden Ağlar kitabında, "Biz bunlara bağlıyız" başlığı altında başka şiirler yanında bu şiire de atıfta bulunacaktır.

Zulmü alkışlayamam! Zâlimi aslâ sevemem! Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem! Üç buçuk soysuzun ardında zağarlık yapamam, Hele hak nâmına haksızlığa ölsem tapamam. Doğduğumdan beridir âşıkım istiklâle Bana hiç tasmalık etmiş değil altın lâle. Yumuşak başlı isem kim dedi uysal koyunum ? Kesilir belki, fakat çekmeye gelmez boyunum. Kanayan bir yara gördüm mü yanar tâ ciğerim, Onu dindirmek için kamçı yerim, çifte yerim, Adam aldırma da geç git diyemem aldırırım, Çiğnerim, çiğnenirim hakkı tutar kaldırırım!

Serdengeçti dergisinin ilk sayısındaki "Kanlı Balkanlar" yazısının başında da Akif'in şu mısralarına yer verir:

Vîrânelerin yasçısı baykuşlara döndüm, Gördüm de hazânımda bu cennet gibi yurdu. Gül devrini görseydim eğer bülbül olurdum Yâ Rab beni evvel getirsen ne olurdu?

Yazının devamında da, ondan alıntı yapar:"Âkif, büyük insan, bu vurdumduymazlık karşısında asilâne isyan ederek şöyle feryat ediyordu: Ey Şark leş mi kesildin? Hayret veriyorsun sen bana böyle değildin'.' Serdengeçti'nin 2. sayısının başında yer alan" Bize Soruyorlar: Cevap Veriyoruz" başlıklı yazı da Akif'ten alınmış bir şiir parçasıyla sona erer: "Aldığımız yüzlerce mektupta okuyucularımızın hepsi de aynı endişeyi izhar ediyorlar, çekingen, mütereddit bir ağızla konuşuyorlar, iyi efendim iyi amma... Doğru söylüyorsunuz fakat.... Hakikatin amması, fakatı olmaz. Hakikat hakikattir. Korkunç şeyi Bu memlekette hakkın, hakikatin yaşamayacağına, yaşatılamayacağına adeta iman etmişler. Biz Serdengeçtiler bunun aksini ispat edeceğiz. Son nefesimize kadar hakkı, hakikati, hürriyeti haykıracağız. Bu uğurda:

Cehennem olsa gelen bağrımızda söndürürüz Bu yol ki hakyoludur, dönme bilmeyiz yürürüz. Düşer mi tek taşı sandın harîm-i namusun? Meğer ki harbe giren son nefer şehîd olsun. Şu karşımızdaki mahşer kudursa, çıldırsa, Denizler ordu, bulutlar donanma yağdırsa, Bu altımızdaki yerden bütün yanardağlar Taşıp da kaplasa âfâkı bir kızıl sarsar, Değil mi cephemizin sinesinde îmân bir, Sevinme bir, acı bir, gaye aynı vicdân bir, Değil mi sinede birdir vuran yürek yılmaz, Cihan yıkılsa emin ol bu cephe sarsılmaz.

Serdengeçti'nin 3. Sayısı da Akif'in bir şiiriyle başlar: "Senelerce evvel M. Akif, imparatorluğun bu vefalı çocuğu, 'Geçmişten adam hisse kaparmış, ne masal şey!/Beş bin senelik kıssa yarım hisse mi verdi?/Târihi tekerrür diye ta'rîf ediyorlar/Hiç ibret alınsaydı tekerrür mü ederdi?’diyerek insanların belalardan, felaketlerden ibret almadıklarından şikâyet ediyor. Eserlerinde yakın tarihimizi, bütün feciaları zaferleriyle terennüm eden şair, Balkanların o zamanki halini kanlı tablolar halinde gözlerimizin önüne seriyor. Akif, bugün kızıl cellatlar tarafından doğranan binlerce, on binlerce kardaşlarımızın feryatlarını duysaydı kim bilir nasıl feryat ederdi? Biz de Âkif'ie beraber demir perdeyi indiren bu yirminci asır haydutlarının yüzüne, asrın maskeli vicdanına tükürüyoruz.

Gitme ey yolcu, beraber oturup ağlaşalım! Elemin bir yüreğin kârı değil paylaşalım! Susturan abdalın idrâkine bol bol tükürün.

Serdengeçti'nin 9. sayısında Osman Yüksel'in, “Hakkin ve Halkın Şairi Büyük A kif başlıklı bir yazısı yer alır. Yazıda kısa bir girişten sonra, çeşitli yazarların Akif hakkındaki görüşle rine yer verilir. Girişte, istiklâl şairi M. Akif'in ölümünün 13. yıl dönümü münasebetiyle, başta İstanbul ve Ankara olmak üzere, yurdun her köşesinde heyecanlı toplantılar ve törenler yapıldığını, bir zamanlar Akif'i anmak bir çeşit günah iken, yıllarca sistemli bir şekilde aldatılan, öldürülen genç ruhların, şimdi yeniden bir ba'sü ba'delmevte kavuştuğunu söyler. Böylece gençler gerçek vatanperverleri tanımakta, kahramanlık, fazilet örneklerinin önünde, hiç eğilmeyenlerin önünde eğilmektedir. Ona göre Akif'in yeri cihetlere, ufuklara, kitaplara sığmayan meçhul şehidin yeri gibi, inanmış insanların kalplerindedir. Lise yıllarında onun sevgisini milletten esirgemişler, Akif'i 1400 yıl geriye atmışlardır. Halbuki o içimizde, bize bizden yakındır. Onunla milletin arasına kirli şöhretler koymuşlar, türlü kesafetler yığmışlardır. Fakat bütün bu gayretler boşa gitmiştir. Onunla milletin arasındaki bütün kesafetler erimiş, bütün şöhretler çürümüştür. Yalnız ve yalnız o kalmıştır. Her yerimizde ve her şeyimizde o vardır! Göklerimizdeki hilal ve yıldızlar, gönüllerimizdeki şarkılar, sınır boylarındaki askerler, kalelerimizdeki bayraklar, onu söylemekte, ondan haber vermektedir!

Serdengeçti, sözlerini şöyle tamamlar:

"Ey ıssız âşiyanlarırı, öksüz vatanların, Esir milletlerin, mazlum ümmetlerin şairi, Sana ne mutlu! Ölümün bile yeni doğuşlara yol verdi. Mağripten maşrıka kadar, al-yeşil bayraklar dalgalandıkça, korkma! Senin sesin, senin dâvan ebedi kalacaktır."

Bu yazıda alıntı yapılan eserler arasında kendisinin Hakk'ın ve Halkın Şairi BüyükÂkif isimli bir eseri de bulunmaktadır. Ancak böyle bir kitabın varlığından haberdar değiliz. Acaba yayınlanması düşünülen bir eser midir? Yoksa 1958'de yayınlanacak olan Mevlâna ve M. Âkif kitabının ilk şekli midir bilemiyoruz. Serdengeçti'nin 17. Sayısının kapağında Akif'in şu mısralarına yer verilmiştir:

Çık nerdesin zuhûr et, biz seni bekliyoruz Yıllardıryollarmda yorgun emekliyoruz! Mûsâ ol, Hakk'a yüksel, tecellî et de Tûr'a Zulmet yıkılsın gitsin, gark olsun nura!

Serdengeçti'nin 18. Sayısında M. Akif'in "Necid ÇöllerinMevlâna ve M. A kif İsimli Eseri den Medine'ye (Kâbe'yi Tavaf)" başlıklı şiiri yayınlanır.

Osman Yüksel', "Çanakkale Âbidesi ve Mehmetçik" başlıklı yazısında, Akif'in Çanakkale şehitleri hakkında yazdığı şiirden söz eder. "Mehmetçik ve Çanakkale Âbidesi" yazısında da aynı konuyu işler, yapılacak âbidenin Türk ruhunu yansıtması ve üzerine Akif'in meşhur şiirinin yazılması gerektiğini belirtir. 27. Sayının kapağında Çanakkale Şehitlerine şiirinden dört mısra'a yer verir. Serdengeçti'nin 31. Sayısının (30 Aralık 1959) kapağında M. Akif'in oğlu Emin ile birlikte bir fotoğrafı vardır. Bu sayıda Osman Yüksel'in, "M. Âkif Mısır'a Neden Gitmişti?" başlıklı bir de yazısı yayınlanır. Osman Yüksel Serdengeçti'nin Mevlâna ve M. Âkif adında küçük bir kitabı vardır. Toplam 48 sayfa olan kitabın 33.-48. sayfaları Akif'e ayrılmıştır. Yazar, kitabın 2.12.1957 tarihli önsözünde, bu iki ya zıyı Serdengeçti Dergisinin 26. sayısı için hazırladığını, ancak yazılar 16 sayfalık derginin tamamını kaplayacağından, küçük bir kitap halinde yayımlamayı uygun gördüğünü söyler. Akif'in Serdengeçti'yi en çok etkileyen yönlerinden biri de, şiirlerinde bireysel duygular yerine toplumsal konuları işlemesidir. Ona göre Âkif yegâne toplumcu şairimizdir. Onun kadar hiç kimse cemiyetimizin, milletimizin dertlerini ele almamış, işlememiş, görmemiş, göstermemiştir. Ferdiyetin dar sınırlarından cemiyete teveccüh eden bugünün sözde şair, romancı, hikâyecileri dahi, henüz Akif'in eserleri çapında bir eser vermemişlerdir. Kendi zamanındaki şair ve romancılar ise, bu canlı, gerçek halk konularına dokunmaktan adeta tiksinmişler, hep hayallerle uğraşmışlardır. Mesela sembolizmin Türkiye'deki temsilciliğini yapan Ahmet Haşim, bu kan ve kıyamette millet inim inim inlerken, "altın kulelerden kuşlar uçurmuş", her şeye küsüp darılan, tebdîl-i vicdan tebdîl-i din eden Tevfik Fikret Âşiyan'ına çekilerek, şimdi bir Protestan papazı olan oğlu Halûk'a şiirler yazmakla vakit geçirmiştir. Zamanın şair-i azami Abdülhak Hamit de, metafizik meselelerle uğraşmış, bir taraftan veremden ölen karısına mersiyeler yazarken diğer taraftan başka bir kadına aşk mektupları yazmıştır.

Yalnız Akif'tir ki, veremlilerin öksürüğünden, cephelerdeki tekbir seslerine kadar, boylu boyunca bir milleti, bir cemiyeti bütün felaketleriyle birlikte kucaklamıştır. Veremli talebelerin öksürüğü, son nefesi onun şiirlerinde... Küçük Küfeci Hasan'ın yük altında ezilen vücudu onun şiirlerinde... Haksız yere tutuklanan, sürüklenen insanların hâli onun şiirlerinde... Meyhanelerin, kahvehânelerin, tekkelerin, bu başıboş, avare insanların toplandığı bu zillet ve meskenet yuvalarının isli, pisli havası onun şiirlerinde... Haksız yere karı boşayan kumarbazların, sarhoşların, azmışların durumu, kurumu çalımı, en ince ayrıntısına varıncaya kadar onun şiirlerinde... Sonra yıkılan aileler, aile faciaları, kimsesiz kadınlar, yetim çocuklar onun şiirlerinde... Herkes, zamanın diğer şairleri yan gelip yatarken, Âkif, arka sokaklardan tâ cephelere kadar bu milletin bütün dertleriyle meşgul olmuş, bilfiil bu dertleri, bu heyecanları yaşamış, duymuş, en güzel bir şekilde millete duyurmuştur. (...) inkılâp irtica yaygaraları.. Hürriyet türkücüleri.. Parti kavgaları.. Nihayet harpler.. Camiler, secdeler, dualar, cihatlar, cepheler, kahramanlık menkıbeleri.. Bunların hepsi Akif'te.. Safahat, sefahatle sefaletin, gözyaşlarıyla kahkahanın, açlıkla tokluğun, varlıkla yokluğun, dinsizlikle dindarlığın., bütün bu zıtların, birbirine atan tutan, birbirlerini yiyen yutan milletlerin, insanların, partilerin mücadelelerin mahşeridir. İmparatorluğun çöküş devrini inceleyecekler için Akif'in hayatı ve eserleri en güzel, en ibret verici belgelerdir.

Serdengeçti Akif'in, şiirlerinde halktan kopuk aydın tipini ele aldığını, hürriyetin ilanındaki meydan hatiplerinden iğrendiğini, çığırtkanları değil gerçek hürriyet ve din mücahitlerini takdir ettiğini söyler. Abdülhamit devrinde oradan oraya sürülen Mandallı Hoca'yı tasvir eden şiirinin bir şaheser olduğunu, Nazım Hikmet'in ihtilalci bir adamı anlattığı Yürüyen Adam şiirinin, bunun yanında yürümeyip sadece yerinde saydığını belirtir. Âkif inkılâpçı nesil tarafından dindar, softa diyerek okunmamakta, o sadece istiklal Marşı ve Çanakkale şairi olarak tanıtılmaktadır. Oysa onun Safahat'ında bunlardan daha büyük, daha güzel şiirler bulunmaktadır.

Serdengeçti'ye göre Âkif, felaket devri çocuğudur. Balkan harbi faciası... Arkasından büyük harp... Birbirini kovalayan felaketler, facialar... Altı yüz yıl üç kıtada dimdik tutunan bir imparatorluğun çöküşü, bu çöküşü hazırlayan musibetler... Âkif bu. Kanayan bir yara gördüm mü yanar tâ ciğerim/Onu dindirmek için kamçı yerim, çifte yerim diyen yürekli, merhametli adam ağlamasın da kimler ağlasın?..

Vîrârıelerin yasçısı baykuşlara döndüm, Gördüm de hazânımda bu cennet gibi yurdu. Gül devrini görseydim eğer bülbül olurdum

Yâ Rab beni evvel getirsen ne olurdu? diye feryat eder ama, Serdengeçti'ye göre Allah Akif'i tam zamanında göndermiştir.

O, daha önce de söylediği gibi Fikret, Haşim ve Hâmid'i toplumsal konularda sorumsuz davranmakla suçlar. Âkif olmasaydı, bu milli faciaları, milletimizin geçirdiği bu derin ıstırapları kimden, kimin kaleminden dinleyecektik diye sorar. Ortalığı sise veren, o bedbin, münkirTevfik Fikret'ten mi? Yeryüzünde bunca felaketler dolaşırken semâvât ile uğraşan şair-i âzam Flâmit'ten mi? Yoksa, dökülen bunca kanları, yaralanan bunca canları görmeyip, altın kulelerden kuşlar uçuran, göllerde bir kamış olmak isteyen Ahmet Flaşim'den mi? Hayır, hayır, edebiyat kitaplarını dolduran bu adamlardan hiçbirisi görevini yapmamışlardır. Onlar ne yazarlarsa yazsınlar, ne çapta sanatkâr olurlarsa olsunlar berat edemezler. Suçludurlar, mahkûmdurlar. Çünkü, milletin dertlerine arkalarını çevirmişlerdir. Yalnız Akif'tir ki, bize gür imanların, hisli yüreklerin, temiz vicdanların heyecanını vermiştir. Allah için, millet için, vatan için mücadelenin yollarını göstermiştir. O yalnız milletin dertlerini dile getirmek, ağlamak, söylemekle kalmayıp, içimizin dışımızın düşmanlarla dolu olduğu, zaferden, kurtuluştan ümit kesildiği, en akıllılarımızın bile bir mandanın arkasından koştuğu bir zamanda şöyle haykırmıştır: "Korkma sönmez bu şafaklarda yüzen al sancaki/Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak!" En son ocak sönünceye kadar mücadeleye devam!

Yıllarca, asırlarca süren uykudan artık Silken de muhitindeki zulmetleri hep yık. Âlemde ziya kalmasa halk etmelisin halk Ey elleri böğründe yatan şaşkın adam kalk!

Nihayet Çanakkale'de, gördün mü benim dediğim olmadı mı, der gibi:"Âs/m'/n nesli diyordum ya, nesilmiş gerçekl/işte çiğnetmedi nâmûsunu çiğnetmeyecek" mısralarıyla yeni nesle güvendiğini söylemiştir. Serdengeçti'nin Akif'te hayran olduğu bir başka özellik şiirlerinin dilidir. Ona göre Akif'i çağdaşlarından ayıran diğer bir husus da, hepsinden iyi Arapça, Farsça bildiği halde, bugünün Türkçesini dahi imrendirecek birTürkçe ile yazması, konuşmasıdır. Akif'in Türkçesi sıhhatli, sağlam, güzel birlürkçedir. Servet-i Fünun edip ve şairlerinin Türkçesi gibi marazlı, frengili Türkçe değildir.

Serdengeçti, Âkif hakkındaki kitabını, ümit dolu şu sözlerle bitirir:

“Müsterih ol ey koca Âkif, beklediğin nur doğmuştur. Bahsettiğin o kızıl esaret çemberini mağripten maşrıka, Cava'dan Atlas Okyanusu'na kadar uzanan sahalardaki Müslümanlar kırmışlar, bir kısmını da kırmak üzeredirler. Müsterih ol! Rahat uyu. Senin o mazlum ümmetin ayaklanmış, yeni bir ba’sü ba'deimevte kavuşmak üzeredir. Serdengeçti'nin elealdığı konulardan biri de Akif'in Mısır'a gidiş sebebidir. Serdengeçti'nin bu konudaki açıklamalarına geçmeden önce, günümüzde bilinenleri hatırlamakta yarar vardır. Âkif, hayatında beş kez Mısır'a gitmiştir. İlk gidişi Ocak 1914-Mayıs 1915 tarihleri, ikinci gidişi ise 1915'in Mayıs-Ekim tarihleri arasındadır. Âkif Birinci Mecliste Burdur milletvekili olarak görev yapmışsa da (1920-1923), İkinci Mecliste aday gösterilmemiştir. Yirmi yıllık memuriyeti, Milli Mücadele'deki hizmeti ve milletvekilliğine rağmen kendisine emekli maaşı bağlanmadığından maddi sıkıntı çekmektedir. Dostu Abbas Halim Paşa'nın daveti üzerine 1923 Ekiminde üçüncü kez Mısır'a gider, 1924 baharında yurda döner. 1924 sonunda dördüncü kez gider, 1925 baharında geri gelir. Bu sırada Şeyh Sait İsyanı üzerine Takrir-i Sükûn kanunu çıkarılır, muhalefet partisi kapatılır, bazı gazetelerin yayınına ara verilir, bazı gazeteciler tutuklanarak istiklâl Mahkemelerine sevk edilir. Bu çerçevede Akif'in başyazarlığını yaptığı Sebilürreşat da kapatılır, sahibi Eşref Edip İstiklâl Mahkemesinde yargılanmaya başlar. Âkif bunun üzerine 1925 Ekiminde beşinci kez gittiği Mısır'da 1936 Haziranına kadar kalır.

Akif'in Mısır'a gidiş sebebiyle ilgili olarak kaynaklarda yeterli bilgi bulunmaktadır. 1950'de Demokrat Parti iktidara geldikten sonra Âkif hakkında bazı bilgiler yazılır, konuşulur olmuştur. 31 Aralık 1951 tarihinde Ankara Halkevinde düzenlenen Mehmet Akif'i Anma Toplantısında Şefik Kolaylı'nın anlattıkları konuya ışık tutmaktadır: "Pendik Bakteriyolojihanesi müdürü idim. Âkif bana geldi. Yanında Prof. Fazlı Yegül de vardı. Yarın Mısır'a gideceğini ve arz-ı vedâa geldiğini söyledi. Çocuklarının tahsil ve terbiye çağı olduğunu, şimdi Mısır'a gitmekle çocuklarının tahsillerinin sekteye uğraması muhtemel bulunduğunu ileri sürerek, kararından vazgeçmesinde ısrar ettik. Âkif, büyük bir hüzün ve teessür içinde dedi ki: Arkamda polis hafiyesi gezdiriyorlar. Ben, vatanını satmış ve memleketine ihanet etmiş adamlar gibi muamele görmeye tahammül edemiyorum ve işte bundan dolayı gidiyorum. Yeni araştırmalar Mehmet Akif'in Mısır'da iken de takip edildiğini göstermektedir. Emniyet Genel Müdürlüğü'nün 1936 Temmuzunda Mısır İskenderiye Başkonsolosluğu ile yaptığı yazışmalarda bu açıkça görülmektedir

Akif'in şapka giymemek için Mısır'a gittiği de yaygın bir görüştür. Bilindiği gibi, Atatürk 30 Ağustos 1925 tarihinde Kastamonu'da yaptığı bir konuşmada halka şapka giymelerini söylemiş, 25 Kasım 1925'te şapka giymeyi mecbur eden kanun çıkmıştı. Akif'in bu tarihten önce yazdığı şiirlerde şapkayı yabancılara özgü bir kıyafet olduğunu belirten ifadeler var ise de, şapka devriminin aleyhinde yazılı veya sözlü açık bir beyanı bulunmamaktadır. Neyzen Tevfik ile bir konuşmasında şapka konusunda artık bir icmâ-i ümmet olduğu ve herkesin giyeceğini belirttiği, ertesi gün de bir kasket aldığını biliyoruz. Ancak, Emniyet Genel Müdürlüğü'nden İskenderiye Başkonsolosluğu'na yazılan yazıda yer alan, "inkılâp ve rejimimiz aleyhinde çok kötü sözler sarf ettiği ve hilâfet propagandası yaptığı ve ayrıca 150'lik firari ve sair muhtelif eşhâsla da sıkıca temasta bulunduğu haber alınmıştır. Bu haberlerin sıhhati derecesiyle Mehmet Akif'in hariçte geçirdiği zamana ait konsolosluğumuzda tespit edilmiş ve edilecek diğer bi'lcümle mâlumatın iş'arını diler..."ifadeleri, onun aleyhinde asılsız bazı isnatlarda bulunulduğunu göstermektedir. Konsolosluğun cevabında, "Kendisiyle temas edenlerin anlattıklarına göre, Cumhuriyet Hükümetimizin aleyhinde bir söz söylemediği gibi, hilafet propagandası dahi yaptığı duyulmamıştır. Yalnız dini taassubu dolayısıyla şapka giyilmesinin aleyhinde olduğunu ve Türkiye'yi o maksatla terk ettiğini söylemektedir." denilmektedir. Âkif aleyhindeki bu bilgilerin kaynağının, 150'liklerden olan ve Mısır'da sürgünde bulunan Şeyhülislâm Mustafa Sabri Efendi'nin oğlu İbrahim Bey olduğu ileri sürülmüştür.

Serdengeçti, "M. Âkif Mısır'a Neden Gitmişti?" başlıklı yazısında bu konuda ilk kez önemli açıklamalarda bulunur. Ona göre Akif'in Mısır'a gidişinin bir gerçek, bir de zahiri sebebi vardır. Gerçek sebebi şudur:

"Zulmü alkışlayamam! Zâlimi aslâ sevemem! Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem! Üç buçuk soysuzun ardında zağarlıkyapamam, Hele hak nâmına haksızlığa ölsem tapamam. * Bu ezanlar ki şehâdetleri dînin temeli, Ebedî yurdumun üstünde benim inlemeli

mısralarını yazan bir adamın Mısır'a neden gittiğini sormak, anlamamak, anlamamazlıktan gelmek, biraz safdillik olur. M. Âkif, bütün varlığı ile katıldığı Milli Mücadeleden sonra inkılâp perdesi arkasında oynanan oyunları, milletin imanına, vicdanına, ecdadına yapılan tecavüzleri hoş görmedi. Bunlara tahammül edemedi. O nasıl olsa gidecekti. Onun Mısır'a gidişinin gerçek sebebi budur." Zahiri sebebini ise ilk kez Osman Yüksel açıklamaktadır. Onun anlattığına göre, Âkif henüz Türkiye'de iken bir Çanakkale günü düzenlenir. Birtakım konuşmaların ardından sıra şiir okumaya gelir. Kürsüye çıkan birisi, "Arkadaşlar, şimdiye kadar Çanakkale şehitleri için hiçbir Türk şairi esaslı bir şey yazmamıştır. Çanakkale şehitleri için en güzel şiiri maalesef bizden olmayan, Türk olmayan birisi yazmıştır." gibi sözler söyler. Sonra da Akif'in şiirini yüksek sesle okur. Âkif, ertesi gün bu olayı duyar, çok üzülür. Yutkunur, gözleri yaşarır.

Birkaç gün sonra da, o zaman bir gazetenin başında bulunan bir yazar, "Hadi git artık kumda oyna, bu memlekette işin yok senin." gibi bir şeyler yazar. Âkif bunu da duyar. "Cânı cânânı bütün varımı alsın da Hudâ/Etmesin tek vatanımdan beni dünyâda cüdâ" diyen şair, bu vatanın, bu memleketin en vefalı çocuğu, büyük insan, ardına baka baka vatanına veda eder; Mısır'a gider. Serdengeçti'nin bu olay karşısındaki tepkisi çok sert olur: "Akif'i Türk olmayan birisi diye tavsif etmişler. Âkif Türk değilse, Türkiye'de Türk diye kimse kalmaz! Âkif, pehlivan yapılı bünyesiyle, dini ile diliyle, giyiniş, yaşayış tarzıyla, Türk milletine bağlılığı, Türk vatanına olan aşkıyla öylesine Türk'tür ki, bir İkincisi daha gösterilemez. Mısır'da vatan hasretiyle yıllarca yanan Âkif, nihayet hastalandı. Tanıdıklarına "Burada ölürsem diye korkuyorum, vatanımı görmeden bu topraklara gömülürsem..." diyordu. Vatan topraklarına gömülmek şartıyla ona ölüm bile güzel geliyordu. (...) Cenazesine hiçbir resmi adam iştirak etmedi. Üniversitenin kapıları kilitlendi. Fakat, 'bu topraklar için toprağa düşenlerin çocukları, her engeli aştılar. Bayezit Meydanı birden bire mahşere döndü. Bu kimsesiz, kendi haline terk edilmiş tabut, şimdi eller ve başlar üzerinde idi. Gençler, onu Edirnekapı Mezarlığına kadar böyle götürdüler. Huzurunda saf tutup, hep bir ağızdan İstiklâl Marşını söyleyerek vatan toprağına bıraktılar.

'Fetihten beri bu şehrin toprağına kendi eseriyle gömülen ilk ölü', M. Âkif!' Akif'in Mısır'a gidişine dair Serdengeçti'nin anlattıkları ilginçtir. Bu konuda Akif'in Mısır'da iken Abbas Halim Paşa'ya yazdığı iki manzum mektupta yer alan alaycı sözleri, hakkındaki çeşitli suçlamaların da ipuçlarını vermektedir. Önce BirArîza başlıklı şiirine bakalım. Bu şiirdeki "Son son, hadi sen, kumda biraz oyna! demişler" mısraı Serdengeçti'nin ilk kez biz açıklıyoruz dediği olayı doğrular niteliktedir:

...deki: Lâkin, Mevzun düşürür saçmayı bir saçma adam var, Manzûm sayıklar gibi manzûme sayıklar! Zannım mütekaid şuarâdan olacak ki Hiçbiryenilikyok, herifin her şeyi eski. Hâlâ ne sakaldan geçebilmiş, ne bıyıktan; Âsârı da memnun görünür köhne kılıktan. Hicri, kamerî ayları ezber sayar ammâ, Yirminci asır zihnine sığmaz ne muammâ! Ma'mûre-i dünyâyı dolaştıysa da, yer yer, Son son, hadi sen, kumda biraz oyna! demişler. Yâhû sorunuz bir: Bakalım tâkati var mı? Kaynarken adam oynamak ister mi? Sarar mı?

Abbas Halim Paşa'ya 16 Temmuz 1932 tarihinde yazdığı İkinciArîza'da da Akif'in şairliğini alaya alırken, kendisi hakkında yapılan çeşitli suçlamaları da dile getirdiği görülür. Şiirde ayrıca şairin çektiği maddi sıkıntılar da anlatılmaktadır:

Ey bâd-ı sabâ kurtulamazsın elimizden, Biz neyse, fakat, şâirimiz var ki, belâdır; Söz dinletemezsin ukalâdır, sukalâdır. Asrın hani yüz kıble değiştirse şuûnu, Tek ibre bilir kendisi ancak; o da burnu. Bin söyle onun doğrusudur, veçhesi şaşmaz, Her hatvede sürçer, yıkılır, sulha yanaşmaz. Düşkünse bugün, kimse değil, kendisi bâdî, Beyninde sekiz bin senedir köhne mebâdî; Er geç tutacak bunları dünyâ diye bekler, Zulmette pinekler gibi âvâre sinekler. Yâhû bu tuzaklarla beşer avlanacak mı? Yirminci asır akbabalardan da bunak mı? İdrâke bakın... Sonra ömür altmışa gelmiş; Aklın yeri başmış, yaş olaymış, ne güzelmiş. Yetmez gibi vâiz kesilip ettiği kem küm, İster edebiyyâta kadar, bulsa tahakküm. Hülyâ mı dedin, hem de ne divânece hülyâ, Ahlâk ile zincirleyecek san'atı gûyâl... Bir yosma ki çıplak daha munis, daha dilber, Endîşe-i nâmûs ile örtünse ne derler! Endîşe-i san'atla ederhulki tahammül, Endâmını rü'yâ gibi örterse de bir tül. Bir tül ki şafaklarla, seherler gibi şeffâf, Bir tül ki durulmuş suların kalbi kadar sâf, Bir tül ki esiri mi nedir târ ile pûdu, Örterken açar büsbütün âvâre vücûdu. Artık bunu ölçüp biçecek terzi, tabi'î Dört peşli giyen çulha değil, zevk-i bedî'î!.. Eyzevk-i bediiye kıyan şâir-i mecnûn!... iflâs-ı karihayla bunaldın mı? Oh olsun. Kumlarda sürün, inlere gir, dağlara tırman! Kâbil mi senin bir daha ilhâmına kavuşman! Evrâd oku, efunlu mürekkepli sular iç. Bin bekle, bin uğraş... O peri gelmeyecek hiç! Lâkin gelecek -evlere şenlik- sıra devler, Bakkal, kasap, eczâcı, hekim, kahveci, berber, Ev sâhibi, ekmekçi, manav, sebzeci, fulcu, Silkip dökecek her biri koynundaki borcu. Sen dil dökeceksin, edebilsem diye heyhât, Karşındaki yârânla bir ay sonra mülâkat. Beyhûde o diller, o nefesler, o emekler, Yârân seni terk etmeyecek, gitmeyecekler. Ey san'ata zincir düşünen şâir-i evham! Hasretmişin ilhâma, evet, al sana ilhâm: En seçme zebânîleri karşında cahimin, Boy boy gezedursun, kimi kâfir, kimi mü'min. Döndükçe nazarlar sana şimşek gibi çaksın, Kurtul görelim şimdi nasıl kurtulacaksın! Feryâdına kimdir koşacak? Kim kimi dinler, "Burhan" diye inlerken ufuklarla zeminler, ihvân-ı safânın kimi medyûn, kimi müflis; Gök kubbenin altında ne tek his, ne de mûnis!

Sonuç

Bir yandan Kuran'a, sünnete, Yunus'a, Mevlâna'ya, diğer yandan Namık Kemal'e, Ziya Gökalp'a uzanan Serdengeçti'nin milliyetçilik anlayışında Akif'in önemli bir yeri vardır. O, Akif'in davasını benimseyen, mücadelesinde onun referanslarını kullanmayı sürdüren birTürk milliyetçisidir. Âkif kadar milletimiz için ağlayan, gözyaşı döken başka bir şairimiz yoktur. O bütün büyük muzdaripler gibi merhameti galip bir kişidir. Nurettin Topçu'nun söyleyişiyle bir "millet mistiği"dir. Son yıllarında yazdığı bir mektubunda, şu insanlara, şu memlekete ağlamak istediğini söyleyen Serdengeçti de Akif'in yolundadır. Denizciler Caddesindeki bodrum katında, bir derviş hücresine, bir çilehaneye çevirdiği yazıhanesinde yatıp kalkan; eşinden, ailesinden uzakta, zeytin, peynir ve pekmezle ömür tüketen; Âkif gibi kendini millete vakfeden bir"fenâ fi'l-mille"dir.

Mehmet Âkif: Edebî ve Fikrî Akımlar/3. Mehmet Akif Ersoy Bilgi Şöleni’nde sunulan tebliğlerin kitap haline getirilmesi ile oluşan kitap TYB'nin 39, Mehmet Akif Ersoy Araştırmaları Merkezi'nin 3.kitabı

 

Bu haber toplam 836 defa okunmuştur
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Diğer Haberler
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim