• İstanbul 15 °C
  • Ankara 17 °C

Prof. Dr. Levent Bayraktar: Mehmet Âkif’ten Nurettin Topçu’ya İsyan Ahlâkı

Prof. Dr. Levent Bayraktar: Mehmet Âkif’ten Nurettin Topçu’ya İsyan Ahlâkı
Nurettin Topçu, Âkif’in isyanını, hürriyet aşkını ve ahlâkını incelerken kendi kuramını ve eserini de felsefi bir metot gibi kullanır. Aslında bu sadece Âkif’i anlamak ve anlatmak için seçilmiş bir metot veya üslup da değildir.

Nurettin Topçu kendi felsefi terkibini ve sistemini kurarken felsefe tarihinden oldukça ya­rarlanmıştır. Sokrates ve Platon’un idealizmi başta olmak üzere Descartes, Spinoza, Pascal, Kant, Rousseau, Schopenhauer, Bergson ve Blondel’e varana kadar neredeyse bütün bir fel­sefe tarihini gözden geçirmiştir. Blondel’in aksiyon felsefesini kendisine felsefi rehber olarak seçerken Bergson’un mistisizme açılan ahlak felsefesi ve spiritüalist tutumundan da etkilen­miştir. Ayrıca Bergson’un “Yaratıcı Tekâmül”de izlediği metot da onu ilgilendirmiştir. Orada Bergson, kendisinden önce evrim konusunu incelemiş olanların görüşlerini mantık ve ilim süzgecinden geçirerek tahlil ve tenkit etmek suretiyle yeni bir tavır ve paradigma teklif et­miştir. Nurettin Topçu da “İsyan Ahlâkı” isimli doktora tezinde, isyan kavramının felsefe tari­hindeki belli başlı temsilcilerinin görüşlerini incelemek ve irdelemek suretiyle kendi özgün isyan ahlâkı kuramını ortaya koymuştur.

Topçu, “İsyan Ahlâkı” kavramsallaştırması ve kuramı çerçevesinde ahlâk, din ve estetik alan­larında yeni ve özgün bir felsefi dil ve sistematizasyon sergilemiştir. Bunu yaparken çoğu za­man bilinen kavramlar ya da az çok aşina olunan kavramlar kullansa da bunları yeni terkipler ve bağlamlar çerçevesinde işleyerek, bilinen anlamlarının ötesinde taze bir felsefi kurgu elde etmiştir.

Topçu’nun ahlâk merkezli felsefesi “isyan ahlâkı” deyimi ile özdeşleşirken daha önce hiç birarada görmeye ve kullanmaya alışık olmadığımız “isyan” ve “ahlâk” kavramlarını yan yana getirir. Bu, benzerlerine çok sık rastlamadığımız, ortalama sözlük dilinin ötesinde bir felsefe dili kurma teşebbüsüdür. Zira hiçbir dil kendiliğinden bir felsefe veya bilim dili haline gelme­miştir. Her dil onu yeni baştan tanzim edecek, bildik kelimeler ve kavramlar ile daha önce söylenmemiş sözler ve fikirler ortaya koyacak büyük dâhilerin elinde kültür dili olma vasfını kazanır.

Yirminci yüzyılda Türkçenin büyük şairleri ve edipleri eserler verdiler. Dilimizi canlı ve taze bir kültür ve edebiyat dili kılmanın gayreti içinde oldular. Felsefe alanında ise Darülfünun’dan Üniversite’ye geçiş sürecinde yaşanan kopukluk, edebiyat dili karşısında nispeten zayıf bir felsefe dili ortaya çıkardı.

Mehmet Âkif ve Nurettin Topçu iki idealist ve vatanperver olarak farklı yollardan giderek benzer sorunları ve hastalıkları teşhis ederek benzer tedaviler ve çıkış yolları teklif ettiler. İkisi de iman ve hakikat adamı olarak bütün bir milletin ve insanlığın yükünü omuzladılar. Varol­manın sorumluluğunu hissettiler. Hayatları boyunca inandıkları gibi yaşayarak bağlı bulun­dukları değerlerin somut timsali, örnek şahsiyeti oldular. Bilmek ile olmak arasındaki deyim yerindeyse epistemolojik ve etik mesafeyi ortadan kaldırdılar. “Zaman sana uymuyorsa sen zamana uy” diyen konformist telkinle mücadele etmeyi temel ahlâkî ilke kabul ederek bu zihniyete isyan ettiler. Böylece Topçu’nun felsefi olarak sistematize ettiği “İsyan Ahlâkı” teo­risi aslında Âkif’in hayatında ve eylemlerinde somutlaşmış olanın felsefe diliyle ifadesi oldu.

Nurettin Topçu’nun ihdas etmiş olduğu “isyan ahlâkı” deyimi, felsefe tarihinde daha önce­den bilinen veya ahlâk felsefesi ekolleri içinde sayılan bir görüş ya da kuram değildir. Topçu, bu kuramı Fransa’da 1934 yılında tamamladığı “Conformisme et Revolte” adlı doktora te­zinde işlemekte ve teklif etmektedir. Bu teklifinde o, bir felsefe tarihi meselesini ele almak veya bir ahlâk tarihi tasarımı sunmaktan ziyade yeni bir felsefi tavır alış sergilemektedir. Da­hası bu eser ile yeni pek çok kavram üretip teklif etmenin ötesinde yeni bir felsefe ve ahlâk sistemi getirmektedir. Bu tavrı ile Topçu, hem Batı felsefesi tarihi bağlamında hem de Türk ve İslâm felsefesi içinde yeni ve anlamlı, sistematik bütünlüğü olan, tutarlı bir kuram teklif eden filozoflar arasına katılmaktadır. “İsyan Ahlâkı” adıyla Türkçeye aktarılan eseriyle Topçu, Anarşizm, Konformizm, Sosyolojizm, İndividüalizm, Pesimizm, Volontarizm ve aslında daha da çoğaltılabilecek olan felsefi akımlarla hesaplaşarak Stirner, Rousseau, Nietzsche ve Scho- penhauer üzerinden Hallac-ı Mansur’a vararak İslâm tasavvuf felsefesine geçmekte ve mis­tik ve metafizik temeller üzerinde özgün bir ahlâk felsefesi inşa etmektedir.

“İsyan Ahlâkı” bir felsefi kuram olarak paradoksal bir mantık ile örülmüş bir yapıdır. Önyar­gıların ve zihinsel putların yıkılması esasına dayanır. Görünüş ve gerçeklik arasındaki bağı sorgular. Görünüşte hürriyet davası adına ortaya çıkan doktrinlerin aslında insana anlamlı hiçbir vaatlerinin olmadığını ortaya koyar. Zira hürriyet yıkmak için değil yapmak içindir. Düzen ve otorite tanımamak, ne pahasına olursa olsun sadece yıkmayı düşünmek ve bu uğurda eylemek hürriyet kapsamında değerlendirilemez. Hürriyet ve sorumluluk Topçu’ya göre eylemlerimizin sonucu değil onun sebebidir. Sorumlu olduğumuz zaman hür olabiliriz. Hürriyet hareketle birlikte açığa çıkar. Hareketimiz ise kendinden daha büyük bir dava için bir amaç ve motivasyon taşıdığında ahlâkî vasfını kazanır. Öyleyse anarşizm hürriyet dava­sında iradeyi kendi bencilliğinde hapsettiği ve sonuçsuz kaldığı için tek başına bir çıkar yol olamaz. Fakat Topçu anarşizmin isyanında bile bir nebze olsun müspet bir yön bulur. O da; hareket ve isyan kavramlarına dikkat çekmiş olmalarıdır.

Topçu’nun eleştirerek yararlandığı bir diğer görüş ise konformizm ve sosyolojizmdir. Bunlara göre fert tayin edici bir irade sahibi değildir. Ferdin mutluluğu ve vazifesi düzene uymak ve sorun çıkarmamaktır. İnsan için en anlamlı tavır, kendi menfaatleri ile toplumun ve düzenin menfaatlerini uyumlaştırmaktır. Bu bağlamda ahlâk, toplumun yargılarına ve beklentilerine uygun davranmaktan ibarettir. Topçu, milliyetçi ve toplumcu bir sosyal teoriden yana olma­sına rağmen böyle bir ahlâkı, iradenin, sorumluluğun ve aşkınlığın hesaba katılmamış ve gözetilmemiş olması bakımından ahlâktan saymaz. Aynı şekilde sosyolojizm ve konformizm gibi ferdiyetçilik de ahlâkî bakımdan kabul edilemez çünkü onda da bencillikle sonuçlana­cak bir ufuksuzluk hakimdir.

Aşkınlık meselesi Topçu için ahlâkın ve metafiziğin en önemli unsurudur. Nitekim Scho- penhauer ve kötümser iradeciliğini de bu bakımdan eleştirir. Çünkü Schopenhauer’a göre varlığın temelinde herhangi bir aşkın kudret bulunmamakta, varlık kör bir iradenin eseri ve esiri olarak betimlenmektedir. “Dünya iradeden çıkmıştır; irade kendi kendisini belirlediği için kendi fiillerini ve kendi dünyasını da tayin eder. O her şeye gücü yetendir. İrade, bizatihi varlığın ta kendisi, içsel temeli, kâinatın özüdür. (...) İrade, dünyanın sonucu veya eseri değil, aksine dünya yaşama iradesinin sonucu olarak ortaya çıkan bir şeydir. İrade yegâne hür gerçekliktir; dünya on­dan dolayı zorunluluktur. (.) İrade, zamanın dışındadır. Onun için sadece şimdiki zaman vardır. Ne geçmişi vardır, ne de geleceği” (Topçu, 1995:191).

Topçu, Stirner ve Rousseau’dan sonra önemli ölçüde Schopenhauer’u kullanarak ve eleşti­rerek kendi “isyan ahlâkı”nı ve “irade felsefesi”ni kurar. Felsefe Tarihinde bu tavır büyük filo­zoflarda karşımıza çıkar. Mesela Kant bir yandan kendisinden önceki rasyonalist ve ampirist geleneği diğer yandan da dogmatizm ve septisizmi incelemek ve eleştirmek suretiyle kendi sistemini oluşturmuştur. Kant, hem varlığın temelini ve doğasını araştırmış hem de onun na­sıl ve nereye kadar bilinebileceğini sorgulamıştır. İnsan bilgisinin imkân ve sınırlarını araştı­ran bu felsefe kritik felsefe olarak betimlenmiştir. Benzer şekilde Bergson da temel eseri olan “Yaratıcı Tekâmül”ü Spencer, Lamark ve Darwin’in evrim hakkındaki görüşleri ve bunların eleştirisi üzerine kurmuştur. Felsefe Tarihinde benzerleri kolaylıkla bulunabilecek bu yöntem ve tavır Topçu için de varittir. Bu bakımdan ortaya koymuş olduğu isyan ahlâkı kuramı onu özgün bir ahlâk felsefecisi/ahlâk filozofu kılmaktadır. Hatta Topçu’nu kuramı emsallerinde olmayan bir meziyete de sahiptir. Zira o sadece kuramında Batı felsefesi tarihi ve ahlâk ku­ramları ile hesaplaşmamış, İslâm felsefesi ve tasavvuf düşüncesi içerisinde de zor anlaşılan veya çoğu kez çarpıtılarak aktarılan kimi meseleleri de yeni baştan değerlendirerek felsefe­nin, ahlâkın ve metafiziğin gündemine dâhil etmiştir.

Topçu’ya göre “Stirner, Rousseau ve Schopenhauer gerçek isyancılar değildirler. (.) Birincisi kendi ferdiyetinin dar kalıpları içerisinde hapsetmek iddiasıyla varlığı son derece kısır hale ge­tirdi. İkincisi, insanın tabiata yaptığı katkıyı reddederek kendi benliğine gömülmek suretiyle, ruh kargaşasından korkmuş ve sığınak olarak sadece tabiatın bağrını görmüştür. Nihayet Schopen- hauer, hiçbir kurtuluş yolu bulamayarak kesin bir inkârla, isyan imkânını bile feda eder” (Top­çu, 1995:174-175). Böylece Topçu ulûhiyetle ve aşkınlıkla ilişki kuramayan felsefe ve ahlâk kuramlarının sonuçsuz kalmaya mahkûm oldukları neticesine varır. Çünkü ona göre irade sonsuz bir aşkınlıktır. “Bu sonu olamayan aşkınlık faaliyeti bizce, ulûhiyetin tek delilidir. Ger­çekte bu ulûhiyeti mümkün kılan Allah’tır. Ulûhiyet, hakiki bir aşkınlık olan hareketimizde içkin bulunmaktadır” (1995:175).

Topçu hürriyetle metafizik arasında da bağ kurar. Ona göre “tabiatüstü, menfaatten arınmış sayılabilecek her hareketin yegâne kaynağıdır. Her hür hareket bize göre anarşizm, ilahi irade karşısında ise bir itaatkârlıktır. (.) İnsan Allah’la birlikte hareket halindedir. Hareket gerçek bir isyandır. Hareket, eşyayı ve kendi eliyle kendisini değiştirmeye yönelik bir plan içerisinde kendini gerçekleştiren insanın mukadderatını yapmaya uzanır. Allah, hareketin dışında değildir ve insan asla O’nsuz harekete geçemez. Tabir caizse, birbirinden ayrılmış iki varlık yoktur. Bu, iştirak veya ulûhiyete iştirak veya isyanın özünü teşkil eden insanın aşkınlığına özlem olgusudur” (1995:199).

Topçu’ya göre gerçek her ahlâkî eylem bünyesinde bir isyan barındırır. Sorumluluk eylemle­rin sonuçlarına katlanmak değildir. Çünkü o sonuç değil sebeptir. Dolayısıyla bir hareketin özgürlüğü kaynağında yatan motivasyonla ilgilidir. Esarete, zulme isyan; aşka ve mesuliyete itaat ve teslimiyet ulûhiyetin öznedeki hareketidir. Böylece Topçu’da ahlâk meselesi, insanın isyanı ile ulûhiyete iştiraki halini alır. Nitekim ona göre isyan ahlâkının İslâm tarihindeki nu­munelerinden biri olan “Hallac, bütün beşerî yetersizliklere karşı isyan etmek suretiyle ulûhiyete ererek bu varlıkla birleşmeyi gerçekleştirecek ve Ben hakikatim veya Ene’l-Hakk diyebilecektir. Mistiğin hareketi, yegâne varlık’a doğru bir yükseliştir, vecd ehlinin isteği Yegâne Varlık’tır” (1995:201).

Nurettin Topçu, “millet mistikleri” arasında en başta saydığı Mehmet Âkif’i de isyan ahlâkının timsali olarak betimler: “İsyan, onun bütün eserine sinmiştir. Adeta şiirinin tabiî bestesidir. Uza­yıp gittikçe kendini cemiyete vermekten doyamadığı hoşsohbet nazmının normal ritmi üstüne her çıkışında Âkif’i isyan halinde buluyoruz. Onun bugün bizden uzakta duran varlığını, Pey­gamberlerle beraber bütün büyük asilerin safında, isyan kahramanlarının Allah’a en yakın ol­duğu bir âlemde temaşa ediyoruz ve bu kahramanlar arasında onu seçmeye çalışırken, hayal ufuklarının çok ötesinde bir yanda Kılıç Aslan’la Yıldırım gibi kuvvet heykellerini, öbür tarafta Mevlânâ ve Yunus gibi gönül kahramanlarını, lakin hepsi de hülyâya tenezzül etmemiş irade ve isyan heykellerini temaşadan kendimizi alamıyoruz” (Topçu, 2006:87).

Nurettin Topçu, Âkif’in isyanını, hürriyet aşkını ve ahlâkını incelerken kendi kuramını ve eserini de felsefi bir metot gibi kullanır. Aslında bu sadece Âkif’i anlamak ve anlatmak için seçilmiş bir metot veya üslup da değildir. Topçu’nun eserlerine bir bütün olarak bakıldığın­da yerli veya yabancı hiçbir kaynağı veya şahsiyeti tesadüfen gündemine almadığı görülür. Bunları mutlaka kendi fikir örgüsü içerisinde bir meseleyi veya bir derdi ifade etmek için konu edinmiştir. Âkif için de bu hüküm geçerlidir ve bu yönleriyle de birleşirler. Zira her ikisi de etkileyici söz söylemenin, sanat olsun diye sanat yapmanın peşinde değillerdir. Yine her ikisinin de dünyada bulunuş gayeleri ve üstlendikleri vazifeler bakımından benzerlikleri su götürmez bir gerçektir. Sanki aynı merkez tarafından eğitilmiş ve aynı misyon için aramıza gönderilmişlerdir. Hatta onların “Mutlak” haricinde, kendi dışlarında herhangi bir otorite ta­rafından görevlendirilmiş olmalarını tasavvur etmek de neredeyse imkânsızdır. Çünkü onlar ancak vicdanlarının kabul ve emretmiş olacağı bir vazife ile mükellef kılınabilmişlerdir. O yüzden dünya planında yapmış oldukları vazifeler onların seçtikleri ve razı oldukları şuurlu ve seçilmiş eylemlerdir. Zira her ikisi de aksiyon adamlarıdır. Hareket adamlarıdır. Topçu’nun sıklıkla dile getirdiği şekliyle “hareket insanla Allah’ın terkibidir.” Gerçek manasıyla hareket edebilmek için vicdanın emriyle harekete geçmek ve rızayı ilahî’yi gözetiyor olmak gerekir. Bunun için de hakikat endişesinin ve talebinin olması ve kişinin kendisinden ümit kesmemiş olması icap eder.

İnsana lazım olan ve şahsiyetinin temelini oluşturan en temel yeti Hakk’ı batıldan tefrik edebilecek bir şuur ve vicdandır. Paslı bir vicdan, ahlâkî bir eylem ortaya koyamaz, isyan ahlâkçısı da olamaz. Âkif eserlerinde “çiğnerim, çiğnenirim, hakkı tutar kaldırırım!” derken isyan ahlâkının temel ilkesi sayılabilecek olan; Hakk’a teslimiyet, Hakk’tan gayrısına isyan anlayışını benimsemiş görünmektedir.

Kaynaklar

Topçu, Nurettin (1995), İsyan Ahlakı (çev. Mustafa Kök, Musa Doğan), Dergâh Yay: İstanbul

Topçu, Nurettin (2006), Mehmet Âkif, Dergâh Yay: İstanbul

 

Mehmet Âkif 100 Yıl Sonra Berlin'de / 2015
TYB'nin 62., Mehmet Âkif Ersoy Araştırmaları Merkezi'nin 10. kitabı...
Bu haber toplam 1356 defa okunmuştur
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Diğer Haberler
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim